Kaşıkçı katledilirken konsolosluğun kapısını kırabilirdik… - AKP’nin eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakı

Kaşıkçı katledilirken konsolosluğun kapısını kırabilirdik… - AKP’nin eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakı

BÖLÜM 1

AKP’yi kuran bir kaç isimden biri olarak ilk kabinede Dışişleri Bakanı sıfatıyla yer alan Yaşar Yakış, son gelişmeleri değerlendirirken, “Suriye ile ilişkilerin sarpa sarmasına Ahmet Davutoğlu sebep oldu” dedi. Davutoğlu’nun diyalogun sürdüğü dönemde Beşar Esad’a Müslüman Kardeşleri kabineye alması önerisinde bulunduğunu söyleyen Yakış, Suriye liderinin, “sizin görüşünüz buysa bu iş bitmiştir” diyerek görüşmeleri sonlandırdığını ifade etti.

Yakış’a göre Ankara yeniden Şam ile diyaloga girmek, ilişkileri düzeltmek istese bile, binlerce ölümün yaşandığı savaş sonrası Esad Türkiye’yi affetmeyecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aslında Rus lider Putin’in ısrarları nedeniyle diyalog kurma sürecine yanaştığını söyleyen Yakış’a göre, bu süreçte Türkiye’ye sökün eden 5 milyon Suriyelinin geri dönmesi de “zor” görünüyor.

Yaşar Yakış’la,  sıcak bir Ağustos günü, serin bir bahçe köşesinde gerçekleştirdiğimiz sohbet şöyle gelişti:

SORU: Suriye ile yaşananların özeti, iki tarafın verdiği sayısız kayıp ve kucağımızda bulduğumuz milyonlarca Suriye’li göçmen. Soçi ziyaretinde Putin’le görüşmesi sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şam yönetimiyle diyalog kurması gündemde. Peki bu noktaya biz nasıl geldik? Önceki yıllarda Şam’da da diplomat olarak bulunmuştunuz, ne dersiniz?

YAKIŞ: Suriye ile gerginlik dönemini yaşamış bir insan olarak düzelmeyi çok büyük sevinçle karşılamıştım ama sanıyorum ki Ahmet Davutoğlu evin önemli faktör oldu ilişkilerin sarpa sarmasında. Tabi bu konuda Davutoğlu’nu mu suçlamak gerekir? Yoksa Tayyip bey de hazırdı da Davutoğlu’nun yaptıklarının hemen üzerine atlayıp devam mı ettirdi? Taraflı davranmak istemem ama her ikisinin Suriye konusunda yanlış bir politika izledikleri kanısındayım. Kopma noktasına gelen müzakereleri, devleti yönettiği için pek tabii Tayyip Bey de yönlendirebilirdi.

—Müslüman Kardeşler ısrarı—

SORU: Davutoğlu’nun Esad’la yaptığı görüşmeyi mi kastediyorsunuz?

YAKIŞ: O tarihlerde medyaya yansıyanlara göre, şöyle hava esmişti. Davutoğlu’nun Esad’la 5-6 saat süren görüşmesi sırasında, bir başka ülkenin devlet başkanına yapılmaması gereken bir teklifte bulunduğu söylendi. Davutoğlu,-bu halkın size karşı bir direnci var, siz bu dirence karşı nispetsiz güç kullanıyorsunuz, bunun yerine, siz bu işin önderliğini üstlenin, eğer sivil direniş hareketini yönlendirip, başına geçmiş biri olarak sonlandırırsanız, ülkeyi düzlüğe çıkarırsınız, eğer başarılı olamazsanız 1946’da İsmet Paşanın yaptığına benzer şekilde ülkeye demokrasiyi getirmiş olursunuz. O demokratik hareketin başındaki isim olarak, Beşar Esad seçimi kazanırsa Cumhurbaşkanı olsun, kaybederse de, kaybetmiş ama Suriye’ye demokrasiyi getirmiş insan olarak anılsın.  Yani Esad’a Davutoğlu böyle bir senaryo önermiş. Mutabakat da olmuş fakat sonunda iş değişiyor.

SORU: Nasıl değişiyor?

YAKIŞ:  Davutoğlu’nun -tamam bunları yapın ama kuracağınız hükümette Müslüman Kardeşlerden şu şu şu isimleri de hükümete alın- dediği iddia ediliyor. Tabii teyit yok bu konuda ama, bu tavsiyeyi duyan Beşar Esad, -sizin görüşünüz buysa bu iş bitmiştir- diyerek görüşmeyi sona erdiriyor, yani ilişkilerin kopma noktası bu noktada oluyor.

SORU: Dünya da, halk direnişini desteklemişti ama o dönem?

YAKIŞ: Uluslararası camia Suriye’de halk ayaklanmasına önce destek çıkmak istedi, direnişçilere silah da sağladı, hatta Türkiye üzerinden Suriye muhalefetine silah teminine yöneldi, Türkiye buna kolaylık sağlamış oldu. Bir süre sonra dış camia Suriye direnişçilerine gönderilen silahların yanlış ellere geçtiğini fark ederek frene bastı. Türkiye ile dış camia arasındaki ayrım da  bu oldu, onlar frene basarken Türkiye frene basmadı, yanlış ellere giden silahların akışına imkan sağladı. Suriyeli ve oraya dünyanın her tarafından gelen aşırı unsurlar Türkiye’yi kullanarak muhaliflere desteği devam ettirdiler. DAEŞ gibi unsurların o günkü gazetelerdeki açıklamalarına bakın, -filan tarihte filan yerden İstanbul’a geldim orada filanca karşıladı, Kapalı Çarşıda dükkanı olan bir adam beni misafir etti, 3 gün kaldım sonra beni Antakya’ya gönderdiler. Sınırı geçtik savaşmaya devam ettik-  Ayrıntılı yer ve zaman vererek bunları anlattılar, yani herkesin bildiği sırlar ortaya çıkmış oldu. Zaten bu süreç halen Türkiye’nin düzeltemediği bir süreç olarak önümüzde duruyor. Davutoğlu, -Suriyeli sığınmacılar 70 binin üstüne çıkmasın- diyordu, şimdi bu rakam 5 milyon. 

—Diyalogla çözülecek mi?—

SORU: Yani bunca zarardan sonra nihayet gerçeği gördük Türkiye olarak. Şimdi diyalogla bu işi çözebilecek miyiz?

YAKIŞ: Bu acı deneyimden sonra artık bir bu işe son verme gerektiği ortada, -yeniden Suriye ile temas kurup, ortak hareket başlatabilir miyiz?- diye düşünüldüğü anlaşılıyor. Ama kendi insiyatifleri ile değil de Soçi’de olduğu gibi, Adana Mutabakatında olduğu gibi Putin ısrar ediyor…

Türkiye bunun başka bir versiyonunu Salih Müslim’i davet etmek suretiyle yapmaya çalıştı, görebildiğim kadarıyla Müslim’e -sen Beşar’a savaş ilan et biz senin arkanda olacağız- dediler. Müslim ise anlaşılan, Suriye’yi Türk istihbarat elemanlarından daha iyi tanıyor, zaten kendi memleketi, şu muhakemeyi yaptığı anlaşılıyor. -Türkler bunu istiyor ama ya Beşar ayakta kalırsa? Türkiye beni Beşar’ın elinden kurtarabilir mi?- Sorusunu sordu ve -ben bu işte yokum- tavrına girdi…

SORU: AKP Hükümetinin Beşar’a -Müslüman Kardeşleri kabineye al- derken beklentisi neydi sizce?

YAKIŞ: 2010 yılının başlarında Tunus’ta Arap Baharı patladığı zaman Binali ülkeyi terketmek zorunda kaldı sonra hareket Mısır’a, Libya’ya sıçradı. Bazı körfez ülkelerinde de karışıklıklar oldu ve olaylar Suriye’ye sıçradı. O sırada AKP deki arkadaşlarımızın şöyle bir değerlendirme yaptıkları anlaşılıyor: Tunus’ta Müslüman Kardeşler örgütü ağırlıklı Nida Tunis diye bir parti iktidara geliyor ve Türkiye‘deki ılımlı islamı kendisine örnek alacağını söylüyor, -şeriat getirmeyeceğiz, kadınların örtünmesini mecbur tutmayacağız, alkolü yasaklamayacağız- diyorlar. AKP’deki arkadaşlar şöyle bir değerlendirme yapıyor, -Müslüman Kardeşler tabanlı bir parti Tunus’ta, Mısır’da iktidara geldi, Libya da da karışıklıklar oldu, Müslüm Kardeşlerin ağırlığı vardı, Suriye’de sokağa dökülen halk rejime karşı ve Müslüm Kardeşler nüfusun yüzde 80’inin desteğini taşıyor. Bölgedeki bütün bu hareketlerin liderliğini Türkiye üstlenebilir- beklentisine giriliyor. Bugün gelinen nokta bu düşüncelerin sonucudur…

—Bambaşka bir Türkiye—

SORU: Sizin döneminizde de bu atmosfer yok muydu AKP’de?

YAKIŞ: Benim bakanlığım sırasında bu sorunların hiçbiri yoktu. Arap Baharı başlamamış Müslüman Kardeşler ortalıkta yok. Türkiye o tarihte çok daha liberaldi ama geçmişteki aşırı laik uygulamalardan kamuoyunun bir kısmının rahatsız olduğu biliniyordu. AKP bunu ortadan kaldırıp ideolojisine bakılmaksızın herkese eşit muamele edilen, inanç hürriyetini sınırlamayan bir yaklaşımı destekliyordu, ilk yıllarda uygulamalar da bu yönde oldu, AB de destek verdi ve Avrupa ile yakınlaşma süreci hızlandı. Türkiye büyük mesafeler kaydetti. Ancak sosyal bilimlerde bir kural vardır, -her iktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar-. 2008’den sonra AKP her şeyi mübah sayan bir tutuma girdi. Bugün bambaşka bir AKP var.

SORU: Şimdi Esad rejimi ile diyalog kurulursa sorunlar çözülecek mi? Örneğin 5 milyon Suriyeli döner mi?

YAKIŞ: Bu sorunun çözümü çok zor. İdlib’deki 2254 BM Güvenlik Konseyi kararının kapsamına girmesine karşın oradaki insanlara halen maaş veriyoruz. Onları yetiştiriyoruz. Oysa o insanlar Türk Bayrağını yakıyor, Türkiye aleyhtarı gösteriler yapıyor. Hükümetin işlerin bu noktaya varacağını düşünememiş olduğu anlaşılıyor, ancak tek çözüm Suriye hükümetiyle müzakere etmek. Buna mecburuz.

Soru: Esad bize yeni sayfa açacak mı peki?

YAKIŞ: Esad hükümetinin Türkiye’nin yaptıklarını, her şeyi unutup, -artık geçmişe sünger çekelim- diyeceğini zannetmiyorum. Zaten Mısır’ın da  -diye güvensizlik beyanında bulunmasından bu yana 1 yıldan fazla zaman geçti, ve hala ayak sürüyorlar. Suriye haklı olarak çok daha fazla ayak sürüyecek, uluslararası alanda da Türkiye’nin verdiği zararları gündeme getirebilir. Biz Mısır’la çatışma veya orada asker bulundurma yollarına tevessül etmemiştik, sadece devrik olanı meşru hükümet saymıştık, dünyada da tek böyle tutum izleyen hükümet olmuştuk. Suriye’deki durum ise başka, Türkiye asker bulunduruyor, selefi unsurları destekliyor, silah veriyor.

SORU: Karşı tarafın hatta Rusya’nın da payı yok mu gelinen noktada?

YAKIŞ: Varılan mutabakatlara göre, Suriye makamları -biz İdlib’in kuzeyindeki ayırıcı unsurları temizlemek istiyoruz karar verdik- demişti, bu kararı uygulasaydı, (tabii Rusya’nın desteği de olmalıydı) durum farklı olabilirdi ama Türkiye -Rusya’yı harekete geçirmek suretiyle Suriye buna tevessül etmesin çünkü o taktirde kitlesel mülteci akımı olur bunu kaldıramayız, ayırıcı unsurlarla belki baş edemeyiz ama mutedil olanları silah bırakmaya ikna edebiliriz- dedi. Rusya bunu Esad’a kabul ettirdi, Türkiye elinde silah olanları bıraktırmaya çabaladı ama başaramadı. Rusya’nın ve İran ın bu konuya bakışı Türkiye’den çok farklı.

—masaya gelecek seçenekler—

SORU: Diyalog başlasa bile çözüm çok zor görünüyor öyle mi?

YAKIŞ: En başta Suriye yönetimi o kadar töhmet altında bırakıldı ki karşı taraf, ikide birde YouTube’da Esad hakkında söylenenleri tekrar ediyor. Kolay olmasa da tek çözüm iki hükümet arasında bir mutabakat. Kaldı ki bir de Türkiye’nin kuzey Suriye’deki Kürtlerle ilgili politikası Suriye hükümetinin de işine gelebilecek bir politika, tabii ki Suriye hükümeti otonom bölgede Kürtlerin  güçlenmesini istemez. Çözüm nasıl olacak bilmiyoruz ama ben bir kaç senaryo tahayyül edebiliyorum.

1-Esad hükümetinin 1. Tercihi desantralizasyon olabilir. Yani Kürtlerle meskun olan yerlerde Kürtçe konuşulması, ilkokullarda Kürtçe okutulması, belediyede yazışmaların Kürtçe yapılması gibi bir şey tercih edecektir…

2. Tercihi, sınırları belli, Afrin gibi yerlerde Kürt enclave yönetimler olabilir, yani  her türlü karar inisiyatifinin Kürtlerde olduğu böyle bir çözüm düşünebilirler. İşler kötüye giderse.

3- Eğer Suriye dağılmaya yüz tutarsa bir otonom bölge kurulabilir, Kuzey Irak’taki Kürtler nasıl otonom bir bölge ilan ettiyse ve halen yürütüyorsa, Kuzey Suriye’de de bu bir seçenek olabilir.

4- Kuzey Suriye’de bağımsız bir Kürdistan kurulması…

—düğme yanlış iliklendi—

SORU: Türkiye nasıl karşılar bu seçenekleri?

YAKIŞ: Türkiye’nin tercihi, Beşar Esad’ı, Kürtleri de işin içine katarak, uluslararası camiayı da alıp Kuzey Suriye’deki nüfus olayını değiştirecek bir çözüme razı etmek. Yani, Kürtlere -siz bugün Rusya ve ABD’ye güveniyorsunuz ama bir gün onlar çekilir, oysa biz Kürtler ve Türkler buranın yerlisiyiz, aynı derenin suyunu içiyoruz, aileler içiçe geçmiş, birlikte yaşamak zorundayız, siz Kürtler olarak buranın nüfus tertkibini zorla değiştiremezsiniz- demek. Oysa Af Örgütünün raporuna bile yansımıştı, Kobani olaylarından sonra DAEŞ oradan çıkarıldığında boşalttığı yerlere, Kürtler başka yerlerden Kürtler getirerek, Kürt olmayanların ürünlerini evlerini yakmak suretiyle oradaki Türkmenleri, Keldanileri, Ermenileri caydırmaya çalıştı. Kürtlere bunu yapamazsınız demeli. Türkiye  Esad’la görüşülürken -bunlar yerinde otursun, sen de bir şey yapma, onlar da bağımsızlık yönünde çaba sarfetmesin- denilmeli, oysa şimdi Türkiye bu söylediğimin tersini yapıyor. Orada 35 bin bina inşa edilecekmiş, kimin arazisinde kimi oturtacaksın? Tahran’daki zirvede hem Rusya hem İran, -insanları orada oturmaya mecbur tutamazsınız asıl yerlerine gitmeleri gerektir, sizin buna çalışmanız lazım- dedi. Türkiye ise -ben bu binalar inşaa edeceğim, insanları zorla oturtacağım- inadında, peki bunu kimin toprağında, kimin yerinde yapacaksınız? Oradaki adamı buna nasıl mecbur edeceksiniz? Bina yapmakla iş bitmiyor ki, sürülecek tarlaya, fabrikaya, yatırıma ihtiyaç var. Üstelik Türkiye’nin buna ekonomik gücü de yok ama ilk düğme yanlış iliklenince yanlışlar böyle devam ediyor

—yolda çukur çok—

SORU: Peki diyalog ve çözüm arayışı başladı diyelim, sonrası nasıl gelecek? Bir sürü silahlı unsur da var orada?

YAKIŞ: Farzedelim oldu, yolda içine düşürecek öyle çok çukur var ki. Mesela İdlib‘de Türk sınırına çok yakın yerlerde Çeçenler var, Rusya onların orada yok edilmesini istiyor. Çünkü oradan bir yolunu bulup dönecek Çeçenlerin Rusya’nın başını ağrıtacağı endişesi var. Aynı şekilde orada Doğu Türkistanlı Uygurlar var. Yani Türkiye onları da  kabul etmese bir türlü etmese bir türlü… çünkü kabul etse Çin diyecek ki -Uygur vatandaşı Çin vatandaşıdır, suçluların iadesi anlaşmasına göre onları bize iade et-  kendi elinde tutsa Çin’le olan ilişkileri bozulacak, neresinden tutsanız iki tarafı pis bir değnek.

SORU: Yani hikayedeki gibi -biz bu herzeyi niye yedik?- noktasına mı geleceğiz o zaman da?

YAKIŞ: Er veya geç bir yerden başlamak lazım, tabii Suriye makamlarının da -Türkiye bir yanlışlık yaptı ama biz bunları unuttuk geçtik- diyeceğini zannetmiyorum. Yüzbinlerce insan öldü. Bu ölümlerden Türkiye’yi sorumlu tutanlar olacak, kamuoyunda yönetime baskı artacak ama bir yerden başlamak lazım. Mümkünse bugün, hatta bu akşam diyalog başlamalı.

SORU: Sonunda Esad’a yeniden Esad denilecek mi yani?

YAKIŞ:  Cumhurbaşkanının bile düzeltmeye cesaret edemediği bir yanlıştır bu. Onların söyleyişi Esed de değil, Esad da. Türkçede Suriyelileri hiç etkilemeyen bir form yarattılar.

BÖLÜM 2

AKP’nin eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile söyleşimiz sürerken, Suriye ile sıcak gelişmeler dışında, aklımı hala kurcalayan kimi yaşanmışlıklara da yanıt aradım. Bunların başında “AKP’nin değişimi” geliyordu doğal olarak, sonra  Yakış’tan “Kaşıkçı cinayetine engel olabilir miydik?” Diye geriye dönük bir değerlendirme yapmasını istedim. Kamuoyunda da çok tartışılan “Cumhurbaşkanı dünya liderleriyle yaptığı görüşmelerin kaydının tutulmasını neden istemiyor?” Sorusuna da görüşmemizde yanıt aradım.

İşte söyleşimizin ikinci bölümü:

SORU: Oxford tarafından bile hala aranan bir konuşmacısınız, oysa AKP’nin kurucusu ve ilk Dışişleri Bakanıydınız, sonradan sizi kuruculuktan bile çıkardılar, neden böyle oldu?

YAKIŞ: Bana kuruculuk Sayın Abdullah Gül tarafından önerilmişti, parti programını hazırlayan gruptaydım. Bilkent Otelde sabahlara kadar sürdürdüğümüz çalışmalar sırasında programın -dış ilişkiler faslı-nı ben kaleme aldım, en çok vurguladığım şey, Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımıydı, -Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana en önemli çağdaşlaşma projesidir” dedim… Benim hazırladığım metnin virgülüne bile dokunmadan yer verdiler programda. Sonra Kıbrıs, Ortadoğu, Rusya ve AB ile ilişkiler üzerinde partimizin görüşlerine yer verdim, bu metin halen geçerli olan metindir. Erken seçim kararı alınıp palas pandıras seçime gidildiğinde bu metin AKP’nin seçim bildirgesi oldu. Sonraki süreçte ise ben politikaya devam etmek istemediğimi defalarca Erdoğan’a aktardım, hatta şöyle bir konuşma geçti aramızda:

 - Elimden gelen her türlü katkıyı sundum ama ben siyasete ilgi duymuyorum, ayrılayım istiyorum ilk seferinde kabul etmediniz ama peygamberimizin güzel bir sünneti var, (sofradan karnın doymadan kalkacaksın)  ama Cumhurbaşkanı, (ya Yaşar Abi, yapacağımız güzel işler var ama sen beni en zayıf yerimden vuruyorsun) diyerek yine ısrar etti. Oysa ben Oxford’a  konuk profesör olarak davet edilmiştim, torunum da yeni doğmuştu o yüzden gitmek istedim. Sonraları Beştepe’den bir telefon aldım, -yurtdışında bizim politikalarımız doğru dürüst bilinmiyor, makaleler yaz, bunun için en iyi adres Today’s Zaman gazetesi- denildi. Hatta Egemen Bağış’la bir uçak yolculuğunda yan yana düştük, o da aynı şeyleri ısrarla söyledi. Haftada bir gün oraya makaleler yazmaya başladım.  Sonradan orada yazıyor olmam benim için bana karşı bir unsur haline dönüştü. Oysa ben onun politikası ile ne ilgilenirim ki. Sadece o ricayı yerine getirmek üzere başlamıştım.  Bu, sonradan partiden ihraç sebebi olarak gösterildi. -İhraç ediyorsanız edin- dedim, -yollarımız ayrılıyorsa memnuniyetle- dedim. AKP’nin kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığına bizzat götüren adam benim, bu gerçek geri alınabilir mi? Birisinin mezar taşında yazan ismi, ona kızdığınızda mezar taşından kazıyacak mısınız? Yani sonuçta bu işler partinin inceliklere özen göstermeyen adamlarının elinde kaldı.

—-Kaşıkçı cinayeti—

SORU: Suriye politikasını eleştiriyorsunuz, yıllarca Şam’da diplomat olarak görev yaptığınız için gözlemleriniz önemli. Aynı şekilde Riyad’da Büyükelçiydiniz. İstanbul’da, Suudi Konsolosluğunda yaşanan Kaşıkçı cinayeti ilişkileri alt üst etti ama şimdi Cumhurbaşkanının U dönüşünü izliyoruz. Bütün bunların sebebi ekonomideki darboğaz mı?

YAKIŞ: Ekonomik durumdan ziyade olaya ben şöyle bakıyorum. Böyle bir olayın ardından Türkiye ve Suudi Arabistan sonsuza dek düşman kalamazdı er-geç olayın üstüne bir sünger çekilirdi. Ancak orada Türkiye’nin yapmaması ve yapması gereken şeyler vardı, yapması gerekenler mesela şunlardı:

1-1963 tarihli Viyana Konsolosluk sözleşmesi. Konsoloslukların dokunulmazlığı sadece arşiv içindir, arşive girilemez, yoksa ciddi bir şüphe varsa, böyle ciddi bir suç işleniyorsa binaya girilebilirdi. Cinayet işleniyor orada, kapıyı kırıp girebilirdik.

2- Konsolosların görevlerinin gereğinden ötürü dokunulmazlığı vardır, yani diğer diplomatlardan farklıdır durumları. Havaalanına kurye çantası götürüyor mesela, polis durduruyor. Diyebilir ki, -ben kurye çantası götürüyorum sen beni durduramazsın- diyebilir. Ama burada adamı öldürüyorlar. O adamı öldürmek onların görevleri meyanında değil ki. Böyle bir işten ötürü Türkiye’nin hemen tutuklama imkanı  vardı bunu yapmadı.

3- Şimdi o gün, adamın doğrandığı, asitle yok edildiği saat 17.30’da ortaya çıktı. Adamların uçağı 18.00 de hareket edecekti. O yarım saatte durdurulabilirdi uçak, bunu da yapmadık. Hatta ikinci bir uçak daha vardı, Irak üzerinden gidecekti o uçak, Haymana üzerindeyken -dur,  yoluna devam etme- denildi. Uçak bu talimat üzerine semada dolaşmaya başladı ancak sonra uçağa devam izni verildi…

Şimdi yapmaması gerekene bakalım:

Böyle bir olay olduğu zaman Cumhurbaşkanının çıkıp da -biz bunu yakalamasını biliriz hesabını sormasını biliriz- diye açıklama yapması yerine sözcülerden birine bir metin hazırlattırılır, diplomatlar gayet iyi bilir, bir beyanda bulunulur ve Cumhurbaşkanı söylediği sözü geri alma durumuna düşürülmez. Bütün bunları üst üste  koyduk şimdi en başa dönelim. Böyle bir olay oldu diye Türk- Suudi ilişkileri gergin-küs kalamaz mümkün değil.

—bürokratlara güvenmiyor—

SORU: Cumhurbaşkanının açıklamaları hep tek başına yapmak istediği ortada, hatta yabancı muhataplarıyla görüşürken de yanında deneyimli diplomatları bulundurmuyor, devlet işleyişinde  bu doğal kabul edilebilir mi?

YAKIŞ: Dünyada bu işi ciddi yapan ülkelerde mutlaka kayıt tutulur, dosyasına konulur, orada muhafaza edilir. Bu işleri ilk başta Turgut Özal gevşetmeye başladı. Şimdi de Cumhurbaşkanının da bürokrasiye güvenmediği anlaşılıyor, zaten en başta da bürokrasiyi karşısında görüyordu, güvenmiyordu. O Özal’la başlayan geleneği şimdi Cumhurbaşkanın sürdürdüğü anlaşılıyor, yani muhtevayı sadece güvendiği insanlarla paylaşmak istediği, dosyalara yansımasını istemediği anlaşılıyor ki, çok yanlış bir şey…

—Cumhurbaşkanının azarı—

Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’la sütlü kahve eşliğindeki sohbetimizin sonunda “AKP’deki değişimi nasıl bulduğunu” da sordum şöyle yanıt verdi:

YAKIŞ: Bir toplantıda AKP’li Belediye Başkanlarından birini sert biçimde azarladığına tanık olmuştuk. Başkan, Peygamberin hadislerinden birinde -karınızı hafif hafif dövebilirsiniz- dediğini öne süren bir kitapçık dağıtmıştı. Cumhurbaşkanı, -senin görevin bunlar değil, sen çöplerin alınması, ulaşımın düzgün işlemesinden bahset, kes böyle konuşmaları- demişti.

Ben de, “acaba Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesini yürürlükten kaldırırken ne düşünmüştü?” Sorusunu aklımdan geçirdim ama sorunun muhatabı Yaşar Yakış olmadığı için susmak zorunda kaldım. Yorum sizin…

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar