Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu

Prof. Dr. Sema Kalaycıoğlu


Zoya El-Miari’in Gözünden Gazze ve Ukrayna

Zoya El-Miari’in Gözünden Gazze ve Ukrayna

Zoya El-Miari [1] Filistinli bir baba ile Ukraynalı bir annenin çocuğu olarak Lübnan’daki bir mülteci kampında büyümüş. Şimdi 20 li yaşlarda. Kimlik arayışını bir karmaşa haline getirmemiş, kin, nefret ve intikam duygularını kendine yordam etmemiş bir genç. Güleç, iyi eğitimli, ışıltılı ve geleceğe umutla bakan bir insan. Christian Amanpour’un 22 Nisan 2024 deki programında [2] onunla Hari Sreenivasan bir söyleşi yaptı. İlgiyle izledim. Zoya’nın ağzından çıkan her sözcüğün yüreğinden kopup, aklının eleştirisel süzgecinden geçtiği, çocukluğundan beri yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını akıl ve duygularını harmanlayarak değerlendirdiği ortadaydı. Kendi deyimi ile “tek bir belgedeki çifte kimlik” ona bir ayrıcalığı, büyük bir iç çelişki ile birlikte vermişti. Bu nedenle şimdi Gazze ve Ukrayna’da olanları onun gözünden görmek, ilginç ve aynı zamanda gelecek açısından düşündürücüydü. Sıradan insanlar için zor olan koşullar, çatışma bölgelerindeki karma evlilik çocukları için çok daha zor olmalı. Zoya, iki farklı çatışma coğrafyasının çocuğu.  Tabii beterin de beteri var. Ukrayna savaşında Rus anne ile Ukraynalı babanın veya eğer varsa Gazze savaşında Yahudi anne ile Filistinli babanın çocuğu olmak da vardı. Zoya, kendi zorlukları içinde bir yol bulmaya ve başkalarına yol göstermeye çalışanlardan.

Kimlik Sorgulamanın Zorluğu

Zoya, ailesi ile Lübnan’daki en büyük Filistinli mülteci kampı olan Ain al-Hilweh veya Ein al-Hilweh (Tatlı Doğal Pınar) de büyümüş. Önceleri 70.000 i aşkın Filistinlinin yaşadığı kampa, 2011 Suriye iç savaşından sonra yeni mültecilerin katılmasıyla kampın nüfusu 120.000 i geçmiş ve hayat daha da zor hale gelmiş.  Ailesiyle tek göz odada yaşayan Zoya, kardeşleri UNRWA [3] okullarına devam ederken, özel bir okulda ve zengin çocukları ile birlikte okumuş. Ama sınıf arkadaşlarına bir kampta yaşadığını söylemekten hep utanmış. Değiştiremediği koşullardan dolayı utanarak büyümek, arkadaşlarını evine çağıramamak yüreğinde buruk bir acı bırakmış. Başkalarının yaşantısına öykünmemiş. Belki de buna zamanı olmamış. Ama hep koşulların muhasebesini tutmuş. Sorular sormuş, cevaplar aramış.

İsrail’in, Lübnan’a yeniden bir askeri harekât başlattığı 2006 yılında, daha önce olduğu gibi babası onu kardeşleri ve annesiyle birlikte Ukrayna’ya göndermiş. Barış içinde geçen Ukrayna günlerinde, hep babasını özlemiş, onun yaşamından endişe etmiş ve daha o tarihte neden babasının ve dedesinin kendileri gibi gidecek bir yeri olmadığını sorgulamaya başlamış. Evet, annesi nedeni ile o “tek belgedeki” iki kimliğinden biri ona bir ayrıcalık sağlamış. Ancak o, buna karşılık, özlem çekmek zorunda olduğu için hep hüzünlenmiş. Babasının ve 1948 de geri dönmemek üzere Filistin’den ayrılan dedesinin “vatansız” olmaları nedeniyle mülteci kampından ayrılamamaları onu hep incitmiş. Öldüğü güne kadar dedesinin, bir gün belki geri dönebileceği umuduyla Filistin’deki evinin anahtarlarını yanında taşıması, onu küçük yaştan itibaren haksızlıklara karşı duyarlı hale getirmiş.  Zaten sonunda anahtarlar, dedeyle beraber gömüldüğünde insan yaşamında sembollerin önemini değerlendirmiş.

“Benim Evim Neresi?” Sorusuyla Başlayan Vatan Arayışı

Zoya bölünmüş ailesini bir arada tutan kısa barış dönemlerinde, baba vatanı olarak bildiği Lübnan topraklarına karşı duyduğu sevgi ve bağlılığı, söyleşide küçük bir çocuğun bir yere demir atma ihtiyacının güzel bir özeti olarak sundu. Nihayet 2021 de tam Ukrayna’da yaşamaya başlamışken 2022 de Rusya-Ukrayna savaşı patlayınca bu defa ailesi ile birlikte yeniden mülteci olmuş. Bu defa hep birlikte önce Polonya’daki bir mülteci kampına yerleşmişler. Sonra İsviçre onlara kucak açmış. Ama kafasında hala o büyük soru işareti: “Benim evim neresi? Filistin mi? Lübnan mı? Ukrayna mı? İsviçre mi?”

Ukrayna ve Lübnan arasında mekik dokuduğu yıllardan sonra, anavatanından bu defa Ukraynalı bir mülteci olarak ayrılmak zorunda kalınca şükran duyduğu Polonya misafirperverliğine karşı, neden kimliğinin yarısı olan Filistinlilerin dünyanın her yerinde terörist ve barbar muamelesi gördüğünü, buna karşılık Ukraynalı mültecilere sevgi ve önyargısız yaklaşıldığını anlayamadığını söylüyor. Ama bu ayırımcılığı sorgularken bile Zoya’nın yüzündeki gülümseme hiç kaybolmuyor. Bu yeni travma ile daha büyük düşünmeye ve kendini artık bir “kader kurbanı” değil,“ barış ve adalet savaşçısı” olarak görmeye başladığını söylüyor. Gerçeklerin ayırdını yapması önce Gazze ve Ukrayna arasındaki benzerlikleri sınıflandırmasına yardımcı olmuş. Gazze veya Ukrayna gibi benzer olayların yaşandığı her yerde bunların aynı olmasının belki çözüm arayışlarına yardımcı olabileceğini düşünmeye başlamış. İkilemlere gelince, bunları,

  • İstila, işgal, toprakları alınan, yerinden, yurdundan edilen insanlar;
  • Dağılmış aileler, özlem ve yaşama tutunma kararlılığı;
  • Yaşadığı için duyulan sevince karşılık, ölenler için duyulan suçluluk;
  • Kırılması kolay olmayan şiddet döngüsüne karşı döngüyü kırma çabası;
  • Barış ihtiyacına karşılık kızgın, birbirine hınç duyan ve karşılıklı olarak intikam duygularını törpüleyemeyen insanlarla barışmanın zorluğu olarak açıklıyor.

Barışın Yapı Taşını Bulmak için Diğer Tarafı Anlamak 

“Ben ne yapabilirim”? Diye düşündüğünde, daha fazla öğrenmesi gerektiğine karar vermiş. Zoya, 2022 de Polonya’ya mülteci olarak gidince, bir süre sonra Auschwitz-Birkenau konsantrasyon kampını görmek istemiş. O kamplarda işlenen insanlık suçlarının bugüne, dünyadaki ve İsrail’deki Yahudilerin yaşamına ve düşünce biçimlerine nasıl yansıdığını değerlendirmeye çalışmış.  O gün insanlık suçu işlenmesine yardım eden propaganda ile bugün Ukrayna ve Gazze’de işlenen insanlık suçunu mazur göstermeye çalışan propagandanın farkı olmadığını düşünmüş. En önemli benzerliğin yaşam hakkı elinden alınan insanlardan sonra geride kalanların acıların üstesinden gelme mücadelesi olduğuna karar vermiş. Auschwitz-Birkenau’da gördüklerinin Yahudileri anlamasına yardımcı olduğunu söyleyen Zoya, bunların asla Filistinlilere reva görülen mezalimi meşrulaştırmadığını düşünerek şu soruları sormuş:

  • Geçmişte bunca acı ve zulmü yaşayan insanlar nasıl böylesine acımasız olabilir?
  • New York’tan veya başka yerlerden İsrail’e, kendilerine “vaat edilmiş” topraklarda yaşamaya gelen Yahudiler, neden ve nasıl 1948 den beri köklerinden koparılan Filistinli mültecilerin benzer haklarını görmezden gelir?
  • İsrail hükumetine direnen İsrail vatandaşlarının diğerlerinden farkı nedir?[4]

Bu gün hala işlenen insanlık suçlarına dünyanın dur diyemediğine dikkat çeken Zoya,  İsrail’de ve dünyanın her yerinde Gazze savaşının durdurulması için direnen İsraillilere şükran duyduğunu söylerken, baba vatanı ve anavatanı için aynı üzüntüyü duyduğunu belirtiyor. Günün birinde Rusya, Ukrayna topraklarından, İsrail de işgal ettiği Filistin topraklarından çıkar mı? Diye sorarken, barışın “en yüksek evrensel değer” olması gerektiğini, ama adaletin olmadığı yerde nihai barışın hiçbir zaman olamayacağını söylüyor.

[1] Palestinian and Ukrainian Refugee / Peace Ambassador for One Young World; Hemşirlik eğitimi almış ve Sosyal Psikolog olmak amacında.

[2]  Palestinian-Ukrainian Refugee Zoya Miari: “Both Sides of Me”, YouTube, Amanpour and Company, Apr 22, 2024

[3]  Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu

[4] Bu gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir konu. Bence laik dünya görüşünün, “yurtta sulh” düşüncesini kutsamanın; herkes için hak, hukuk ve adalete inanmanın bunda etkisi büyük. Ne dersiniz?

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar