Murat Bayar

Murat Bayar


Önce söz vardı ve söz algıydı!

Önce söz vardı ve söz algıydı!

Kızım beş yaşındayken, izlediğimiz filmlerdeki karakterlere bakıp, “Hangisi iyi?” diye sorardı.

Geçmişte, iyiyi-kötüyü ayırt etmek kolaydı.

Günümüz cangılındaysa, kötüler iyi postu ile geliyor.

Aslında insan beyni gerçeğin kabul edilemeyecek kadar sert olduğunu varsayarak, sağ ve solun yerini değiştirmiş. Ve disleksi diye ifade edip, neredeyse engelli muamelesi yaptığımız kişiler, solu da sağı da olduğu gibi, yani gerçeği görürken, doğruyu gördüğümüzü zannederken bizler, her şeyi ters görmüşüz!

Tom Cruise’nın 2013 yapımı bir filmiydi, Oblivion. Dünya’da bilinen hayat yok olmuş. Kalan bir avuç insana anlatılan ve robotları yenerek, zafere ulaştıkları hikâyelerine kendini inandıran kahramanımız, nihayet anlıyor ki, gerçekler bunun tam tersi ve kendisi de sadece kendini insan zanneden bir robot!

Bunlar filmlerde oluyor, gerçeklerden bu kadar da uzaklaşamayız ki, diyeceksiniz!

Peki, hiç düşündünüz mü Q klavyeyi neden kullanıyorsunuz? 

Bunu bir sosyal deneyle, 2012‘de Psikonomi çalışmamda sorduk. 

Tümü beyaz yakalı, kadınlı erkekli örneklemimizin hepsi, “daha iyi” olduğu için anlamına gelen sözler kullandı. Buna karşın hikâye bundan epeyce farklı! 

ABD’li Sholes’un keşfettiği yazı makinasında (ki bu daktilodur) harflerin arkasındaki kollar birbirine çarparak kırılıyordu. Çözüm, daha yavaş yazmaktı. Bunun için de harfleri yavaş yazmak üzere kurgulamaya karar verince, “Klavyemizi pazarlayan şirketin adını hızlı yazsın, geriye kalan tüm dilleri ağır yazabilir” denilmiş.

Q klavyeyi pazarlayan şirketin adı: TYPE WRITER!

Bilgisayara geçildikten sonra, tabii ki ağır yazmanın hiçbir gereği kalmamış. Ve toplumlar, C ya da A gibi kendi ulusal klavyelerini alırken, Türkiye de F klavyeyi kurgulamış. “F” klavye ki, 6 kere dünya şampiyonu. Ve Q’ya göre, Türkçeyi çok daha hızlı yazıyor.

İşte böyle bir tabloda pazarlamacılar devreye girerek, sosyal bir deneye soyunmuşlar. 

Biz, dünyanın çöpe attığı Q klavyeyi, Türklere, “en iyi” olarak pazarlayalım!

Türkiye’de yapılan klavye satışlarının, kabaca yüzde 92’si Q ve yüzde 8’i, F klavye şeklindedir.

Yani, “en iyi” diye Q klavye kullanan, beyaz yakalılarımız, aslında halen yazı makinesinin keşfindeki o sponsor firmanın güzellemesini yapmaktalar.

Algının kodlarını etimolojide görmek mümkün.

Arapça’da, şeytan “L B S” harfleriyle yazılıyor, aynı zamanda bu elbise ya da örtülü anlamına da geliyor. Yani, şeytan olmadığı biri gibi gelir, diyor.

M.S. 415’te yaşayan dönemin en güzel kadınlarından, filozof, matematikçi ve astronom Hypatia, yobazlar tarafından eti parça parça edilerek, vahşice öldürülmemiş miydi? 

Adını, papatya çiçeğinden alan Hypatia’nın unutulmasını; ama o’nu parçalamalarının her daim anımsanmasını istememiş miydi kötülük? 

Ve papatya falı diye, size yapraklarını kopartırken, aslında Hypatia’yı 1606 yıl önce parçalayanların ritüelini tekrar ettirip, tüm bilim insanlarına ve masumlara parmak sallatmıyorlar mı? 

Bir belediye başkanına, “İslam’da yeri olmadığı artık Türkiye’nin tanınmış profesörleri tarafından da açıklandığı halde, neden siz de kandil kutlaması yapıyorsunuz?” diye sordum. Yanıtı öğreticiydi:

“Kandilin İslam’da yeri olmadığını, o akademisyenler konuşmadan önce de biliyorduk.

Ama bir şey daha biliyoruz. Kalabalıklar cahildir ve gürültüleri sağır edicidir!

Kalabalıkları, yanlış yapıyorsunuz diye uyaran, o akademisyenleri, bu açıklamalarından sonra ekranda gördünüz mü?

İslam’da, kandil gibi türbeye de yer yok. Toplum kendine, kendince bir din kurmuş. 

Belki onlar da farkında. 

Ama bu dini sanrılarını, hayatının en değerlisi yapmış, hırsızlığa, haksızlığa, açlığa, pedofiliye ses etmeyen kalabalıklar, iş bu yanlışlardan vazgeçmeye gelince bizi linç ederler!”

Öyle ya, 1950 ile 1974 arasında sağ iktidarlar tüm bu haksızlıkları yapmış. Ama daha önce de seçim meydanlarında, “Türkiye nurlu ufuklara yürüyecektir!” diyerek, aslında, ABD’ye “sana koşulsuz biat edeceğim” dememiş miydi?

Bu sloganı atanlara iktidara giden yol, kırmızı halılarla kaplanmış, onlar tarihi eserleri yok ederken, Osmanlıcı; Türkiye’yi İMF’ye, halkı faize bağlarken, diplomasi dehası; yüz binlerce Mehmetçiği ABD için Çin’e tanesi 22 sent’e öldürtürken vatanperver olmamış mıydı?

Kendini İslamcı diye tanımlayanlar, 6. Filo’yu Kâbeleri yapmış, “Ne Amerika ne Rusya, tam bağımsız Türkiye” deyip, ABD askerini kovanlar asılmamış mıydı?

38 insanı Madımak’ta yaktıktan sonra, aynı yeri dönerci yapan kötülük, 8 sene odun ateşi yakarak aynı ritüeli devam ettirmemiş miydi?

Bizler, tıpkı Yakup Kadri’nin Yaban’ında, Atatürk’ün subayını kimsesizler mezarlığına atan, köylüler gibiyizdir.

Bir de kötülüğün böylesine hâkim olduğu bu dünyada üstenciler var! 

Oğuz Haksever’den dinlemiştim. Kopenhag’ta bulunduğu dönemde, köpeksiz taksi çağrıldığını duymuş. Ve sonunda öğrenmiş ki, bu söz, “Mülteci olmasın, Danimarkalı sürücü istiyorum” anlamına geliyormuş. Başka bir ifadeyle, size Kopenhag kriterlerini kendi standartlarıymış gibi gösteren, yapının kendisi bizatihi ırkçı!

Reçete de sistem de hep aynıydı.

Sistem demişken, tanıdığım bir iş insanı hayat dersini, bana şu sözlerle anlatmıştı: “Senin karakterinde birini şirketlerimize neden CEO yapmayız, biliyor musun? Sen, mağdurlara merhamet ediyorsun. Oysa bizim sistemimizde daha çok kazanmak için psikopat bir yöneticiye ihtiyacımız var!”

Yanlış anlaşılmasın, tabii ki kurumlar ve markalar hep iyiden yanadır!

İyi ama bu kadar “kötülük ve yalan” nasıl oluyor da ortaya çıkmıyor, diyeceksiniz.

Binlerce yıldır bu konudaki yöntem hiç değişmemiş: “Bilgiye erişimi zorlaştırıp, doğruyu söyleyeni hain ilan edeceksin. (Bu mümkün değilse, gerçeği dezenformasyonla gizleyeceksin) Sivrilen kişiyi değil, ama itibarını bitireceksin!”

Bu büyük sırrı keşfeden tarih yazıcılar, “İyilik-kötülük yoktur, kazanmak vardır!” kadim öğretisiyle hayata hazırlarlar müritlerini asırlardır!

Bu reçete, devletlerin de diplomasi dediği büyük disiplinin anayasasını oluşturmuştur.

Halk asırlar boyunca, kötüleri ilahlaştırıp onlara tapmış. 

Kurtarıcı dedikleri tarafından ya katledilmiş ya da sömürülmüştür. 

Yöneticiler böyle olunca, bu kofluk aşağıya da sirayet etmiş. Kavramların içi boşaltmış.

O halde, iyilik nedir, kötülük nedir?

İyilik ve kötülük aslında görecelidir. Buna karşın, dinler, kadim kültürler ve öğretiler, iyiliği, “söz” ile ilişkilendirmiş.

Önce Söz vardı! Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı! Hıristiyanlıkta, “Söz” ile Hz. İsa kastedilse de düz anlamıyla da sözü her şeyin merkezine, Tanrı’nın bile önüne koymuş. 

Yani diyor ki, tüm hayatınızı bir kefeye koysalar ve diğer kefeye de tutmadığınız bir sözü… 

Tüm hayatınız bir söz etmeyebilir! 

telif

Makale Yorumları

  • Okan03-05-2021 17:28

    “Yani diyor ki, tüm hayatınızı bir kefeye koysalar ve diğer kefeye de tutmadığınız bir sözü…”Yine mükemmel bir yazı ortaya çıkmış Murat Bayar’ın kaleminden.Emeğine sağlık!

  • Seçil Dereli03-05-2021 11:36

    Gazetecilik dünyada olan biten hakkında olabildiğince fazla ve doğru bilgi vermekten ötedir bence. Murat Bayar'ın yazısında olduğu gibi güçlü bir entelektüel birikim de gerektirir. Bu yazı, medyada uzun süredir maalesef göremediğimiz lezzeti, keyfi içermesinin yanı sıra son derece enteresan ve de sıra dışı. Teşekkürler Murat Bayar. Emeğine, kalemine sağlık.

  • Rafi02-05-2021 16:17

    Çok yönlü bir birikimin yansımalarını taşıyan , okurken keyif veren ,bilgi hazinesine ışıltılar tutan bir yazı. Elinize ,gönlünüze sağlık Murat Bey

  • Mehmet Arel02-05-2021 09:42

    Çıtayı yükseltmişsiniz Usta!

  • Yeliz Rayiha02-05-2021 08:21

    Uzun süredir okuduğum en iyi, en etkileyici yazı.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar