Cüneyt Akman

Cüneyt Akman


"İlk taşı hiç günahı olmayanlar atsın" mı diyelim?

"İlk taşı hiç günahı olmayanlar atsın" mı diyelim?

Gazetecilikte de "ilk taşı hiç günahı olmayanlar atsın" diyelim mi?
**
Aslında 12 Mart, darbeler ve anayasalar üzerine yazacaktım. Hâttâ yazdım da… Fakat gelin, “anlamlı günler”e yakın olma güncelliğinden, bir başka güncellik için şimdilik vazgeçelim.

Gelin şu son günlerde tartışılan bir olay vesilesiyle medya etiği, basın etiği, gazetecilik etiği işte her ne demeyi tercih ederseniz ondan bahsedelim.

Enver Aysever’in İzmir Belediyesi ile yaptığı bir çalışma medya ve sosyal medyada eleştiri konusu oldu. Eleştirilerde haklı yanlar var.

Diğer yandan o eleştirileri yapanların neredeyse tamamı aynı yanlışların mislini yapmışlardı; belki hâlâ da yapmaktalar.

Nereden biliyorum?

Mesela değerli kardeşim Murat Ağırel’le Zamanın Ruhu programında AKP dönemi İstanbul Büyükşehir Belediyesinde, Kültür A.Ş üzerinden iş yapan basın mensuplarının ipliğini haftalarca pazara çıkardığımız için biliyorum.

Peki, “karşı taraf”ın yanlışları bizim yanlışlarımızı, hâttâ bu yanlışlar onlarınkilerle ne nitelik ne nicelik olarak aynı mikyasta olmasa bile, affettirir mi?

Elbette ettiremez ve ettirmemeli.

Niye biliyor musunuz?

Çünkü, bizler meseleleri ta temelden temizlemek zorunda olan bir nesiliz. Muhtemelen bizden sonraki nesil de aynı görevle mükellef olacak.

Niye biliyor musunuz?

Çünkü artık bu “bina”nın tavanını aktarmak yetmiyor; ta temelinden düzeltmek gerek.

Binanın temelinde ne o var, ne bu var; o temelde sadece “ahlak” deyin “etik” deyin işte yine ne derseniz, sadece o var.

Bütün toplum olarak “utanma duygumuzu yeniden kazanma mücadelesi” var o temelde…

En nihayet meslekî etik sorunu var.

Düşünün bir kere, kâr hırsıyla kötü bina yapan müteahhidi yerin dibine batırıyoruz ve haklıyız.

Ama o projeye imza atan ve sonra denetlemeyen özel veya kamudaki meslek erbabını, mesela mühendisleri ne kadar konuşuyoruz?

Aynı örneği tıptan, doktorlarımızdan da verebilirim, başka mesleklerden de…

Bir toplumu pek çok sütun ayakta tutar ama o sütunların en önemlileri bazı meslekler, batılıların “profession” dediği mesleklerdir; mühendis, avukat, doktor, öğretmen, vs, vs…

Olur olmaz yerde kullanageldiğimiz “profesyonel” kelimesi aslında bir meslek sahibi olan ve o mesleği hakkıyla icra eden demektir.

O zaman gelin, sosyal medyada daha şimdiden bir miktar adaletsizliğe kaçan ölçüde Enver’e vurma kolaycılığına kendimizi kaptırmadan…

Ama “ilk taşı hiç günahı olmayan atsın” diyerek konuyu geçiştirmeksizin…

Somut olayın dedikodu çekiciliğine kendimizi kaptırmaksızın, gazetecilik etiği konusunu konuşalım az biraz.

Önce meseleyi biraz daha, hatırlayalım; sonra dostu da düşmanı da döveceksek -ama kendimizi de kantara vurup önce- o dövmeyi yine yapalım.

AHLAK NEDİR ETİK NE: KURALLAR BİZİ KORUR MU?

Ahlak kelimesi yerine niye etik kelimesi yaygınlaşıyor? İsterseniz oradan başlayalım.

Felsefe değil de bir meslek hakkında konuşuyorsanız ahlak kelimesi daha genel bir tutuma atıf yapar.  “İyi” olmaya yönelik anlayış ve genel düşüncelere, prensiplere…

Etik ise daha pratik davranış biçimlerine, uygulamaya yön veren daha pratik ilkelere, o meslekte müsaade edilen veya edilmeyecek şeyleri teşhis etmemize yarayan kılavuz mahiyetindeki yönergelere...

O nedenle mesela yalan söylememek bir genel ahlak kuralıdır. Öte yandan, yazılan bir haberde nesnel davranmak ve haberi farklı kaynaklardan olabildiğince doğrulatmak, tek kaynağa dayanmak zorunda kalındığında da bilgiyi kesin bir olgu olarak değil o kaynağı mutlaka belirterek ona atıfla, bu da mümkün değilse ancak ihtiyatla ve bir “iddia” olarak vermek bir medya etiği kuralıdır.

Burada bahsettiğimiz meslekî etik, elbette ki ahlaki standartlara yaslanan bir kurallar kılavuzu bütünü olmakla beraber, uygulaması o kuralları söylemesi yahut yazması kadar kolay değildir.

Çünkü bazen kurallar çelişir. Buna etik ikilemi denir.

Örneğin bir kişinin hakkında yaptığınız haber kamu yararına görünebilir ama diğer yandan kişilik haklarını belli ölçüde ihlal edebilir.

Çözülmesi çok daha zor ikilemler de meslek hayatında karşımıza çıkabilir. Gazetecilik söz konusu olduğunda meslek örgütleri veya belli yayın organları bu tür sorunları da göz önüne alan kimi yayın ilkelerini kabul ve ilan ederek sorunlarla başa çıkmaya çalışırlar.

Yine de hayat sürekli değişir ve yeni etik sorunlar, yeni ikilemler yaratır.

İÇGÜDÜSEL VİCDAN VE ETİK KURALLAR

Kırk yıla dayanan gazetecilik yaşamımda bu tür pratik sorunlarla sık karşılaştım. Ülke bazında doğru dürüst etik kuralların çok sistemleşmediği o yılların bir kısmında uluslararası kurallara bakarak çözüm var mı diye araştırmayı, bazen de kendi içgüdüme ve tecrübeme dayanarak davranmayı seçtim.

Gazetecilik çok da sıkıntılı bir konudur bu bakımdan.

Bir hukukçu olarak elinizdeki davada hukukun etik kurallarını düşünüp taşınıp tartarak uygulamanız için çoğunlukla vaktiniz vardır. Tıbbi etik kurallarında bazen böyle bir vaktiniz olmaz.

Gazetecilikte öyle derin değerlendirmeler için neredeyse hiç vakit yoktur.

Üstelik gazetecilikte bu vakit yokluğu git gide yaygınlaşmakta ve şiddetlenmekte…

Eskiden dergiler ve gazetelerde bazen gün, bazen saatler vardı elinizde… TV canlı yayınında bazen dakikalar, çoğu kere saniyeler…

Sosyal medyayla iç içe olan yeni dijital medyada bazen o saniyeye bile muhtaç kalırsınız.

Sosyal medyayla birlikte gelen “vatandaş gazeteciliği” de ayrı sorunlar doğurur. Acaba bu tür bir “gazetecilik”e profesyonel gazeteciliğin meslekî standartları uygulanabilir mi? Veya bazı durumlarda mümkün olsa bile, uygulamak doğru mudur?

GAZETECİLİĞİN TEMEL İLKELERİ

Şimdilik yeni gazeteciliğin sorunlarını bir yana bırakalım ve bazı temel ilkeleri hatırlatalım.

Tabi bu “temel ilke” yaklaşımı biraz netameli bir inceleme tarzı.

Bizim nesil bilir. Politzer diye siyasal yanı ağır basan felsefecinin Felsefenin Temel İlkeleri diye bir kitabı vardı. Diyalektik filan öğrenecekseniz dayarlardı onu, başucu kitabı olarak. İlk okuduğumda “bu sosyalist felsefe de ne acayip şeymiş; deli saçması yahu” demiştim. Halbuki adamcağızın doğru dürüst kitapları da vardır. Yani “alın işte size işin abecesi” veya “buyurun bilmem kaç temel ilke” dediniz mi, battığınızın resmidir.

Olsun! Ben yine de batmayı göze alıp gazetecilik etiği hakkında birkaç temel ilkeyi hatırlatacağım.

Gazeteci haberde/yorumda doğruluğa dikkat etmelidir. Olguları bile isteye farklı aksettirmemelidir.

Gazeteci işlediği konu hakkında bağımsızlık ve nesnelliğini zedeleyecek çıkar ilişkilerine girmekten kaçınmalı. Bu yapılmazsa verdiği haber/yorum tümüyle doğru bile olsa izleyenlerde kuşku uyanır.

Gazetecinin olguları bilerek yanlış vermekten kaçınması yetmez, haberde o olguları verirken mümkün olduğunca farklı kaynaklara erişmesi, meseleyi farklı ve bazen de zıt bakış açılarından nakletmeye özen göstermesi gerekir. Gazeteci haberini yaparken taraflara karşı adil olmalıdır.

Gazeteci konuyu anlatırken ilgili bütün önemli olguları toplamaya ve bunları doğru anlaşılabilecek şekilde sunmaya gayet etmelidir. Yani gazeteci işini gerektiği gibi yapma konusunda özenli, gayretli ve çalışkan olmalıdır.

Gazeteci yaptığı haber/yorum konusundaki eleştirilere açık olmalı, bunların sonuçlarını kabul etmeli ve haberinin sorumluluğunu almaya hazır, hesap verebilir olmalıdır.

Ayrıca…

Gazeteci haber yaparken zarar vermemeye, eğer haberi dolayısıyla birileri zarar görüyorsa bu zararın, haberin kamu yararı tarafından dengelenebilir en az seviyede kalmasına azami dikkat göstermelidir. Gazeteci, zarar görme ihtimali olanların çocuk ve kendini koruma konusunda zayıf olan sosyal, cinsel veya başka gruplar olması durumunda bireysel zarar ölçütünün standardını son derece yükseltmeli ve haberinde bu korunması gereken kişilere zarar vermekten kaçınacak önlemleri almalıdır.

HA MESLEKÎ ETİK KURALLARI HA BİZİM ANAYASA!

İşte medyanın ilan ettiği “etik kurallar” listesi bu ilkelerin hayata geçmesini denetlemek ve kolaylaştırmak için vardır.

Aşağıda BBC Türkçe’nin etik kurallarını bulabilirsiniz.

https://www.bbc.com/turkce/kurumsal/2009/07/000000_yayin_ilkeleri

Veya burada Demirören medya grubunun etik kurallarını:

http://imagehk.hurriyet.com.tr/UserFiles/ilkeler/Demir%C3%B6ren%20Grubu%20Yaz%C4%B1l%C4%B1%20Medya%20Yay%C4%B1n%20%C4%B0lkeleri%202018.pdf

Ne var ki sorun ilke ve kuralları yayımlamakla bitmiyor; çünkü bazen bizzat o listeler bile ahlak noksanlığının bir simgesi olabiliyor. Özellikle de daha yazarken hiç birini uygulamaya niyetinizin olmadığını biliyorsanız.

Nitekim Demirören Grubu’na ait Hürriyet, Milliyet gazeteleri ya da CNN Türk gibi haber kanallarının yukarıda ilan ettikleri ilkelerin her birini her gün defalarca ihlal ettikleri bir sır değil.

İktidarın medyasının kendi kendine koyduğu anayasaya saygısı da ne de olsa iktidarın ülkenin anayasasına duyduğu saygıdan fazla olamıyor.

KURUMLARA GÜVENDE MEDYA YILLARDIR DİPTE

Durum böyle olunca kurum güvenirliği sıralamasında -2020’de bir nebze iyileşme gözlense de- medya yine en dipte. Gazeteciliğin saygınlığı gerçekten de neredeyse hiç kalmadı.

(Bkz. https://www.khas.edu.tr/sites/khas.edu.tr/files/inline-files/TEA2020_Tur_WEBRAPOR_1.pdf  s. 33 )

Bir ülkenin kurumları çürümeye başladığı zaman ülke de dibe batmaya başlar ve ülke geriledikçe kurumlar daha hızlı çözülür.

Bu dipsiz girdaptan Türkiye nasıl kurtulacak?

Belki en önce yargı ve medya kurumlarını rehabilite etmeye başlayarak... Zira hiçbir kurum yargı ve medya kadar, kendisi düzelirse otomatik olarak diğer kurumları da düzeltme kapasitesine sahip değil.

İyi de nasıl olacak o iş?

Türkiye’de cevap ilk bakışta kolay: Daha demokratik bir siyasi iktidara kavuşmak…

Çünkü hem yargıyı hem de medyayı açıkça zor kullanarak dejenere eden iktidarın bilinçli attığı adımlar...

“Merkez medya”nın nasıl devlet gücü kullanılarak ele geçirildiği; nasıl en temel gazetecilik etik veya hâttâ birazcık ileri okuma yazma bilgisine bile sahip olmayanlarca doldurulduğu malum

Yargının da nasıl çeşitli yandaşlarla doldurulup, sonra bunların tasfiye edilip yerlerinin hukuk etiği, hâttâ temel hukuk bilgisinin az biraz ilerisine sahip olmayanlarla dolduruluşu da gözümüzün önünde gerçekleşti.

Fakat keşke mesele, iktidarı değiştirmek gibi zor bir görev ile halledilecek kadar kolay olsaydı.

Unutmayalım ki çürüme bu iktidardan çok önce başlamıştı. Özellikle de medyada…

Hatırlayalım: AKP iktidarı, merkez medyayı ele geçirmek için çevirdiği siyasi ve ekonomik baskı metotlarının tamamını, bizzat o merkez medyanın rakiplerine karşı zaten kullana durduğu yöntemlerden kopyaladı.

AKP’nin akıl hocaları, sonradan yana yakıla feryat eden o basın patronlarının bizzat kendileriydi.

Patronları, bir yana bırakalım şimdilik.
Ya gazeteciler?
27 Mayıs 1960 sonrasında gazetecilere 212 sayılı yasayla kendi özlük haklarını ve meslek ilkelerini patronlara karşı da koruyan bazı maddeler verilmişti. Bu hakları gazete patronları üç gün gazete çıkartmayarak protesto etmeye kalktılar. Gazetecilerin cevabı ise o üç gün sendikanın yardımıyla “Basın” adlı bir gazete çıkarmak oldu.

Gazetecilerin dik durduğu günlerdi.
Peki sonra ne oldu? Hem sendikacılık hem de gazetecilere ait iş kanununun uygulanmasına engeller kondu.

İşte burada geliyoruz yine darbelere…

12 Mart ve 12 Eylül çalışanların başta sendika hakkı olmak üzere tüm haklarını hedef almıştı.

12 Mart’la memurların sendika hakkı ellerinden alındı; daha tam kullanmaya başlamamışlardı bile…

Şimdi mesela yargıçların, polislerin sendikalı olduğunu düşünsenize…

İktidar canı istediği gibi onları sürmeye, görevden almaya kalktığında onlar da sendika gücüyle ayağa kalkabilseydi, böylesine iktidarın aleti konumuna düşerler miydi hiç?

Eğer gazeteciler basın yasasındaki haklarının çiğnenmesine sendika gücüyle karşı çıkabilselerdi, böylesine patron yalakası tipler su başlarını tutup, “gazeteci gazetecinin kurdu” olabilir miydi?

HER DARBE BİRAZ DAHA ÇÜRÜTTÜ HEM KURUMLARI HEM DE AHLAKI

İslamofaşizme doğru sürüklenen iktidar, gücünü o darbelerin yarattığı iklimden aldı.

AKP darbelerin çocuğudur, biliyoruz.

Evet ama o zaman mesele hiç de kolay değil. AKP gitse bile onu yaratan iklimin çürümüşlüğü ortada duracak demek ki…

Çare?

Çare yine demokrasiden geçiyor; demokrasinin güneşidir ki, pencereleri açık bir toplumda o çürümüş kokuyu, o küflü havayı temizleyebilir.

Bahsettiğim basit bir iktidar değişimi değil fakat…

Ta temelden, daha gerçek bir demokrasiyi hayata geçirecek daha örgütlü bir toplumsal değişim.

Temellerinden çürümüş bir yapıyı nasıl çatıyı aktararak koruyamazsak, bu toplumu da siyasi iktidarı değiştirerek koruyamayız.

Yine de o bir başlangıç olur; ayrı... Yapıya daha fazla yağmurun girip çürümeyi hızlandırmasını önler hiç değilse...

Fakat sorun, belki de, git gide siyasi iktidarın değişmesinin her şeyi çözeceğine inanmaya başlayışımızdır. İşte binayı asıl o tür bir düşünce yıkar.

Temelden başlamalı onarıma, ta temelden…

Ta temelde ahlak var.

En dürüstlerimizin bile yanlışları giderek yanlış gibi görmemeye başlaması var…

Temelden, taa temelden…

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar