Leyla Emeç Tavşanoğlu

Leyla Emeç Tavşanoğlu


“Erdoğan Beyaz Saray’a bir daha girememeli”

“Erdoğan Beyaz Saray’a bir daha girememeli”

Türkiye ve Ortadoğu uzmanı olarak bilinen Amerikalı tarihçi Michael Rubin bir hafta kadar önce çarpıcı bir yazı yazdı. American Enterprise Institute adlı düşünce kuruluşunun önde gelen uzmanlarından ve ABD’nin başkenti Washington’da etkili kanaat önderlerinden biri olarak tanınan Rubin’in  yazısını sıcağı sıcağına bu köşeye alacaktım, ancak Türkiye’nin jet hızıyla değişen gündemi yüzünden olamadı; bugüne kaldı. Evet, yazıda yazılanlar biraz geride kalmış olsa bile Washington’daki bazı odakların Türkiye Cumhuriyeti devletini ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı nasıl görüp değerlendirdiklerini anlamamız açısından bir hayli aydınlatıcı; bir o kadar da kaygılandırıcı.

Rubin’in, The Washington Examiner’da yayımlanan yazısının başlığı “Erdoğan Beyaz Saray’a Bir Daha Girememeli.” Yazı şu cümlelerle başlıyor:

“ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Ankara’ya Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüşmeye gittiğinde arı kovanına girmişçesine bir tecrübe yaşayacağının farkındaydı. Erdoğan, en iyi dönemlerde dahi her zaman sorunlu bir ortak olmuştur. Kendi çıkarı için Washington’la Moskova’yı birbirine düşürür, Ukrayna’ya SİHA’ları satarken savaşı devam ettirebilmesi için Moskova’ya uygulanan yaptırımların çevresinden dolanmasına yardımcı olur.

“Azerbaycan’ın, Dağlık Karabağ’ın yerli Ermeni nüfusuna etnik temizlik yapmasına doğrudan olmasa bile dolaylı yoldan yardımcı olur, Suriye’deki Kürtler’in sivil ve ekonomik alt yapılarını yok etme faaliyetlerinden dünyanın dikkatini başka yerlere çekmek amacıyla İsrail-Hamas Savaşı’nı kullanır. Erdoğan’ın Hamas’ı sahiplenmesi kimseyi şaşırtmasın. Yirmi yıldır Hamas’ı, Suriye ve Libya’daki El Kaide yandaşlarını destekler, IŞİD’e lojistik yardım yapar. “

Blinken’ın Ankara’ya, İsveç’in NATO üyeliğinin onaylanması karşılığında pek çok “hediye” vermeye hazır olduğu, bunların içinde F-16’ların Türkiye’ye satışı,  Erdoğan’ın çok istediği Beyaz Saray’a davet edilmesinin de bulunduğu belirtilen yazı şöyle devam ediyor:

“Blinken Erdoğan’ın mantıklı ve samimi olduğu konusunda kendi kendisini ikna etmiş olabilir. Ama tarih aksini söylüyor. Erdoğan, 2003’de o zamanki Dışişleri Bakanı Colin Powell’a yaptığı gibi Blinken’le de oynuyor. Erdoğan 2003’de ABD askeri birliklerinin Irak’a karşı savaşı başlatabilmeleri için Türkiye’den geçmelerine onay verecek tezkerenin TBMM’de kabul edileceği  sözünü vermiş, ancak tezkere hem de AKP’lilerin oylarıyla reddedilince çok şaşırmışı oynamıştı. Üstelik de Erdoğan tezkere redddildikten sonra, ne yapalım, bizim parlamento reddetti, demokrasinin cilvesi, diyerek bir de alay etmişti. Oysa açıkça TBMM’de iyi polis, kötü polis tezgahı kurulmuştu.”

Rubin belli ki bu yazıyı yazarken son derece öfkeliydi. Şöyle devam ediyor:

“İsveç’in NATO üyeliğine onay verilmesi karşılığında Erdoğan’ı Beyaz Saray’a davet etmek tuhaf ötesi bir durum. Erdoğan’ın 2017 ziyaretinde Washington’un merkezindeki barışçı bir protesto gösterisinde korumaları göstericilere saldırmış, pek çoğunu hastanelik etmişti. Ne var ki ABD Dışişleri Bakanlığı marifetiyle bu korumalar adalet önüne çıkamasınlar diye kaçırıldılar. Buna rağmen ABD mahkemeleri Erdoğan’ın korumalarının her nasılsa dokunulmazlık hakkına sahip olduklarını tespit etti. Çok basit bir anlatımla, Erdoğan bu yapılanların hesabını vermeden bir daha kesinlikle Washington’a adım atmamalıdır. “

Yazının sonlarına doğru Rubin’in öfkesinin giderek arttığı anlaşılıyor:

“Sorumlu hükümetlerin doğal olarak yapması gerekenleri yaptığı için Türkiye’yi ödüllendirmek şantajı teşvik eder. İzlenecek en iyi strateji Erdoğan’a ödül vermek olamaz. En iyi strateji Erdoğan’ın çözüm değil, aksine sorunun ta kendisi olduğunu anlamaktır. Erdoğan’a havuç değil, sopa göstermek lazım. İsveç NATO’ya katılmak için neredeyse 75 yıl bekledi. NATO’nun, kendi  geleceğini güven altına alabilmesi, ABD, Avrupa ve NATO’nun  Türkiye’yi yalnızlaştırıp silecek bir politika üretene kadar biraz daha beklemesini gerektirmektedir. “

Başta da yazdığım gibi Michael Rubin Washington’un karar alma çevrelerinde etkili kabul edilen bir kanaat önderi. O açılardan bakıldığında Türkiye bu kadar güvenilmez, şantajcı, şark kurnazı bir devlet olarak  görülüyorsa, acaba bunun sorumlusu kim ya da kimler diye sorgulamamız, yetmedi bu sorumlulara hak ettiklerini yapmamız gerekmiyor mu? Zaman çoktan geldi ve geçiyor bile! Ona buna inanıp dünyaya ayar verme politikalarının sonucunu buyurun, kendi gözlerinizle görün. Ha, bizde bir de söz vardır. Kör imam gözüyle gördü, derler!

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar