Prof. Dr. Ahmet Özer

Prof. Dr. Ahmet Özer


Brezilya seçimlerinin çağrıştıkları…

Brezilya seçimlerinin çağrıştıkları…

Bahçeli’nin yaklaşımı

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı etkinliklerinde Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer, “Biz, mecbur kalınmadıkça savaş cinayettir diyen Atatürk’ün izindeyiz. Vizyona bakın. Gözlerim yaşardı. İkinci yüz yıl vizyonu tank, top, İha, siha, vur, kır, öldür, kahramanlık türküleri… Cumhuriyet bunun için kurulmadı. Cumhuriyet medeniyet projesidir. Barış projesidir. Demokrasi projesidir. Eğitim, çağdaşlık projesidir. Onun için kuruldu. Ülkemin geldiği duruma üzülmemek mümkün değil” demişti. MHP Genel Başkanı Bahçeli, ortalama izan ve vicdan sahibi olan herkesin altına imzasını atacağı bu sözlere karşı saldırıya geçerek  grup toplantısında Seçer’i hedef alan bir konuşma yaptı.

Lula’nın sözleri

Bu konuşma ve Bahçeli’nin cevabı 220 milyonluk nüfusu, 150 milyon seçmeni olan Brezilya’da seçimi kazanan Lula’nın sözlerini bana hatırlattı. Brezilya kendine ait özgü özellikleri olsa da birçok bakımdan Türkiye’yi çağrıştıran bir ülke konumunda. İktidarda ülkeyi keyfince yöneten bir otoriter rejim ve onun lideri 67 yaşındaki Bolsonaro vardı. Halkın büyük kısmı açlık ve yoksullukla boğuşurken o bekadan bahsediyor, silahlanmadan söz ediyor, lüks bir yaşam sürerek günü gün ediyordu. İtiraz edenleri de baskı ve sindirmeyle susturmaya çalışıyordu.

Muhalefette ise Bolsonaro!nun yaptıklarını kabul etmeyen ve ona cesurca karşı durup muhalefet eden Lula vardı. Lula’yı çeşitli entrikalarla hapseden ülkede yolsuzluk, yasak ve yoksulluk hüküm sürüyordu. Bolsonaro’nun ardında biriktirdiği ağırlıklar çok fazlaydı. O yüzden bizde de arada dillendirdiği gibi onun için de yenilse bile iktidarı bırakmaz deniyordu. Yenildi (gerçi yenildiğini kabul etmedi, ama yetkililere devir işlemlerini başlatmaları talimatını verdi) ve seçimi %50,87 ile alan Lula zaferini ilan etti.

“Silah öldürür biz hayatı seçiyoruz”

Sonuç itibariye çıkaracağımız ders şu: Birçok söylentiye rağmen Brezilya Devlet Başkanlığı Seçimleri oldu ve seçimi İşçi Partisi Başkanı solcu Lula Da Silva kazandı, iktidarı 1 Ocak’ta devralacak.  Bu sonucun ortaya çıkmasına neden olan Lula’nın, halkı kucaklayan,  iktidarın baskılarına ve iftiralarına taviz vermeyen kararlı ve cesur duruşuydu. Lula seçim süresince Bolsanora ne diyecek diye düşünmeden, amasız ve fakatsız bir biçimde silahın yerine ekmeği savundu. Brezilya halkının iyi bir yaşam talep ettiğine dikkati çekerek, “Brezilya halkı iyi bir iş, her zaman enflasyonun üzerinde bir maaş, kaliteli bir halk sağlığı ve eğitime sahip olmak istiyor. Silah yerine kitap istiyor. Brezilya halkı umudunu yeniden kazanmak istiyor” ifadelerini tekrar tekrar kullandı. Bunu derken de beka yalanı ile silahlanmayı savunan Bolsonora ne diyecek diye düşünmedi, ona karşı tınmadı.

 Vay sen nasıl böyle dersin, etrafımız düşmanla dolu diyenlere Lula, birlik mesajı vererek, “Bu ülkenin barışa ve birliğe ihtiyacı var. Halk artık savaşmak istemiyor. Asla kullanılmaması gereken silahları bırakmanın zamanı geldi. Silahlar öldürür ve biz hayatı seçiyoruz” dedi.

Türkiye’yi çağrıştıran bir seçim

Bizi ne kadar çağrıştırıyor; yukarıdaki satırları okuduğunuzda gözünüzü kapatın Türkiye’yi düşünün, sanki bizdeki durumu dile getirmiş. Sizce de bunları, şimdi cesur liderlerin cesaretle Türkiye’de söylemesinin zamanı değil mi?

Ne ki bizde ise muhalefet bu konularda, özellikle silahlanma ve savaş çığırtkanlığı karşısında barışı biraz utangaçça seslendiriyor, kimi zaman hiç ağzına bile almıyor. İktidar ise savaşa karşı çıkıp barış diyenleri teröristlikle suçluyor, bu konuda biraz daha ileri gidenleri hapsedildiğinde muhalefet onları gereği gibi savunmuyor. Hatta kimi zaman iktidarın beka, savaş, silah naraları karşısında ne olur ne olmaz diyerek susmanın ötesinde destek bile veriyor.

Böyle olursa nasıl inşa edilecek yeni Türkiye? Sözgelimi solcu olduğunu söyleyen biri yerine göre ben de ülkücüyüm diyebiliyor. Oysa lider bir gruba, kişiye, ideolojiye, sınıfa benzeyerek oy alamaz, öyle düşünüyorsa büyük bir yanılgı içendedir ya da etrafı tarafından yanıltılıyordur. Üstelik böyle davranmanın birçok güçlüğü yanında getireceği sorunlar da var: 1). Eğer lider böyle bir yola girerse günde on şekle şemale girmeye çalışmak zorunda kalır. 2). Ona benzeyeyim, şuna benzeyeyim derken kendi olmaktan çıkar. 3). Şu grubun oylarını  kazanmak için onlardan görüneyim bu kesimin oylarını almak için onlara yaranayım dersen günün sonunda kimseye yaranamazsın. 4). Ayrıca bir solcunun ben ülkücüyüm dediği zaman solcular kızar, asıl milliyetçi benim dediği zaman liberaller küser veya olmadığı şeye dönüşerek şuyum buyum dediğinde beriki üzülür vb.

Peki ne yapmalı?

Bence lider kendi olmalı, kendi doğrularını savunmalı, zor durumlarda bile dik durmalıdır, tıpkı Lula gibi. Eğer birileri değişecekse öncülük ettiği kitleler değişmeli. Çünkü gerçek lider değişimin temsilcisi ve değiştirmenin öncüsüdür. Lider kitle kuyrukçuluğu yapmaz, kitlelere öncülük yapar. Onlara dayanarak, onların enerjisini kullanarak bir hedefe doğru yönlendirir ve değişimi sağlayarak büyük başarı kazanır. Sadece kendi adına değil ülke adına da kazanılmış olur bu başarı. Zaten onu lider yapan, lider dedirten husus da budur.
Lider değiştiren dönüştüren kişidir, topluma bu anlamda güven veren ve umut olan kişidir.

Söz gelimi iktidar ulusal güvenlik diyerek silahlanmayı savunuyor. Lider ise silah yerine barışı ekmeği savunuyor. Bundan imtina etmeyecek, tıpkı Lula’nın Brezilya’da yaptığı gibi halkının çoğu yoksullukla cebelleşen ülkede biz silahı değil ekmeği savunuyoruz diyecek. İnsanlarda potansiyel olarak var olan bu duyguyu açığa çıkarak barış, demokrasi özlemine öncülük edecek. Yoksa ben bunu dersem ülkücüler ne der, MHP’liler bozulur, AKP’liler saldırır diye düşündüğünde kaybetmiş demektir.

Lider, Erdoğan’a Bahçeli’ye göre kendine ayar vermez. Onalar bu sözlerime kızar mı beni teröristlerle iş birliği yapar diye topluma şikâyet eder mi diye bakmaz. Vatan, memleket, sakarya hamaseti, onların beslendiği siyaset olduğunu bilir, bundan dolayı beka diyerek halkı kandırdıklarını açığa çıkarır, silahı, şiddeti bir çözüm yolu olarak kutsadıklarını, bunun yanlış olduğunu, doğrunun barışta ve demokraside olduğunu, barış olmadan ekonominin güçlenmeyeceğini, demokrasi olmadan ülkenin itibarının yükselmeyeceğinin altını çizer, döne döne anlatır. Bunu gizli saklı değil açıkça deklere eder. Eder ki korku iklimine gark olmuş halk bu cendereden çıkabilsin. O nedenle inanca, kökene takılmaz. Takılanların siyaset için ayrıştırıcı ve bölücü davrandıklarını teşhir eder.

Bir örnek

Mesela geçmiş seçimlerde ve sonrasında Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu ya doğrudan ya da dolaylı dillendirdi. Erdoğan Kılıçdaroğlu’na böyle diyerek kendince muhafazakârları ona karşı cephe aldırmaya çalışıyor. Bu retorik çalışır mı bilemiyorum, henüz bu konuda ortaya konmuş bir araştırma yok. Buna karşılık Kılıçdaroğlu’nun ben Türkiye’yim, Türkiye’nin toplamıyım diyerek kendisine bir kök, bir köken arayanları reddetmesi gerekir.  Oysa bazılarının yanlış yönlendirmesi ile kökenine ilişkin yeni çalışmalar yapılarak, kendisinin Seyit olduğunu ileri sürülüyor. Peki yarın biri sormayacak mı, Kılıçdaroğlu Arap mı, diye? Çünkü Seyit Hz. Muhammedîn soyundan gelenlere verilen addır. Eğer Kılıçdaroğlu seyitse onun da Arap olduğu şeklinde bir durum ortaya çıkmaz mı?

Bu Aleviliğini örtmek için yapılıyorsa Alevilere haksızlık. Birileri sırf Kılıçdaroğlu’na yaranmak için yapıyorsa ona haksızlık.  Onu da geçtim kimileri de Dersimli Kemal Kürt diyor, bu diyenlere de itiraz ediliyor. Oysa bu reddiyelere hiç gerek yok, bana göre Kılıçdaroğlu’nun bu konuda yapması gereken şey şudur: Toplumun önüne çıkacak gür sesle diyecek ki, “Yurttaşlarım, kardeşlerim bana bir kök aranıp, inancım ve meşrebim üzerinden politika yapıyorlar. Bu ayıp olmanın ötesinde haksızlık. Bu haksızlık sadece bana değil size de yapılan bir haksızlık. Ben kim miyim? İşte söylüyorum: “Ben Aleviyim, ben sunniyim, ben kürdüm, ben türküm, ben arabım, ben lazım, ben çerkezim, ben Türkiye’yim. Ben sizi ayrıştırtmaya değil birleştirmeye geliyorum.  Ben her birinizden bir parçayım, ben hepinizim.”

Lula örneği

Lula’dan örnek vermiştim. Karşısındaki diktatör özentisini yenmeden önce seçim çalışmaları esnasında temel sorunların diyalog yoluyla çözülebileceğine inancını yineleyerek, “Birçok şeyi tahrip ettiler. Ülkeyi tüm boyutlarıyla yeniden inşa etmek gerekiyor. Siyasette, ekonomide, kamu yönetiminde, kurumsal uyumda, uluslararası ilişkilerde ve en çok da halkın ihtiyaç sahibi kesimiyle ilgilenmekte" diyordu. Birlik, hoşgörü ve mutluluk sözü vererek, "En acil halletmemiz gereken şey açlığı sona erdirmek. Bu ülkede milyonlarca erkek, kadın ve çocuğun yiyecek hiçbir şeyinin olmamasını veya ihtiyaçlarından daha az tüketmelerini normal kabul edemeyiz" diyor.

Ülkedeki sosyal eşitsizliğin sona ermesi gerektiğinin altını çizen Lula, yasama ve yargının aşırılık ve müdahale olmadan uyum içinde çalışması, halk ile hükümetin de diyalog halinde olması gerektiğini söyleyerek, “215 milyon Brezilyalının hayatını etkileyen büyük siyasi kararlar, gizlice, gecenin karanlığında değil, toplumla kapsamlı bir diyalogdan kurulduktan sonra alınacak" dedi.

Demirtaş’a yeni bir kimlik bulma arayışı

Bizde ne oluyor. Söz gelimi cumhurbaşkanı gidip Diyarbakır meydanında Diyarbakırlılara “Selahattin Demirtaş’a Kürt değil” diyor. Aslında mefhumu muhalifinden Selahattin’in Zaza olduğunu Zazaların da Kürt olmadığını ima ediyor, imadan da öte böyle söylüyor, söylemeye çalışıyor. Yıllarca sözüm ona resmî ideolojiden mustarip olduğunu söyleyen Erdoğan şimdi onun savunuculuğuna soyunmuş. Mithat Sancar’ın da Arap olduğunu dile getiriyor. Yani bu ülkede Kürt, Alevi, Arap olmanın makbul bir şey olmadığını ima ediyor, “bunlar sizi kandırıyor çünkü Türk değiller” diyor. Peki kendisi Türk mü? Bir Allah’ın kulu çıkıp da Erdoğan sen (Putin gibi) Gürcü’sün, Emine Hanım da Arap’tır demiyor. Sözüm ona efendilik taslıyorlar ya da ırkçı görünmek istemiyorlar. Ben şahsen bir Gürcü’nün cumhurbaşkanı olmasından rahatsız değilim. Bana göre her Türkiye vatandaşı cumhurbaşkanı da başbakan da bakan da olabilir. Erdoğan’ın kökenine vurgu yapmamızın sebebi onun bu konudaki konuşmaları nedeniyledir, yoksa biz kimsenin kökeninden ötürü şu olur bu olmaz demeyi siyaseten büyük bir yanlış, ahlaken de abesle iştigal sayarız.

Önemli olan bu mevzuda Türkiye Cumhuriyeti’nin onurlu ve eşit vatandaşı olmaktır, yoksa bu minvalde kimin Türk olup olmadığı değil. Bu ülkede Kürt, Türk, Arap, Laz, Çerkez, Gürcü her milletten insan var. Bunların varlığı bir zayıflık değil tam tersine bir zenginliktir. Önemli olan onları ortak paydada buluşturmaktır, ayrıştırmak değil. Onları ortak paydada buluşturmanın yolu ise herkesi Türk yapmak değil, herkesin farklılıklarını koruyarak bir arada yaşamasını sağlamaktır, ortak payda olan Türkiyelilik etrafında birleştirmektir. Asimilasyoncu, ötekileştirici ve ırkçı yaklaşımlar çağdaş ülkelerde yüzyılın vebası olarak görülüp çoktan reddedilmiş ve terkedilmiş hastalıklardır.

Dünyanın en büyük ülkelerinin büyüklüğü onca farklılığı birlik içinde bir arada yaşatma becerisini göstermiş olmalarıdır. O yüzden bizim de farklılıklarımız zaafımız değil bilakis zenginliğimizdir. Bir de aklımın bir türlü almadığı şey, nasıl olur da bir cumhurbaşkanı birlik beraberliği güçlendirici sözler yerine ayrıştırıcı bir dil kullanır? Çünkü cumhurun başı olarak birlik beraberliği sağlamak onun görevi. Hadi bu görev işinden vazgeçtim, iktidar eden biri olarak ülkede ayrılık gayrılık olması, niza çıkması onun yararına değil ki. Yoksa biz işin bu kısmını yanlış mı biliyoruz?

Öyle ya bir cumhurbaşkanı nasıl olur da ülkesinin üçte birini oluşturan vatandaşlarını önce terörist ilan edip sonra onların on on beş çocuk yaptığını kendilerinin de (yani Türklerin de) çok çocuk yapması gerektiğini ileri sürer ne olur ne olmaz diye? Bu ne olur ne olmaz sözünün çok manidar olduğunun altını çizelim. Bu nasıl bir mantıktır bir türlü aklım almıyor...

Sonuç

Lula ile başlamıştık onunla bitirelim bu yazıyı. Lula konuşmasında, "Brezilya halkı yeniden umuda sahip olmak istiyor. Halk silah değil kitap istiyor. İyi yaşamak, iyi yemek, iş sahibi olmak ve eğitime erişmek istiyor" ifadelerine yer verdi. Böylelikle eski Başkan Bolsonaro'nun barış karşıtı, bireysel silahlanmayı teşvik eden politikalarına da kalın bir çizgi çekmiş oldu. Irkçılığa karşı da savaşacağını ifade eden Lula, beyaz, siyah ya da yerli halkların, eşit hak ve imkanlara sahip olmasını hedeflediğini kaydetti.

Bu sözler bize de ilham vermeli

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar