Emel Seçen

Emel Seçen


Partiye gel!

Partiye gel!

Maskeleri atma partisi, sıkı durun!

Partileme..

Yazıyı yazarken, dün geceden ruhumda kalmış Chopin, tınısı içimden çağlıyor. Acaba, yüreğinin saklandığı, Polonya’da zarar görür mü?Netice de savaş hali, nereden nereye sirayet edeceği belli olmaz. Savaşın metastazı çoktur!

Yıllardır ders almayan, ceset kokusuna doymayan, sözde insanlık bu kez doyabilir mi?

YASAKLANA SAKLANA YAŞANASI HAYATLAR

Çocuktum,

Selda Bağcan, yasaktı.

Âşık Sinem Bacı; hem kocadan, hem söz ve beste (Kızıldere, Uyu deme uyuyamam) ve yorumdan yasaktı.

Zülfü Livaneli sonra Ahmet Kaya, Cem Karaca… Daha niceleri.

Her şarkının söylenmesi, her yapıtın icrası ebedi eser olsa bile yasaktı.

Bilmiyordum, henüz yedi yaşımda babamın aldığı kasette çalan,“Aldırma Gönül” kasetten, yorumuna âşık olduğum ve döne döne dinlediğim, Edip Akbayram’ın okuduğu, Sabahattin Ali, yasaktı. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, yasaktı.

Kastamonu, Cide’de, kapısı kilitli olmadığı halde,  üstelik savunmasız, yazı yazarken tekmeyle girmek serbesti, Rıfat Ilgaz’ın evine.

Eurovison’a her müzik insanı ve bestesi giremiyordu.

Yıllar geçti. Yasaklar bitmedi.

Kimi gazeteci, gazeteciye…

Kimi koca, eşine.

Kimi anne,  çocuğuna.

Devam etti,

Rüzgârgülleri hep döndü…

Don Kişotlar, hiç yorulmadı.

Yılın ikinci ayı bitmeden, metroda bir bebek dünyaya gözlerini açtı, adı Mia oldu.

Babası Türk olan Emillia ise savaştan üç gün önce dünyaya geldi ve artık İstanbul’da. Bazen dakikalar, ne kadar da kıymetli. Bir nefesin berraklığını, bir ölümün sessizliğini yırtarken son soluğun,  ne kadar değerli olduğunu anlayabilmek.

Ve Rusya savaşı başlattı.

Herhalde kesin iki yıldır; toplumları zorlayan, aç bırakan, bizim ülkemizde ise müzisyenlerin intihar ettiği, enstrümanlarını satmak zorunda kaldıkları, babaların işsizlikten çocuğuna kıyafet alamadığı için kendini astığı, sokaklara değil içe kapandığımız, az sadeleşip, insan olduğumuzu, hatırlama zamanı doldu sanırım.

Doldu sanırım, 65 yaş üstünü ilk başta sanki salgını onlar yaratmış gibi tutumlar, onları küstürmeler.

Aşılı, aşısız,hesli, hessiz.. PCR’a dökülen paralar.

Ama artık toptan sessiziz, dünyada!

Dünya da savaş var,

Ülkemizde,ayrıca ekonomik kriz,

Rusya, salgını bitirdi. Biz, bir gece önce iki yüz kişi salgından vefat etmiş durumda iken maskeleri çıkarıyoruz.

Ortalık, berkemal vaziyette!

Zaten maskeler, yüze değil ağaç dallarına asılıyordu. Zeytinleri de bu arada aradan çıkarıyoruz!

Maske yoksa, asmaya gerek yok, o zaman ağaca da gerek yok!

Ne yani olamaz mı? Olumsuz bir mantık önermesi? Elbette, olabilir hayata olumsuz bakan, tüketen bir dünya inanışında.

Dünyaya Âdem ile Havva, bir ağacın altından seslendi. Varsın, elma olsun. Netice de Archimet’ e kadar uzandı.

 Çeke çeke tüm dünyanın kahrını; kadınlar, masumlar, çocuklar, hayvanlar çekti.

Maskeli balo bitse derken;

Parti, maskeleri atma partisiymiş, meğer!

Aklımda, Piyanist filmi, yakın zamanda Lübnan, Beyrut’taki patlama da uçuşan tüller arasında piyano çalmaya devam eden kadının resmi ve Chopin.

Acaba, Varşova’da bir kavanoz içinde, yüreği şu zalimlerin getirdiği dünyanın, son versiyonunu hissediyor mudur? Hele, Auscwitz gibi toplama kamplarının izleri, hala topraklarında dururken. İçi hala sızlıyor ve hiç duyulmayan sesini, Marie Curie, yeniden haykırıyor mudur?

“Ben, o elementi siz vicdansızlar, bomba yapıp da insanlığı yok edin, diye bulmadım” diye!

Biz, Ulucanlar’da duyuyor muyuzdur, yasakların, sessiz şarkılarını acaba? Müze haline dönüştürülmüş, canlandırma sahneleri ile?

Toparlarsak;

İtalya, Rus yazarları yasaklıyor, sonra vazgeçiyor. Bu kokuşmuşluk, o kadar her yeri sarmalamış ki, tarihlerin yüzyıllardır süregelen ve adını “medeniyet” olarak tanımladığımız, eksenden çoktan çıkmış. Hep başladığı noktaya, üstelik hiç ders almadan geri dönüyor. Tıpkı katilin, cinayet sonrası mekâna geri dönmesi gibi.

İskenderiye Kütüphanesi!

Ve içim huzursuz.

Ya dünya şairimiz, Nazım Hikmet Ran, ne olacak? 2021 yazı, en son beraber olduğumuz, onun yakın arkadaşı Gazeteci, Yazar Orhan Karaveli boşuna bana, “Sana emanet bir vasiyet, onun mezarını buraya getirin, huzur bulsun. Yaparsan sen yaparsın, bunun takipçisi ol!”diye vaziyet etmedi! Netice de hem Nazım’ın arkadaşı, hem ATATÜRK’ü görmüş, tanışmış, konuşmuş o, Yurtta Sulh Cihanda Sulh çizgisini çoktan çizmiş.

Ah, içim hepsinin karmaşasında. Bu yalan dünyada;

Ya yaşarken ölü,

Ya ölüne bile saygı yok.

Ya para için mezarın açılır,

Ya aydınlık ettiğin için, kemiklerin çalınır, heykellerin yıkılır.

Ölünce, kurtulurduk sanıyordum oysa yanılmışım. Dünyada ki şu benlik, insan-ı kâmil olabilme serüveninde, vicdanında ölmek ile de bitmiyor ki.

Maskeler düşse de bitsin!

Zulüm bitmedikçe,

Dilime dolandı, “Ölünce göremezsem, SENİ”

Korkarım, hayallerimizi çalıyorlar ya, öldükten sonra ne olacağımızı…

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar