Emel Seçen

Emel Seçen


Zorlu PSM’ de zorlu oyun “Gılgamış”

Zorlu PSM’ de zorlu oyun “Gılgamış”

Oyunun başlama saati 20.30 gösterdiği halde, saatler 21.00’e yaklaşırken, hala kapıda bekletilmemize anlam verememiştik. Yaşanan teknik bir arıza olduğunu öğrendik ama böyle bir hele ki interaktif oyunda her şey mümkün.

ZORU BAŞARAN KADINLAR

Kapıdan girerken dışı ince tahta sunta ile çerçevelenmiş kare şeklinde cam fanusun içinde bize rehberlik edeceğini söyleyen genci duyanlar, aman biz giremeyeceğiz içine değil mi, sorusunu kendilerine sormadan edemediler. İçeri girdiğimiz de ise kendisini tavan aşağı yani baş aşağıya halatlara bağlı şekilde sarkıtmış ve Arapça konuşmakta olan (Leyla Önlen) oyuncuya mı bakalım, yoksa yerde kıpırdamadan yatan Derya Alabora’ya mı, şaşırdık önce. Bir yandan birileri bizi görüntülüyor. Yaşamın içinden yaşam, an ve an. Hayat zaten sadece anlardan ibaret değil mi? Şaşırmamız ve hayretimiz, giderek artarken izleyicilerin oyuna dâhil edildiği ve birden yerden canlanıveren, Gılgamış(Derya Alabora), destanı daha da destansı hale getiriyor.

BEN KİM MİYİM?

“Beni hatırlamadınız mı? Başından beri sizinleyim. Anneniz ve babanız, cennetten kovulduğunda, yanınızdaydım. Bir şeyler ters gittiği ilk andan itibaren yani sizin aptallıklarınız için ve birinin suçlanması gerektiğinde, ben ordaydım.”

Zamanı yenebileceğini sanıp, ölerek ölümsüzleşen aciz Uruk Kralı, Gılgamış. Gördüğü rüyalarının mahkûmu ve egosunu ile ben “Gılgamış”ım, diyerek alkış istemekten çekinmeyen. Tanrılar tarafından çok gururlu ve de kibirli halinden ancak vahşi adam, Endiku, gelir diye, yanına gönderip kendisine ders vermek isterler. Endiku ve Gılgamış’ın, ikisinin de yenilmediği çetin bir mücadele sonrası arkadaş olurlar ve birlikte maceralara açılırlar. Endiku, öldüğünde Gılgamış derin üzüntüye düşer, bu ölümden kendine pay çıkarır ve fani olduğunun idraki, yaşamda insan başarısının, hayatın değerini sorgulamaya başlar. Tüm gurur ve kibrinden uzaklaşıp, hayatın anlamını bulabilmek üzere ve hatta ölümü yenmek için arayışa çıkar. Bu şekilde dünya edebiyatında ilk destansı kahramanını yaratılmasına sebep olur. Homeros’un, 1500 yıl önceki çalışmalarından da geriye giden hatta batı edebiyatının en eski yazıtı olarak kalan, Sümer ve Babil şiirsel çalışması, Gılgamış Destanı’ndan (MÖ2150-1400) en iyi bilinen ve yarı efsanevi kraldır. Sümer Kral listelerine göre 126 yıl yaşayarak efsanesini artırdı. Annesi tanrıça Ninsun (kutsal anne ve büyük kraliçe), Endiku ve kibirli ve alkış bekleyen, Kral Gılgamış.

Erkeklerin rolünü kadınların üstlenmesi ve böyle etkileyici zor bir işi kotarmaları son derece takdire şayan. Dramaturg’luğunu Ata Ünal, yönetmenliğini Mesut Arslan’ın, metin yazarlığını Mesut Alp’in yapmış olduğu zor performansı, Leyla Önlen ve Derya Alabora öyle güzel kotarıyorlar ki. Derya Alabora’yı daha çok zeki halinden ve zekiliğinin komedide ki yansıtmasından çok beğendiğim için Gılgamış olarak taht sahnesinde gezdirilirken bile o muzip yanını koruyarak oynaması, tabi karşımıza yine farklı bir Gılgamış’ı sunmakta.

Sıra dışı sahne tasarımı ile farklılık ve yoruma açık performans sergileyen oyununda, ölümsüzlüğü arayan değil de ölmeyi, öğretmeye çalışan bir geçiş var.

Leyla Önen’in, baş aşağı adeta anne karnında ki bir plasenta içinden yeryüzüne bakmaya çalışması, duvarları aşmak isteyen Gılgamış’ın sonunda ölümün varlığını kabul etmesi, hatta 12 tablet üzerine işlenen gerçek Gılgamış Destanı’nın, finale doğru günümüz dünyası tablet, telefon ve teknoloji ile gösterilmesi, iki kadın oyuncunun seyirci ile kontağı sırasında, başka seyircilerin saydam iki kutu içinde olanları naklen sunuyor olması, esasında hepimizin içindeki hapishaneleri de bir nevi göstermekte.

Ölümsüzlük kadar, ne kadar kendi zindanlarımızdan özgürüz.

İki başarılı oyuncunun oyun boyunca hem kostümlerinin ağırlı ve zorluğu yanında, diğer taraftan yüzlerine geçirdikleri şeffaf naylonlar ile aslında dünyada hapisliğimizin, kendi kendimizin kapsama alanımız içinde olmayışımız, en ince detaylar ile aktarılmakta.

Ve tabi ki finale doğru, iki başarılı oyuncunun adeta, buranın kralı biziz, dercesine yani kısaca, Gılgamış ve tüm erkekleri unutturup, hadi çok işimiz var temizliğe geçelim, demesi kadınların da hapis dünyalarına fener tutmakta. Ve sonrasında şeffaf kutunun üzerine çıkıp, adeta seksenlerin, Cindy Lauper edası ile “ Queen’in, I want to Berak free / Kurtulmak istiyorum” şarkısını yorumlayan, Derya Alabora’nın, performansı da başka güzel.

Ölümsüz olmak mı? Yoksa yaşayan ölü olmak mı?

Hangisi bizlere daha yakın, yaşamak bu kadar güzelken ve yapılacak onca güzel değerler üretmek varken, insan insana neden zulmeder?

Gılgamış’ın oyun esnasında herkese bağıra bağıra söylettiği, yani kendine yandaş arayarak ortaya saldığı, “Hadi bağırın! Ben, Gılgamış’ım!”, derken acaba hem oyunda ki hem dışarıdan canlı izleyen seyirciler acaba neye göre, Gılgamış’ın hangi özelliğine; kibrine, ihtiraslarına, zulmüne mi diyordu, yoksa Gılgamış’ı, henüz tanımıyorlar mıydı?

İşte can alıcı nokta da tam burası, insan kendini ne kadar tanıyor? İnsan, en iyi bir başkasında kendisini görür. Görmeyi bilebilenlerde, ölümsüzlüğü değil yaşarken yaşamayı tercih edenlerdir.

9 Nisan 2022 tarihinde Belçika Kraliyet Tiyatrosu (KVS) ve 0090 ortak yapımı olarak Belçika Kraliyet tiyatrosunda ilk perdesini, flamanca açan oyun, Amsterdam International Theatre (ITA) ve Antwerp Monty, tiyatrolarında sahnelendi. Geçtiğimiz Ekim ayında da Bağdat Tiyatro Festivali’nde gösterildi.

İçinizdeki Gılgamış’ı fark etmek için farklı ve performansı takdire şayan oyunu kaçırmayın.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar