Emel Seçen

Emel Seçen


Yağmurun sesini dinle

Yağmurun sesini dinle

2016 yılında, haklarını alarak işe koyulan, Leonardo Caprio ve ekibi, tıpkı Bir Zamanlar Hollywood’da (2019), filmi gibi başka bir trajediye parmak basıyor.

Diriliş- The Revenant  (2015), filmi ardından yine, Kızılderili, konusuna değinen Leonardo Caprio, şeytanın bacağını bu filme kıracağa benziyor. Tam otuz yıl sonra Roberto De Niro ile yeni bir filmde buluşan aktör, farkındalıklı çalışmaları ile görünen o ki; This Boy’s Life (1993) seçmelerinde, kendisinden yana oy kullanan Roberto De Niro'ya da bir vefa borcu göstermekte.

Dolunay Katilleri filmi, Martin Scorsese’n yönetmenliğinde ve de hayatın olmazsa olmazı olan müziğe, Robbie Robertson katkıda bulunuyor. Ara ara serpiştirilen tam tam seslerinin dışında bir de filmin henüz başlarında ve finalden sonrası jenerik kısmında yer alan doğanın en büyük nimetlerinden biri sayılan yağmurun akışına bırakılan tüm kadronun jenerikteki akışı, sanırım tüm alkışlardan daha yüce. Öyle ki Kızılderililerin ne kadar haklı olduğunu, 1800’lerde yerleştikleri bölgeden açarak bahsettiğimiz unutulmuş trajediye parmak basıyor. Elbette önemli unsurlardan biride araştırmacı gazeteci, yazar David Grann’in çabası. O yazmasaydı, yüzyıllar sonrasına ne şekilde tarih aktarılabilecekti? Tarafsız bakış açısı ile gerçekleri sunabilmek, gerçek bir aydın sorumluluğudur. Ve ciddi emek ister. Yazdığı kitap ile aynı adı taşıyan film,” Dolunay Katilleri : OSAGE CİNAYETLERİ” ve FBI, bir ulusun, hem geçmişine, hem de belirgin olarak Amerikan Suç ve Irkçılık Hikâyesini, kusursuz olarak sunmaktadır.

Kitapta bahsi geçen ve Dolunay Katilleri adlı filme konu olan hikâye, henüz 1800’lü yılların sonlarında iki nehir, Ohio ve Missisipi bölgesine yerleştirilen, 1894’de, Osega topraklarında keşfedilen petrol ve Kızılderili kabilelerin haklarını ellerinde tutanlar ile mücadelesi anlatmakta. Aslında birazda düşmanını uzakta arama mantığının güzel bir yansıması sunulmakta. Hepsinin dışında çoğalmalarını istemedikleri için yalnız kalan kadınların ne derece sömürüldüğü açısından da farklı bir pencere açıyor olması, yıllarca western filmleri dâhil olmak üzere kafatasçı olarak işkence görülen Kızılderili halklarına zulmün bir de unutulmuş kabileleri ve gerçek hikâyeleri üzerinden sunulmuş olması son derece kıymet taşımakta.

Leonardo Caprio’nun, tam yedi yıl önce tüm hakları satın alarak başladığı hikâye; dönüp dolaşıp, sömürü sistemi içinde bağıra bağıra yapılan ve herşeyin olağan kılındığı ırkçılığın, derin potansiyelini sunmakta.

Kendisini, yüksek ihtimal Oscar heykelciği ile buluşturacak olan Leonardo Caprio, film öncesinde Osage topluluğunun aileleri görüşüp, inceleme yapmış. Aslında onun bir aktör olmasının dışında insanlığa vermek istediği erdemi de görmekteyiz. Bu da oldukça kıymetli. Çünkü hepimiz bu dünyanın vatandaşıyız ve birine yapılan zulüm herkese yapılan zulümdür.

Tabii bu benim nazarımda yıllar öncesinde herkesin, Baba filmi, serisi ile özdeşleştirmiş olsa da aslında dünya sinemasının gelmiş geçmiş en iyi aktörlerinden bir sayılan ve duruşu ile ders veren Marlon Brando’nun(1924-2004), tarihinde Oscar ödül töreninde kendi ödülünü almaya, temsil ettirdiği yani atadığı, görevlendirdiği gerçek bir Kızılderili’nin sahneye çıkarak okuduğu metni getirdi.

Bu film, arşivlik bunu bir kenara koyalım. Üç saat yirmi dakika boyunca belgesel tadında bir trajediye tanıklık ettiriyor. Ve tüm insanlığa, patronun kim ya da kimler olduğunu net gösteriyor.

Hele hele hâlihazırda devam etmekte olan savaşın, pandemi sonrası bile ders alınamadığı gerçeğinin şafağında, bombalar suçsuz insanların kutsal mekanlarına, tedavi gördükleri yerlere düşerken, bir durup düşünmemiz gerektiğinin açık göstergesi olarak adeta bir ders olarak sunmakta olması, bir film olmasından çok ötede.

Zaten sanat bunun için değil mi? 2.Dünya savaşı sonrası Almanya’da,  neden ilk olarak, Opera binaları, yapıldı? Geçtiğimiz yıllarda, bombaların ardında, yıkık virane yerlerde, neden insanlar piyanoların tuşlarında nefes almaya çalıştı? Oysa bir Piyanist (2002) filminde ya da setinde değildik! Düpedüz, hayatın gerçek bir tezahürüydü, tüm süreç ve ne yazık ki hâlâ da devam etmekte.

Dilerim ki insanın insana, insanın doğaya yaptığı zulüm son bulur. Susanların da suçlu olduğunu hatırlatarak,  tarihin hep iyilerin zaferi ile sonuçlandığını hatırlattığını belirtelim.

Peki, ne demişti Godfather fiminde kazandığı (1973) ve Amerikan film sektörünün Kızılderilileri, barbar ve cani göstermesi, nedeni ile reddettiği, Oscar ödülü için Marlon Brando konuşmasında, bir Kızılderili Kadın olan ve ilk kez bir Oscar ödül töreninde henüz yirmi altı yaşında büyük bir cesaret göstererek yaptığı konuşmasında, Sacheen Littlefeather’a, okuttuğu, mektubunda:

“Merhaba, ben bir Apaçi’yim, aynı zamanda Amerika Yerlilerinin Olumlu Temsili  Ulusal Komitesi’nin başkanıyım. Bu akşam Marlon Brando’yu temsilen buradayım. Sizinle şu an zaman kısıtı dolayısı ile paylaşamayacağım bu konuşmayı iletmemi benden istedi. Bu konuşmayı, çıkışta basınla paylaşmaktan memnuniyet duyacağım. Maalesef Brando ödülünü kabul etmeyeceğini söyledi. Ve bunun sebebi ise film endüstrisinin Amerika yerlilerine davranış biçimi olarak gösteriliyor. Umarım akşamınızı, berbat etmiyorumdur.

Gelecekte kalplerimiz ile aklımız sevgi ve cömertlikle bir araya gelir. Marlon Brando adına teşekkürlerimi sunarım.”

Sonrasında yuhalanan ve yıllarca hayranlıkla izlediğimiz western filmlerinin kralı, çocukluğumuzun devi, John Wayne’n, kendisini, zorla kendisini engellemek üzere sahneye geldiğini, iş bulmasını engellediğini itiraf etti.

Bu gerçeklerden tam elli yıl sonra o gözümüzde devleştirdiğimiz endüstri yani Akademi (SİNEMA SANATLARI VE BİLİMLERİ AKADEMİSİ), Apaçi Sacheen Littlefeather’dan özür diledi.

Özrü kabul eden ve kanserden geçtiğimiz yıl yetmiş beş yaşında hayatını kaybeden Littlefeather,ın son sözleri şu olmuştu:

“Bu özrü kabul etmek için buradayım. Sadece benim değil tüm milletlerimizin de bu gece bu özrü duyması ve hak etmesi gerektiğini bilerek kabul ediyorum.

Şimdi seyirciler arasında ki tüm Hintlilerin ayağa kalkmasını istiyorum. İnsanlarımıza bakın, birbirinize bakın ve hepimiz hayatta kalanlar olarak durduğumuz için gurur duyun. Biz yerliler, çok sabırlı insanlarızdır, sadece 50 yıl beklemek zorunda kaldım! Espri yeteneğimizi her zaman canlı tutmak gerek, hayatta kalmamızın yolu bu.Lütfen, ben öldüğümde, gerçeğinizi her savunduğunuzda, benim sesimi, milletlerimizin ve halkımızın sesini canlı tutacağınızı her zaman hatırlatın.

Ben Sacheen Littlefeather olarak kalacağım, teşekkürler.”

Evet, sinema sever, barış sever tüm güzel okuyucular, tüm bunları düşünerek ve yeniden düşünüp sindirerek bu filmi, Safkan Servet Sahiplerinin başına gelenleri, ve adını, Dolunay Katilleri’nden alan, kadrosunda, Osega kabilesinden, oyuncularında olduğu bu filmi, önemle izlemenizi ve hatırlamanızı dilerim.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar