Haluk Şahin

Haluk Şahin


Soruşturmacı gazeteci olmak: Hakikat-sonrası toplumda gerçekler ne işe yarar?

Soruşturmacı gazeteci olmak: Hakikat-sonrası toplumda gerçekler ne işe yarar?

Soruşturmacı gazeteciler Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Timur Soykan Kitap Fuarı’nın davetlisi olarak bir kez daha Bozcaada’ya geldiler. Her yıl olduğu gibi bu yıl da toplantı öncesi onları tanıtma onuru bana verildi. Onların vaktinden çalmamak için tanıtma konuşmamı kısa kestim. Söylemek isteyip de tam olarak dile getiremediğim bazı konulara burada değinmek istiyorum. Çünkü soruşturmacı gazeteciliğin durumu demokrasinin sağlığı açısından büyük önem taşıyor.

“Soruşturmacı gazeteci” terimini “investigative journalist” karşılığı dilimize katan benim. Arena’da birlikte çalıştığımız arkadaşım Uğur Dündar onu yaygınlaştırdı. Ancak bugün bile “O da neymiş!” diye yadırgayanlar olduğunu görüyorum. “Araştırmacı yetmiyor mu?”

Kısaca açıklamakta yarar var.

Her gazeteci araştırma yapar. Bilgi toplamak, gazeteciliğin temel becerilerinden biridir. Ancak bazı gazeteciler bilgi toplamanın ötesine geçip arkasındaki gerçeği öğrenmek isterler. Gizli kapaklı işlere bulaşmış güç odakları mercek üzerlerine gelince bunu engellemek için çeşitli yollara başvururlar. İşte o zaman soruşturmacı gazeteciliğin bölgesine girmişiz demektir.

Örneğin, ülkemizdeki orman yangınları konusunda bir haber hazırlarken temel istatistiksel bilgileri toplamak, yani araştırma yapmak zorundasınız. Yangınlar artıyor mu azalıyor mu, neden çıkıyor vb. Ancak, bazı olgulardan şüphelenip, bu yangınlarda siyasal otoritelerle sıkı fıkı ilişkileri olan bir takım şirketlerin parmağı olup olmadığını sorgulamaya başladığınızda soruşturmacı muhabir olursunuz.

MAYIN TARLASI

Basın özgürlüğünün yerleştiği demokratik ülkelerde soruşturmacı gazeteciliğe çok değer verilir. Çünkü soruşturmacı gazeteciler kuvvetler ayrılığının üç gücünü, yani yasamayı yürütmeyi ve yargıyı da bir anlamda denetlerler. “Dördüncü güç” olma işlevinin somut örneğidirler…

Türkiye gibi ülkelerde bu alanın öteden beri mayınlı bir arazi olduğunu biliyoruz. Soruşturmacı gazeteciler mesleklerini ancak ağır bedeller karşılığında icra edebilirler. Bu eskiden de böyleydi, şimdi de böyle. Görünüşe göre önümüzdeki dönemde de böyle olacak.

Barış’lara ve Timur’a, 1980 ve 90’larda aynı kulvarlarda koşmuş olan bizlerin onlardan daha talihli olduğumuzu söyledim. Bunu söylerken aklımda özellikle toplumsal etkililik ölçütü vardı. “Gerçeklerin er meydanı” Arena’nın bazı programları milli futbol maçlarından daha fazla seyrediliyor, ele aldığı konular gündeme “bomba” gibi oturuyordu.

En önemlisi, verdiğimiz bilgiler üzerine savcılar harekete geçiyordu. “Dokunulmaz” şüpheli yok gibiydi. Mahkeme kararıyla haber yasaklaması (ki sansürdür) diye bir şeyin olabileceği akıllardan geçmiyordu. Adalete güven şimdikinden çok daha fazlaydı. İnsanlar birbirlerine “Gel arkadaş, mahkemede hesaplaşalım! Hakikat ortaya çıksın!” diyebiliyordu. Nitekim, Uğur Dündar, Arena’da sunduğu haberin sonunda, konuyu “adaletin şaşmaz terazisine” bıraktığımızı söylüyordu; “Adaletin şaşmaz terazisine!”

Aslında bu terazi haber yayınlanır yayınlanmaz çalışmaya başlamış oluyordu. Çünkü soruşturmacı haberin gizli gücü “ifşa yaptırımı”ndan geliyordu: Kirli çıkarları için gizli kapaklı işlere bulaşmış olanların en çok korktukları şey marifetlerinin ortaya çıkması ve halkın bunu öğrenmesiydi.

Soruşturmacı gazetecilik büyü bozuyordu.

Arena bir televizyon programıydı ama gazeteler soruşturmacı gazeteciliğe açıktı. Çünkü hala bağımsız gazeteler vardı. Hemen her gazetede bu gibi konularla uğraşan uzman muhabirler çalışıyor, haberleri sık sık manşetlerde boy gösteriyordu. Gazetecilik ödüllerini genellikle onlar kazanıyordu.

Soruşturmacı gazeteciliğin patlama yaptığı 1970’li yıllarda bu bayrağı taşıyan Uğur Mumcu ile Altan Öymen yazılı basına mensuptular. Amerika’da Watergate skandalını patlatan Washington Post’lu Woodward ile Bernstein gibi…

Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek isteyen gençler meslek olarak gazeteciliği seçiyorlardı…

HAKİKAT GÜNEŞİ TUTULUNCA…

Ama en önemlisi meslekte “doğruları dosdoğru söylemek” idealinin henüz tamamen yıkılmamış olmasıydı. İnsanların olgulara bakarak ve akıllarını kullanarak karar veren “rasyonel” yaratıklar olduklarını öne süren 500 yıllık aksiyom hala kısmen ayaktaydı.

“Hakikat” bir güneşti, aydınlığı er geç yayılınca işler yoluna girecekti. Hep böyle olmuştu, böyle olacaktı.

Derken, tam tersi yönde kanıtlar çoğalmaya başladı. İnsanların iyi öğrenim görmesi, net olgular, enformasyon bolluğu sonucu değiştirmiyordu. Akıl, piyasada geri çekilmiş, duygular, öznel yargılar, korkular, safsatalar ön plana geçmişti. Saçma sapan savaşlar çıkıyor, Trump gibiler seçiliyor, tarikatlar yayılıyor, ırkçılık yükseliyordu.

Aydınlanma, bilimsel devrim, olgular kimsenin umurunda değildi.

Gerçek önemsizleşmişti!

“Hakikat-sonrası toplum”dan söz ediyorum… Enformasyon selleri altında nefesi kesilen “homo super communicatus” elindeki tüm olanaklara rağmen zaman zaman tam bir ahmağa dönüşebiliyor; kötülüğe karşı kendisinden beklenen tepkileri göstermiyor, yanlış ile doğruyu birbirinden ayırmıyor, kendi öz çıkarlarının tam tersini destekleyebiliyordu…

Diyojen’lerin köyden kovulduğu, etik erozyonunun toplumun tüm kurumlarını tahrip ettiği böyle bir zamanda hakikatin peşine düşüp soruşturmacı gazetecilik yapma çabasının ne kadar zor olduğunu düşünebiliyorum.

Ve, yaşadığımız tüm zorluklara rağmen, meğer biz şanslıymışız diyorum…

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar