Emel Seçen

Emel Seçen


Son Bakış

Son Bakış

Haziran'da kaldım. 

Sezen Aksu şarkısı tütüyor, buram buram… “Son bakış”

“Bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
Bir yaz güneşi gibi eritir hep bu terkedişler
Bir an duruşu gibi ömrün gidişi gibi
Veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler

Aman aman yandım aman
Kurşun gibi izler
Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda
Aman aman acı yüzler
Kurşun gibi izler”

Yaşı büyültülerek idam edilen Erdal Eren’in yaşam adına son on altı saatini rahmetli gazeteci Savaş Ay fotoğraflar, tabii çok zordur insandır etkilenir. Gözün gördüğü saf, duru yüreklerde görür ve Sezen Aksu, rahmetli Aysel Gürel ve Onno Tunç ile çalışarak bu duygu yüklü eseri yaratırlar.

Ne zaman birine yetişsem ya da yetişemesem, bir an gözümde o son an ki hayali ya da hayalimde ki hayali geliverir.

Babama yetişememiştim mesela ama bir gün önce görebilmiş, sarılabilmiştim. İçimden geldi, gittim o gidiş son görüştü. Sonra yerde yatar buz gibi dokundum yanağına acaba uyanır mı, diye çok dua ettim ve gerçekten inanın bekledim. Daha otuz beş olmamıştım babamı uğurladığımda. Sardılar sarmaladılar, o tek tek hep sayarak çıktığı 99 basamaktan sekmeden indiriverdiler bir çırpıda, zahmetsiz defnettiler, üstüne bir güneşli gün sonrası yağmur yağdı. Gitti giden…

Yirmili yaşlarda öğrendim, Haziran mevsimlerinin hazana estiğini. Yaz gibi dal dal kiraz değil en iyilerin, en insan olanların tek tek savrulduğunu.O yüzden 3 Haziran da Nâzım Hikmet ile aynı gün kaybettiğim babam, isminden mi büyük tesadüflerden midir, bilinmez. Cezaevinde sonradan Orhan ismini alacak şair Raşit ile tanıştıkları yıldır, babamın doğumu. 2 Haziran da bir yanda Orhan Kemal, bir yanda Ahmed Arif perdeyi aralarken, Allah'ın hakkı elbette üçtür. 

O yüzden canım babamın önce gidişini, bir hafta sonra bu yalan dünyaya gelişini yani doğum gününü ve ardından babalar gününü sığdırırım. Hepsi evet, Haziran ayındadır hem de başlar başlamaz.

Peş peşe vefat eden bir gün bile ellerini hiç bırakmamış Haziran, 12 ve 13 Ananem ile Dedemdir. O gün, o kadar üzülmüştüm ki ilk saçımdaki beyaz fışkırıvermişti de, babacığım görüp ağlamıştı. Bizi böylesi seven insanları gördük. Elbette dünyayı ve vatanı da. Bir kuruş haram nedir bilmeden yaşamaya çalışanları. Bir işçi maaşı ile o Halil İbrahim sofraları, benim İbrahim dedemin sofralarıydı. Kim ne dersin, Haziran hem sene ortası envanter ayı ve de kayıpların ayıdır. Bakınız Hasan Saltık... Kim derdi ki 57 yaşında gitsin.

Bugün babamın doğum günü en azından bugünü gülümseyerek geçirmeye çalışacağım. Çalışacaktım, dünya hiç dinler mi? Onun bizlere getirdiği gibi bir dal iğde dalı aldım, ağaçtan özür dileyerek, tıpkı onun gibi bir bardak suya kondurdum.

Sonra güne kuruldum. Samatya, İstanbul tarihinde eski cağlardan beri ilk yerleşim yeri kumluk alana doğru yani denize konuşmaya yol aldım. Epey de ilerledim ferahladım. Döner dönmez de, 1986 yılından beri aile dostum rahmetli Dr. Ruhi Yılmazer beyefendinin vefatından kısa süre sonra kanser tedavisi ve peş peşe ameliyatlar geçiren,  eşi Psikolog ve Eğitimci Saadet Yılmazer 'in maalesef haberini aldım. 

Geçen hafta aradığımda uyuyor ve konuşamıyordu. Yeğeni ile son olarak tüm dostlara selâm söyleyerek göçtü gitti, bu sabah( 10 Haziran)

Dün iş için Beşiktaş’a geldim ama gitmek zorundaydım, yarın muhakkak uğrayacağım, dedim kendi kendime. Çünkü otuz beş yıl Beşiktaş, Asariye Caddesi onlardı, bir nevi anne ve babaydı.

Hayat bu, sizin düşüncenizi bekler mi? Belki yaklaşır ama kendi bildiğini okur.

O son bakış, bizim birlikte pasta yiyip, üstüne meyve ve çay içip

“Ay hiç yiyeceğim yoktu yedirdin bana” sözü, az gülümseyiş, gözyaşları, biraz anılar, ve eğitim üzerine çalıştığım son kitapta dört eğitimci olarak birisi olarak tek kadındı. Ama her şey eksik kaldı.

Çıkarken “ Biliyorum çok yoğunsun ama yine vakit bulursan gel, sen bana iyi geliyorsun oh rahatladım” sözü kaldı.

SON BAKIŞ

Saadet Yılmazer …

“Ardımdan ağlama, üzülme” diyordu çünkü kimseleri üzmek, yük olmak istemezdi. Borçlu kalmakta. Hassas, çalışkan, güçlü,  sabırlı, psikolog ve öğretmen ki engelli bireyler, özellikle otistik çocuklar için üstün fedakarlıkları neticesinde Şişli eski  Ali Sami Yen stadı,Tekel binası yanında ki okula onun ismi verilmişti. Sadece birkaç yıl öncesi gibi 1989 yılı, yaşadığımız süreç ve onun inanılmaz heyecanı.

Engelli bireylere yönelik ilk girişim Şişli Rehberlik Araştırma Merkezi müdürü Saadet Yılmazer’in çabalarıyla velilerin bir araya gelip, Aralık 1989 yılında Şişli rehberlik Araştırma Merkezi Özel Eğitime Muhtaç Çocuklara Yardım Derneğini kurmalarıyla başladı. Hürriyeti Ebediye İlköğretim Okulu bünyesinde; okulun konferans salonunda Şişli R.A.M. Özel eğitime muhtaç çocuklara yardım derneği tarafından tadilat yapılarak, 3 sınıf halinde “Pilot Özel Sınıflar 2 projesi” olarak Eğitim-Öğretime başlayarak,  “Pilot Özel Sınıflar” projesinin resmi açılışı 06/01/1992 tarihinde Milli Eğitim Bakanı Köksal TOPTAN tarafından yapıldı. Hürriyeti Ebediye İlköğretim okulu bünyesinde açılan pilot özel sınıflar projesi Milli Eğitim Bakanlığının 22/06/1992 tarih ve 1584 sayılı emirleri ile “Şişli Eğitilebilir Çocuklar İlkokulu” adını alarak müstakil okul olduktan sonra 1993 yılında Şişli R.A.M. özel eğitime muhtaç çocuklara yardım derneği tarafından okul bahçesinde prefabrik bina yapılarak ilkokulu bitirmiş öğrenciler için meslek okulu açıldı. Bakanlığımızca özel eğitim okul isimlerinin herhangi bir engeli çağrıştırmayacak şekilde değiştirilmesi kararı ile okulun ismi Saadet Anaokulu İlkokulu ve Meslek Okulu oldu. Milli Eğitim Bakanlığı İlköğretim genel müdürlüğünün emirleri ile aynı bahçe içerisinde bulunan Hürriyeti Ebediye İlköğretim okulu binası 1998-1999 öğretim yılında kademeli olarak Saadet Anaokulu-İlkokulu ve meslek okuluna tahsis edilmiştir. Hürriyeti Ebediye ilköğretim okulu, Saadet Anaokulu, İlkokulu ve Mesleki Eğitim Merkezine geçmiştir. 4306 sayılı kanun ile zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkması nedeni ile okulun adı ve statüsü değişerek “Saadet İlköğretim Okulu ve Mesleki Eğitim Merkezi” olmuştur.

Eşi Dr. Ruhi Bey övgü ile bahsediyordu Erbeş ailelerini, çocuklarını Saadet Hanımın nasıl özveri ile çalıştığını.

Okulun bile muhtemelen haberi yok ama bugün o bina varsa işte bu güzel insan, Saadet Yılmazer emekleri sayesinde.

Beş yıl önce aramızdan ayrılan Dr.Ruhi Yılmazer, nevi şahsına münhasır bizim deyimimizle Antalya Elmalılı Ruhi Bey.Sevgi dolu bir yüreği vardı.Arabası, sokak kedileri, köpekleri, kuşları, bisikleti, kitapları herkes her canlı ile ayırmadan konuşurdu.İstanbul Fatih’te büyüyen kökleri Karadeniz Rize’ye uzanan ve Çapa Tıp Fakültesinde asistanlığı ile başlayan yaşam yolculukları hayat arkadaşlığına dönüşmüştü.Saadet Yılmazer ve kendisi, aydın, tam bir Atatürk 'çü güzel insanlardı.İlk bilim dergilerini Dr.Ruhi Bey’in okumalarından keşfettim 16,17 yaşlarımda.

O yüzden bir kişi ve bu güzel insanlar dünyadan eksilmedi; üretken, aydın, çağdaş, çocuklara bilhassa engelli bireylere desteği ile insan ve sevgi dolu yüreği ile bir komşu, bir dost, arkadaş, hanımefendi bir can gitti.

Elimde kaldı son olarak doğum günlerinde kutladığım fotoğraf kareleri ve geçtiğimiz bayramda arayıp da konuşamadığım, sokağa çıkma(ma) nedeni ile göremediğim günler. Ama onlardan kalan yüreğimde, ruhumda çok iki güzel insan ile acısı, tatlısı, sevinci ile tam otuz beş yıl. Ellerinde büyüdüm yanlış bir ifade olmaz. Kimsenin bilmediği anıları, acıları, rüyaları ve umutları ile bir güzel insan geçti bu dünyadan, üstelikte özellikle çocuklara dokunabilmek umudu ile..Bunu başarabilmiş nadir güzel ve koca yürekli çağdaş bir kadındı. 

Kitap çalışmasını duyunca ne kadar heyecanlanmıştı. Bunun bahsi geçip kısa konuşmamızda, 1980 darbesi neler yaşadıklarını derinlemesine değil ama kısa bilgi ile paylaşmıştı. Çünkü uzunu gerçek yazılara kalmıştı ama zaman ve doğa boşluğu affetmiyor! Sen ne yaparsan ve ne düşünürsen düşün, o hep bildiğini okuyor.

İşte o yıllarda farklı görüşlerine rağmen yanında stajyer memur önemliydi, çünkü şu an kendisi Milli Eğitim Bakanımız. Hey gidi zaman.

Eğitime hizmet etmiş hem de canla başla üstelik bir kadın hatırlanmazken ya da onun mütevazı kişiliğinde tüm güzide değerlerimiz gibi o da payını alırken. O artık ses veremezken, son söz olarak tüm dostlara selâm söylüyordu, yeğeni ile.

Hani ben ki son acıda, eşi Ruhi beyin Şişli Etfal evrak için Dr ile konuşup alınmayan hatta yanlışlık olduğunu düşündüğü için gidip alıp getirmiştim, belgeyi içi rahat etmişti. Giden aydınlıktı. Aydınlık için mücadele etti. Oyuncakları, çiçekleri, canlı olan her şeyi çok severdi. Sıklamen rengini, kırmızıyı, çiçekleri, çocukları hep telaşı hep acelesi vardı.

Yıllardır hatta ilk aldığı zamanı biliyorum adı saçaklı olan maymun bir oyuncak ama çok şirin. Evin baş konuğu, biricik yeğeni Saime hanımdan öğrendim ki hastaneye getirmelerini istemiş ve göremediği için mezara bırakılmış.

Sen, bana güç veriyorsun. Biliyorum çok yoğunsun ama yine fırsat yarat gel' derken, beni nerelere bıraktınız, ah bu Haziranlarda.

Bütün güzel insanlar...

Bütün dostlar tek tek eksiliyor.

Biz mi yalnızız yoksa onlarla mı hep vardık, güç aldık?

Bu soruların cevabı yok ama Haziran ayının günahı çok. Bütün sevdiklerimizi kattı göz yaşı yağmurlarımıza.

Mekânın cennet olsun, ışıklar içinde kal sonsuza dek Saadet Hanım.

Sen ki o savunmasız çocukları sarıp sarmaladın, seni de cennet de sevdiklerinle sarsınlar...

Tüm sevdiklerimiz ile bir gün buluşacağımız güne kadar, Hoş çakal güzel kadın!

İyi ki seni tanıdım. 

İyi ki dostum, dostun oldum.

Son bakışta,

Nur ol!

Işık ol!

telif

Makale Yorumları

  • Aydan12-06-2021 20:50

    Okurkende çok etkilendim .kalemine sağlık

  • SERDAR AYNACI12-06-2021 07:52

    Ne güzel yazmışsınız, Dünya değer bilen insanlarla kurtulacak..

  • Yasemin Boran12-06-2021 04:10

    Çok duygulandım kalemine yüreğine sağlık bilgilendirdiğin için çok teşekkürler böyle koca yürekli insanı tanıttığın için de çok teşekkürler ?

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar