İnönü Alpat

İnönü Alpat


Sebebi Fenerbahçe

Sebebi Fenerbahçe


“Fena”nın aslına fena bir sözcük olmadığına, Attila İlhan’ın “An Gelir” şiirindeki o muhteşem dizeleri okuyunca kanaat getirmiştik.

“Şarabın gazabından kork, çünkü fena kırmızıdır” notunu düşmüştü İlhan aşkın, şarabın ve kavganın tarihine.

O günden bu yana duygumuz hiç değişmedi.  Hep “fena”ları aradık, hep “fena”larla kesişti yolumuz. Pek çok “fena”nın kalbe zarar olduğunu bile bile yaptık hem de bunu. “Fena”nın mahiri mi olduk, kim bilir. Mahir’in arkadaşı olduğumuzdan mıdır bilemem ama zaman mefhumunu bir tarafa bırakarak, Mahir’le aynı tribünlerde oturmanın hazzını, aynı galibiyete sevinmenin coşkusunu, aynı mağlubiyete kahrolmanın hüznünü yaşamak bile başlı başına sebeptir.
Sebebi Fenerbahçe’dir.

Mahir Çayan’ın arkadaşlarıyla takıldığı tribün “Üsküdar” ismiyle nam salmıştır. Fenerbahçe Ankara’ya geldiğinde bizim arzı endam ettiğimiz tribün ise deplasmancılara ayrılan kale arkasıdır. Hani şu “saatli” taraftır; saatli tarafın tesadüf olduğu sanılmasın, akreple yelkovanın raksından çıkan seslerin olur da kalp çarpıntısının sesini bastırma ihtimali düşünülerek seçilmiştir. 

Zaman ve mekân mefhumunu bırakalım bir kenara. Gezi eylemleri sırasında kaybettiğimiz Ali İsmail Korkmaz ve Ahmet Atakan’la hem siyaseten hem de rengârenk hayatın en güzel iki rengi için, yani sarı lacivert için kader ve keder birliği yapmanın, Mahir Çayan’la Ali İsmail Korkmaz arasında duygulardan müteşekkil köprü olmakla anlam kazandığını bilelim. Şimdi biz, takım tutmanın sırrını şampiyonluklara mı bakarak çözeceğiz yoksa Mahir’den Ali’ye uzanan köprünün içine çeken manzarasına mı?

İkincisini tercih edenlerin namı hesabına doluyor tribünler, bundan kimsenin şüphesi olmasın. Yoksa nasıl izah edilebilir bu tutku. Aksi olsaydı 3 Temmuz’dan duygular hariç yerle yeksan olarak çıkan bir takımın ayağa kalkması mümkün olabilir miydi? 

Elbette başını eğmeyen tutkunun simge isimleri yukarıda zikredilenlerle sınırlı değil. Sahaya mı bakmak gerekir tribünlerden başımızı çevirip? Bakalım. 
Orada zarafetin ve asaletin simgesi, futbolun ve basketbolun üstadı Can Bartu’yu görürüz.

Sakat olduğu halde Fenerbahçe’ye transfer edilen, sadece güzelim futboluyla değil bizim kuşağın elinden tutarak Fenerbahçe safını çoğaltan ve bu yolla vefaya karşılık veren Ogün Altıparmak’ı görürüz.  

Futbolun kıvırcık saçlı abisi Cemil Turan da oradadır, kesinlikle.

Siz Selçuk Yula’nın ele avuca sığma çabukluğunun ve zekâsının nedenini çözemediyseniz, 1970’lerde henüz lise öğrencisiyken Ankara Bahçelievler Deneme Lisesi duvarlarına 6 Mayıs için afiş yapıştırdığı, Devrimci Gençlik dergisi okuru ve dağıtıcısı olduğu günleri hatırlayabilirsiniz, işiniz kolaylaşır.

Sonra Aykut Kocaman’la karşılaşırsınız. Ömrü hayatında iki kez başını eğdiğini görürsünüz. İlki Nâzım Hikmet’in mezarının önündedir. İkincisi tribünleri eğilerek selamladığı unutulmaz karedir. İkisi dışında başını eğdiği görülmemiştir Aykut Kocaman’ın.

Kemalettin’in kararlılığı, Appiah’nın hırsı, Anelka’nın duruluğu ve mutlaka Alex’in sihriyle yüz yüze gelirsiniz. 
İşte bunlardır bir takıma “fena” halde tutkulu olmanın nedenleri.

En azından benim öyküm böyledir.

Muhalif’in bu köşesinde öykümü sizlerle paylaşacağım; “fena” Fenerli kalbimi sizlere açacağım.

telif

Makale Yorumları

  • Ece02-02-2021 23:42

    Başarılar...

  • erden kosova02-02-2021 21:05

    rast gele. takip ediyoruz.

  • melda02-02-2021 18:49

    kalemine,yüreğine sağlık inönü alpat

  • Selim Hacımuratoğlu02-02-2021 18:49

    Devrimci hırsızın arsizin değil, hakkı yenenin emeği çalinanin yanında olur diyeyim şimdilik....

  • Engin Karaahmetoğlu02-02-2021 14:08

    Harika çok sağol

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar