Emel Seçen

Emel Seçen


Sabahın Seherinde

Sabahın Seherinde

“Şişli meydanında üç kız
Biri Nergis biri Çiğdem 
Sabahın hesabı var...”


Abidin Dino'ya aittir.

SABAHIN SEHERİNDE

Şişli Meydanı'nda üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Şişli Meydanı'nda üç kız
Biri Çiğdem biri Nergis
Vuruldular güpegündüz
Sorarlar bir gün sorarlar
Bin dokuz yüz yetmiş yedi
Unutulmaz yılın adı
Bin dokuz yüz yetmiş yedi
Unutulmaz yılın adı
Bir Mayıs bayramı idi
Sorarlar bir gün sorarlar
Sabahın bir sahibi var
Sorarlar bir gün sorarlar
Biter bu dertler acılar
Sararlar bir gün sararlar
Sararlar bir gün sararlar
Beş yüz bin emekçi vardık
Taksim Meydanı'na girdik
Öyle bir İstanbul gördük
Sorarlar bir gün sorarlar


Bundan tam otuz altı yıl önce bu ezgilerle uğurlandı, büyük usta.
Her yiğit, bir başka yiğidi maraton bayrak yarışı gibi bekliyor.
Uzun yolu ile dünyanın en sessiz mekanlarından ve mezarlıklar içinde, kapısında kocaman 'Herkesin bir gün tadacağı' ısrarla söylenen, Zincirlikuyu mezarlığı. Mezarlığın uzun soluklu yolu, bir lades kemiği gibi ikiye ayrılıyor. 
Her bir ayrım içinde, isimsiz olduğu kadar topluma mal olmuş nice yiğitleri, aydınları, kadınlarımızı saklıyor. 
Saklıyor koynunda, geleceğin iyice hatırlayıp, bilmesi için. 
Açılan bağrında, doymak bilmeyen açlığı ile yudum yudum; bazen yağmurlu,  bazen güneşli, kimi zamanda rüzgârlı kesik kar havalarında yuttuğunu.
İşte, o ilk yol sol ve sağ. 


Çatallı yolun ilk sağ ayrımında bekliyor, usta babadan hemşerim, Kemal Sunal.
Bembeyaz, kesik uçlu bir soğuk film şeridinde. 
Benimde en sevdiğim türkülerden olan Neşet Ertaş'ın,  "Bahçe duvarından aştım, Âşık oldum, gonca güle ' Eşi, Gül hanımefendi için söyler, hâlâ. Bizlere de, “buradan gideceksin, türkülerin kahrını çekmiş, geleceğe aktarmak için canı, kanı ile bedel ödemiş türkülerin sahibi Ruhi Su ustaya, dercesine. 


Bembeyaz, uzun bir yalınlığı ile…
Arka fonda çağlayan, yakın bir okulun zil sesi Mozart üflerken,  kısacık yolda yine sağa yerleşmiş silueti, uğruna ayni hapiste yan yana hücrelerde işkence görürken, eşi Sıdıka için söylediği, Mahsus Mahal, çınlıyor beraber kavuştukları topraklarında.


Etle, tırnak olmuş canların ihtişamı. 
Aşk 'ın ölümsüz hali...
Tırnakları sökülerek,  bedel ödetilmeye çalışan Ruhi Su, teslim olmaz ki.  O omurga sahibi ve bu ülkenin yetiştirebileceği nadir aydınlardan.
Farklı tınısı, içimize, ruhumuzun derinliklerine ince ince işleyiveren tok sesi ile, opera sanatçısı kimliğinden, halk bütünlüğüne evriliş.
Bu yıl genç yaşta Kalan Müzik sahibi, Hasan Saltık'ı uğurladık. 
Emin olunuz ki bugün türküler varsa, tümünü derleyen yeniden kimlik kazandıran Ruhi Su sayesindedir, onu takip eden Hasan Saltık gibi.
Bir zamanların Muzaffer Sarısözen'leri gibi..
Tüm türküler sevdadır.
Tüm türküler hayattır.
Tüm türküler candır.
Türkü bilmeyen ve sevmeyen, özünü bilemez.
Can Yücel, Aziz Nesin, Hasan Hüseyin Kormazgil, Hasan İzzettin Dinamo.. Andılar aydın ve sevgi dolu kimlikleri ile anlatmaya çalıştılar.
Zincirlikuyu çıkışında ayrılırken insanlar konuşuyor, kulak misafiri oluyorum. “Buradan da Ferhan Şensoy’a gitmek istiyordum ama…”
İşte bizim şablonumuz, tam da budur!
Söyleriz, uygulama, uğruna her şeyi ortaya koyma, zordur.
Tıpkı Teşvikiye Cami avlusunda, kadıncağızın Ferhan Şensoy’un tabutunun ayak kısmı ile baş kısmını, altmış yaşına varmasına rağmen bilememesi gibi.
Çünkü akıl başka, dil başka.
Ve sevmek, değer vermek başka. 
Bir şeyi seviyor, değer veriyorsan, zamana duruma göre değişmez. Her koşul ve şartta aynıdır. Artar, eksilmez.
Tıpkı vatan sevgisi gibi.
Ferhan Şensoy, Tarık Akan, Ruhi Su bu ülkeyi, andımız gibi “özünden çok sevmiş” olarak ömürlerini tamamlamışlardır. Hem de en ağır yükleri tek başlarına sırtlanarak.
Bir resmi var Ruhi Su’nun, başının ense kısmında bir kedi yuva yapmış, önünde ise köpek. Hepsi arasında kendisi, zıtları arada filtreliyor kocaman yüreği ile. İşte onun sevgisidir ki hala bizi ona götüren, dinleten, yazdıran ve söyleten.

SÜMEYRA ÇAKIR

Ruhi Su’nun öğrencisi ve onun arkasında emeği en çok olanlardan. Otuz altıncı yıl anmasında ki ziyaret sonrası ona da uğradık. Ama oradaki kalabalıktan yarıdan az kişi oraya geldi. Yani mirası devam ettirene de saygı yok. O kadıncağız akciğer kanserinden aramızdan ayrıldı. Dert yükleyen, çok konuşmayıp, tüm benlikleri ile bunu içlerinde tam hücrelerinde yaşayan insanları, ne çabuk terk ediyor, vicdanımız. Vefa duygumuz. Sadece adı yazılı mezar taşının üstüne, bir tek gül koyduk. Bir sene de daha sonsuz olsun, gelecek seney görene kadar diye. Onun yorumladığı “Selam söyle nazlı yare”yi okuduk, hep birlikte.

Devran döndü, gün döndü.
Günler hep döner, Mevlana misali.
Şems olmasa, Mevlana yanma bilir miydi?

Ama insan denen yüce varlık, unutmayı en iyi bilen öncelikle kendi değerini, o gün o mezarda azalanlar, ya da Ferhan Şensoy’da olmayanlar, ruhlarında hissetmeyenler. Hissetmediği gibi bir başka saygı duyan sanatçıya, yumruk atacak kadar kendini kaybedenler…

Bu ülke, ne yazık ki kendini kaybetmişler ile dolu.
Ama biz sığındığımız türkülerle çoğalıyoruz, her dem. Canımız Ruhi Su’muz, Drama Köprüsünün, sol başından sesleniyor…
“Anadan geçilir,
Yardan geçilmez…”

Yar ki vatandır,
Topraktır,
Sudur,
Berekettir,
Namustur,
İstikbal ve İstiklal’dir

“Ruhi Su söylüyor gecede masalar sandalyeler söylüyor duvarlar, duvarlarda tablolar tablolarda renkler özler biçimler çiçekler avizeler süsler söylüyor ruhi su söylüyor gecede havada kanat kanat eller söylüyor doğuda bir kaçak mavzer batıda bir zeytin dalı söylüyor”


Işığın daim olsun Usta…
Sonsuz saygı ve sevgi ile.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar