Lemi Özgen

Lemi Özgen


On üçüncü kabile

On üçüncü kabile

Sert ve soğuk kuzey rüzgarı, Volga’nın çamurlu sularını dalga dalga köpüklendirdi. Keskin ıslıklar çalarak tehlikeli burgaçlar yaptıktan sonra, nehrin ortasındaki küçük adacığın tam ortasına kurulmuş görkemli beyaz çadırın altın kuşaklı eteklerini havalandırdı. Yüzlerce kişinin sessizce ayakta dikildiği ucu bucağı belirsiz çadırdaki tahtta oturan adam, görmeyen gözlerle çadırı dolduran kalabalığa baktı. Sonra omuzlarına kadar uzanan saçlarını ve enikonu kırlaşmış sakallarını ara sıra karıştırarak, düşünmeye devam etti.

Çadırın kapısındaki Bulgar ve Suvar askerler hareketlendi. O tarafa doğru baktı ve başyardımcısının içeriye girdiğini gördü. Elinde her zamanki gibi yanar bir meşale vardı. Onun birkaç adım arkasında da unvanları ‘Kündür’ ve ‘Cavşıgır’ olan yüksek rütbeli öteki iki yardımcısı belirdi. Hepsi de Aşına soyundan gelen Şad, Tarhan ve Yabgu unvanlı yöneticiler ile her biri onar bin kişilik ordulara komuta eden Orbay’lar da önceden belirlenmiş yerlerini aldılar.

Derinlerden gelen boğuk bir davul sesi duyuldu. Çocuk yaşta İstanbul’a gönderilerek Bizanslı din adamlarından eğitim alan bir Papaz,Hazar lisanında kısa bir dua okudu. ‘Atamis kim kökta sen’ diye başladığı duayı, ‘barça barça imandan bisni kuthargil’ diye bitirdi. Buhara’dan gelmiş olan Müslüman din adamı da yine Hazarca olarak Kuran’dan bir sure aktardı. Son olarak tahtın yanına gelen Haham da ‘Avinu Malkenu’dan uzunca bir bölümü seslendirdi.

Sonra Hazar Hakanı Ubaca ile üç yardımcısı, ordu komutanları ve üç kutsal dinin temsilcisi, görkemli otağın gözlerden uzak bir bölmesine çekilip, hararetli bir tartışmaya daldılar. Saatler sonra döndüler. Hakan, altın ve değerli taşlarla süslü tahta oturdu. Töre gereği, çadırı dolduran insanların yüzlerine hiç bakmadan, gözlerini çadırın tepesine dikti ve hafif bir sesle konuştu: ‘Biz kararımızı verdik ve bundan böyle Hazarların inancı, Musa Yalvaç’ın inancı yani Musevilik olacaktır’.

Soğuk ve nemli rüzgar, çadırı dolduranların kürklerine daha sıkı sarılmalarına yol açtı. Volga üzerindeki adayı karadaki Hazar İmparatorluğu Başkenti İdil’e bağlayan köprülerde nöbet değiştiren Hazar,Bulgar ve Avar askerlerinin konuşmaları ve silah şakırtıları duyuldu. Sekizinci yüz yılın soğuk bir akşamında, döneminin en güçlü devletlerinden biri olan Hazar İmparatorluğu, Musevi dinine böylece geçiverdi.

Kısa bir süre sonra Batı Avrupa’da Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’nun kurucusu Charlemagne’ın imparatorluk tacını giydiği tarihlerde, Avrupa’nın doğusunda, Kafkasya ile Volga arasında Hazar İmparatorluğu adı altında tanınan çok güçlü bir Musevi Devleti hüküm sürüyor olacaktı…

Çaresiz hastalığın kemirdiği vücudu bir deri bir kemik kalmış olan yaşlı adam, Parkinson hastalığı nedeniyle şiddetle titreyen elini, yanındaki koltukta oturmakta olan kadının elinin üzerine koydu. Kahverengi lekelerle kaplı, damarları fırlamış eli, kadının beyaz elinin üzerine yavaşça kapandı. Sevgiyle birbirlerine baktılar. Adam fısıltılı bir sesle ‘kararın kesin mi’ diye sordu. Kadın gülümseyerek, gözlerini kırpıştırmakla yetindi.

Kadın koltuktan kalktı. Çok güçlü uyku ilacıyla dolu koca bir kavanozu avucuna boşalttı. Hepsini birden ağzına attı ve bir bardak suyun yardımıyla tümünü yuttu. Sonra bir kez daha aynı şeyi yaptı. Uyku ilaçlarını ağzına doldurup, suyla yuttu. Gözlerinde garip bir pırıltı belirmişti. Kavanoz ve suyla, koltukta oturan yaşlı adamın yanına geldi. Sevgiyle gülümseyerek birbirlerine baktılar. Kadın tıpkı kendisinin yaptığı gibi iki kez, avuç dolusu uyku hapını adama içirdi. Sonra tekrar koltuğa oturdu. Yaşlı adamın eli, yine kadının elinin üzerindeydi şimdi. Bir süre sonra kadın önceden hazırladığı küçük bir kağıda bir şeyler yazmaya başladı.  ‘Biz kararımızı verdik…’ diye başladığı mektubu, ‘Arthur acılara dayanamıyor ve ben de onsuz bir hayat düşünemiyorum, bu nedenle birlikte ölüyoruz’ diye bitirdi.

Tarih 3 Mart 1983’tü. Hazar İmparatorluğu’nun Musevi dinine geçtiğini iddia ettiği On Üçüncü Kabile adlı kitabıyla büyük tartışmalara yol açan yazar Arthur Koestler, tıpkı kitabındaki Hazar Kağanı gibi kararını vermiş ve eşi Cynthia ile birlikte intihar etmişti.

Edebiyat dünyasının tanınmış ve bir o kadar da tartışmalı kişisi Arthur Koestler,5 Eylül 1905’te Budapeşte’de doğdu. Almanca konuşan bir Yahudi ailenin çocuğuydu.  Arthur on dört yaşındayken Viyana’ya taşındılar. Viyana Üniversitesi’ne girdi ve psikoloji okudu. Üniversitede okurken, Siyonist eylemlere katıldı. Mezun olduktan sonra o zamanlar İngiltere’nin manda yönetimi altında bulunan Filistin’e gitti ve burada Kibutz adı verilen kolektif tarım işletmelerinde çalıştı.

Filistin’de üç yıl kaldıktan sonra Paris’e geçti. Almanca olarak yayımlanan çeşitli gazetelerde muhabirlik, editörlük ve yöneticilik yaptı. Berlin’e gitti. 1931’de Alman Komünist Partisi’nin faal bir üyesi oldu. O sıralarda Sovyetler Birliği’nde parti yöneticileri arasında baş gösteren tasfiye hareketlerinden etkilendi ve partiden ayrıldı. Türkmenistan’da görüldü. Daha sonra Türkiye’ye geçti ve Ağrı Dağı’na tırmandı.

İç savaş başladığında İspanya’ya gitti. Nedir, savaşa gönüllü olarak katılan öteki solcu aydınların aksine, Koestler Cumhuriyetçilerin değil, Franco güçlerinin yanında kaldı. Bir süre sonra ‘Sovyet casusu’ olmakla suçlandı ve yargılanıp, idama mahkum edildi. İngiltere Hükümeti’nin araya girmesiyle kurtuldu. Ölümü bekleyerek geçirdiği o günleri, İspanya’da Ölüm Güncesi ve Ölümle Konuşmalar adlı kitaplarında anlattı.

İkinci Dünya Savaşı’nda, önce Fransız sonra da İngiliz ordusunda görev yaptı. Savaştan sonra Fransa’da kaldı. Jean Paul Sartre ve Simone de Beauvoir ile arkadaş oldu. Bir süre sonra komünizmi tümüyle reddetti ve antikomünist olduğunu açıkladı. Gün Ortasında Karanlık adlı romanıyla Sovyetler Birliği’ndeki rejimi kıyasıya eleştirdi. Yogi ve Komiser,Alacakaranlık Barı gibi eserlerinde de bu tutumunu sürdürdü.

Arthur Koestler’in bu şiddetli ‘U dönüşünün’ nedeni uzun bir süre anlaşılamadı. Sonradan yapılan araştırmalar ise gerçeği ortaya çıkardı. Savaştan sonra Sovyet rejiminin, yoksul ve ezilen insanlar için güçlü bir ‘umut’ olarak ortaya çıkması ve genel anlamda sol hareketlerin hızla yaygınlaşmaya başlaması, Amerika Birleşik Devletleri’ni ürkütmüş ve bunu engellemeye yönelik eylemler yapmasına yol açmıştı. Amerikan Merkezi İstihbarat Teşkilatı CIA destekli olarak kurulan ve otuz beş ülkede bürosu bulunan ‘Kültürel Özgürlük Kongresi’ de bu eylemlerden biriydi. Hepsi de bir zamanlar komünist olan Bertrand Russell, İgnazio Silone, Jean Paul Sartre gibi aydınların üye oldukları bu paravan kuruluşun en faal üyelerinden biri de Arthur Koestler’di.

CIA ile olan bağlantısının ortaya çıkmaması için finansal desteği Ford Vakfı, Kaplan Vakfı, Carneige ve Rockefeller vakıfları gibi yasal ve saygın kuruluşlar aracılığıyla yapılan bu kuruluş, dünyanın büyük bir bölümünde yayımlanan Encounter adlı bir ‘kültür dergisi’ çıkarıyordu ve Koestler da bu derginin önemli yazarlarından biriydi.

İşin kötüsü, Kültürel Özgürlük Kongresi’nin faaliyetlerine katılan birçok aydın, kendilerine ödenen yolluk, telif ücreti, katılım hakkı gibi paraların asıl kaynağını bilmezken, Arthur Koestler, İgnazio Silone, Bertrand Russell, Nicolas Nabokov gibi yazarlar, bu kaynağın CIA olduğunu başlangıcından itibaren bilmişler ve buna rağmen, faaliyetlerini sürdürmüşlerdi.

O sıralarda parapsikoloji ve kendi taktığı adla ‘fantezi tarih’ ile uğraşmakta olan Koestler, belki de bu eleştirilerden kurtulabilmek için ünlü On Üçüncü Kabile kitabını yayımladı. Kitapta, İsrailoğulları’nı oluşturan on iki kabilenin dışında bir başka kabile daha olduğunu öne süren Koestler, bunların Asyalı Türk soylu Hazarlar olduğunu iddia etti.

Koestler’a göre, Hıristiyan Bizans ve Müslüman Arap uygarlıkları arasında sıkışan Hazar İmparatorluğu Kağanı, her üç dinin temsilcisini de dinledikten sonra ‘kararını vermiş’ ve Museviliği seçmişti. Koestler, Hazar Türklerinin Eşkanazi Yahudilerini oluşturduğunu ve Hitler döneminde soykırıma uğrayan Yahudilerin, bu Hazarların torunları olduğunu da yazdı.

Bilinen tarihe büyük ölçüde ters düşen bu iddiaların yankıları sürerken, Koestler ilerlemiş bir kan kanserine yakalandığını öğrendi. İyileşme umudu kalmayan hastaların kendilerini öldürmelerine, tıp dilindeki adıyla ötenazi yapmalarına izin verilmesini isteyen bir dernek kurdu. Edebiyat faaliyetlerini büyük ölçüde askıya alarak, çalışmalarını bu yönde sürdürdü.

Hastalığının iyice ilerlediği bir sırada, bu kez de Parkinson hastalığına yakalandı. Acı çekmekten korkuyor ve bir an önce ölmek istiyordu. Elli beş yaşında ve sağlıklı bir kadın olan üçüncü eşi Cynthia da kendisini destekledi.

3 Mart 1983’te karı-koca ‘kararlarını verdiler’ ve…

telif

Makale Yorumları

  • Ferruh Yavuz22-11-2022 11:35

    Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Mangup’ta yasayanlarla ilgili şu bilgileri verir: Bütün Yahudiler Karani mezhebinden cıfutlardır. Diğer Yahudiler bu mezhepten olan Yahudileri sevmezler. Yemeklerinde kaşer ve turfa nedir bilmezler. Her kimin yemeği olursa saf yağlı da olsa, siniri çıkarılmamış her ne çeşit et olsa yerler. Bunlar Yahudilerin kızılbaşlarıdır. ….bu cıfutlar gerçi İsrailli Musevidirler. Tevrat ve Zebur okurlar. Asla cıfut lisanı bilmezler, Tatarca konuşurlar. Hepsi mor sofdan dikilmiş tatar kalpağı giyerler. Şapka giymezler. güzelleri çoktur. Zira bu Mangup'un su ve havasının güzelliğinden Yahudilerin yüz renkleri kırmızıdır. (Evliya Çelebi Seyahatnamesi; (Sadelestirenler) T. Temelkuran, N. Aktas, M. Çevik, c. vii, İstanbul: 1980, s. 374)  **************Lemi Özgen’in bu yazısında değindiği, Arthur Koestler’in Onüçüncü Kabile romanında geçen Hazarların Musevi inancına sahip bakiyesi Karay/Karaim toplulukları Kıpçak Bozkırında Kırımdan/Litvanyaya, Ukraynadan/Karaköye, Çıksalın’a, yaklaşık yüz yıl önce sayıları yirmibin civarında olduğu belirtilse de, bugün yaşadıkları toplumların içinde kaybolduklarını söyleyebiliriz. Ağızları ve kültürlerinden geride bıraktıkları izleri Dinler Tarihi ve Edebiyat Tarihi araştırmacılarının, akademisyenlerinin çalışmalarında yaşatılmaktadır.   ***************Ukrayna’nın Lutsk şehrinde yazar, yayıncı Kendisini Karay kökeninden sayan hukukçu ve noter Aleksander Mardkowicz tarafından 1931-38 yılları arasında 12 sayı yayınlanan “Karay Awazı” (Karay Sesi) geçen yüzyılda Karay dili ve kültürünü canlandırmayı amaçlayan dergidir. Bu derginin ilk sayısında yer alan, yazarı Seraja Szapszal “Kabaklarında Aziz Saharnın” traskiripsiyon metni ve çevirisi  “Aziz Şehrin Kapılanında” adlı metinden bir kuple: ****************Kabaklarında Aziz Saharnın“Yits for yilda kerinsin bar erkeklerin senin alnında Adonay Tenrinin”  turad yazhan Torada. Da har kin ertede hem inhırda sahınabiz yalbarmaklarımızda sezlerin Tihilimnin: “Eger unutsam seni, e, Yeruşalayim, unutsun meni on kolum; yabussun tilim tanlayıma, eger sahınmasam seni” ( “Tihilim (Kutsal Dua Kitabı)”, ilis 137, sure 5-6) Aziz Şehrin Kapılarında/ Seraja SzapszalTora’(Tevrat)da “Yılda üç kez erkeklerin hepsi senin, Tanrı’nın önünde görünsün” yazar ve her gün sabah akşam dualarımızda Tihilim’in sözlerini düşünürüz: “Eğer seni unutursam, ya Yeruşalayim, sağ elim beni unutsun; dilim damağıma yapışsın, eğer düşünmezsem seni.”(Yayınlayan Dr. Gülsüm Kırbaş, Selçuk Üniversitesi, Doktora Tezi) 

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar