Emel Seçen

Emel Seçen


Nerede ışık vurmuşlar

Nerede ışık vurmuşlar

Teknoloji ve iyi olmak, insansının sınavı. İnsan olan, gerçekten insan!

Neyle yıkarsan yüzünü, gösterir suretini sana.

 

İnsan, evrimleşerek geliştiğini düşündü.

Aslında, düşündüğünü düşünebildiğini düşünüyordu. Oysa düşünemedi. Birden düştü, gerçekler değil yalanlar üzerinden. Etraf bir sis bulutu gibi yalanla, hinlikle, hainlikle kuşatmıştı; doğruyu, güzelliği, iyiliği ve en çok sevgiyi…

İnsan, hep biraz daha yol aldıkça omurgası Homo Sapiens’lerden beri, sırt düzeliyor gibi gözükse de,  gövde düzeliyor ama kişilik eğriliyordu.

Sürüye uyan, sistem mahkûmları güya…

Gelişti, taşlara yazdı ilk önce.

Okuma öğrendi,

Diploma aldı.

Traş oldu.

Manikür yaptırdı.

Sonra uzandı bilmeden, ilk yontulmuş iletişim aracının adının da tablet olduğunu umursamadan. Sosyal medya uzmanı oluverdi, ne de olsa makbul olan oydu. Üretmeden, tüketime fayda sağlamak.

Artısı, herkesi bilmek!

“Bir maniniz yoksa”, diye başlayan cümleler kervanından geçerek insanlık gelişti, her şeye ulaştı.

-Oysa özelimiz, özümüdür-

Sosyal medya araçları çoğaldı, yazı yazmayı öğrenen, alt kısımlara yorum yapabilmeyi keşfetti ki bu keşif, onun hayatı öğrendiğine dair bir belgeydi. Belge, onu uzman ilan etti. Uzmanlık alanını, zahmetsizce geliştirdi. Yemek programları, TV programları, Sanat eleştirmeni oldu, hatta Tarih profesörü, Bilim insanı, oldu. Gerçekten oldu!

Bilgiyi öğrenmekten çok, bilgisiz bilgiyi saçmak, moda oldu. Ve artık her şey hakkında bilgisi vardı. Kim tutardı onu? Hafta da beş kez, kıyafet sipariş verdi ve artık zengindi. Her şey elinin altında ve kolayca ulaşabiliyordu. O zaman sinsice ilerlemeyi, başka insanların hayatlarına girmeyi doğru buldu. Kimseye fayda sağlamadan! Netice de pasta ile fotoğraf çektiriyorsa herkes, o da yapmalıydı. Sonra birbirleri ile yarıştılar… Kim, daha çok pasta ile fotoğraf çektirecek?

Ekmek, Halk Ekmekte bir buçuk TL iken ve insanlar askıda ekmeği Halk Ekmek büfelerinde göreli yeni olmuştu. Ama onlar gelişmiş, şanlı, şarkılı paylaştılar. Ne de olsa aç olan komşu ondan, değildi! İnsanlık çağ atlamıştı. Hemen paylaşmalıydı. Kendi geçmiş acılarını bir mutlu ve saf üzerinden zaman kaybetmeden aklamalıydı. Kendi mutsuz, üretmesiz, sadece yiyip, içip, gezip, eğlenirken başkaları bu kadar işi nasıl yapardı? Ve ne yapıyorsa, hemen kopyalamalıydı. Hayat; kopyala ve yapıştır kulesi, değil miydi? Yapıştır, gitsin! Kuleden düşen, düşün ve puan kazan! Öyle ki kendi gezmelerini unutup, bir başkasının sadece bir izleyici olarak bulunduğu,Tiyatro alanı bahçesindeki fotoğrafına bile “Ohoo, geziyorsunuz!” diyebilecek kadar arsızdı. Ne varsa “mutluluk ve doğallık” adına tüketmeye yemin ettiler, düzen buydu.

Öğretti hayat ve teknoloji pirinalara, adam nasıl yenir?

Bir gün sosyal medyada; başkasının özel hayatına girebilmeyi, izinsiz dâhil olmayı zevkli buldu. Zamanla, doyumsuz insanoğluna, bu da yetmedi. Başkasının ne yediğine, ne giydiğine, kiminle konuştuğuna ilgi duydu. Bu da yetmeyecekti, elbette. Sonra kalktı birbirlerine sevgi paylaşımı yapanları görünce, bu kez oraya musallat oldu. Karşıdakiler iyilik ve paylaşma derdinde, yasaklara çözüm bulma nöbetinde. Onlar ise nöbete, ateş tuttu. Unutulur mu bunlar? Oku, oku…yaz yaz, anlamaz. Sövsen, Yarabbi şükür! Gözü var, kendi sofrasının dışında.

İnsanlık gelişti, çağ atladı. Kendisine iyilik yapanları bile bıçaklamaktan çekinmedi. Kendinden başka herkes, ötekiydi. Zamanla yitirdikleri ya da isteyip de sahip olamadığı her istek; egosuna mahkûm, hırslarına idam oldu.

Hiç çekinmedi, üstüne mağdura yattı, insanlık, sahne dışına taşındı.

Çiçek görse yakanızda, broşu sökecek.

Ağaç, günah keçisi.

Tut, aman tut başkasına gitmesin, şimdiye kadar oralı olmadığın birden kıymet bohçası.

Ağızda binlerce lakırdı, defile defile üstüne.

İnsanlık pek gelişti, mirim, adam ezme biçiminde.

Saygı, yok. Değer, yok. Kıymet, yok.

Edep, o ne ki?

Nerede, dürüst ve iyi var. Başında ki hare sevgi, baltala ve yakala, parçala. Öyle bir parçala ki geriye bir gıdım kalmasın. Aman, ha! Kimse mutlu olmasın!

İnsanlık gelişti, bana anlatmayın.

Biz, bunları yeni görmüyoruz ama dünyanın gerçeği, aşkı da, o aşkın kıymetini de çok iyi biliyoruz.

1974, Türk Pop Müziğinin Karı-Koca çifti, Yüzbaşıoğlu Ailesi, hep güzel işler yaptılar. Zaten aşk ile birlikte güzel işler yapılır. Sevgi üzerine, nice şarkılar yaptılar da hala anlamadı, insanlık.

Lak lak çok..Dinlemek, yok!

Döne durmuş dünya, yalanlar ve ihanetler üstüne. Kötülük, kötülüğün tepeleme üstünde, buram buram kesif koku. Sarmalıyor, güzel insanların yumuşak yüreklerini.

Şenay diyor, Beyaz Ülke, yani seven ve sevebilenlerin ülkesi:

Haydi, gel gidelim benim ülkeme
Sorgusuz cevapsız o güzelliğe
Sevelim, sevelim isyan edelim
Kendinden çok hiç kimseyi sevmemişlere”

-Miş’li yaşamlar çerçevesi; ne doğayı, ne ağacı, ne kuşu, ne tavşanı ve ne de insanı gerçekten sevmedi. Sevemez çünkü bu taraklarda bezi yok.

Ömürlük değil, gündelik akışta sürü.

O yüzden şairler yazmadı mı? Çatlamadı mı, Azime’nin göbeğinden Temmuz?

Seller, tufanlar, yarışlar…

Dedi, Korkmazgil:

Ağaç görmüş yakmışlar, Bir kanat görmüş kırmışlar, Şimdi de düşmüşler insan izine.. Nerede insan, Nerede ışık, vurmuşlar..

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar