Büyükelçi (E) A. Süha Umar

Büyükelçi (E) A. Süha Umar


Ne yapıldı? Ne yapılmalı? Kimlerle yapılmalı?

Ne yapıldı? Ne yapılmalı? Kimlerle yapılmalı?

İkiyüz yılda, “dinden ayrıldık. Böyle oldu.” safsatasıyla, ağır ağır ve özellikle Türklere büyük bedeller ödeterek batırılan bir imparatorluktan, tam da “bu defa ayağa kalkamazlar” düşüncesi yerleşirken, yüz yılda değil birkaç yüzyılda bir ancak gelen bir dahi tarafından bir ulus devlet olarak kuruldu Türkiye Cumhuriyeti. Ve Batı da, Doğu da, emperyalizme ilk ve belki de son kez en büyük darbeyi vuran bu Cumhuriyeti, hele onun kurucusu Mustafa Kemal ile onun adını taşıyan “Kemalizm”i hiç sevmedi. Hala da sevmez.  On yıl kadar önce bir AB Büyükelçisi bana “Kemalizm” diye söze başladığında, “Neden hiç sevemediniz Kemalizm’i? Kemalizm aslında sizin Batı uygarlığı dediğiniz değerleri savunur ve onları benimser.” dediğimde yüzüme bir garip bakmıştı, “İşte bu da anlamadı.” der gibi. Aslında o büyükelçi, Kemalizm’i, onların temsil ettiği emperyalizmi yere vurduğu için sevmiyordu ve bunu benim anlamadığımı düşünüyordu.

NE YAPILMIŞTI?  

Türkiye Cumhuriyeti sadece emperyalizme hiç unutamayacağı bir darbe vurmakla kalmamış, Atatürk’ün vizyonu, ileri görüşlülüğü sayesinde, çok kısa zamanda uluslararası toplumda kendisine ciddi ve ağırlıklı bir yer edinmişti. Lozan Barış Antlaşması, Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Balkan ve Sadabad Paktları ve daha nice dış politika anıtsal başarıları yeni devleti bir anda Osmanlı’nın bile ötesine götürmüştü. Emperyalizm nasıl sevsindi bu devleti, Mustafa Kemal’i ve Kemalizm’i?

AKP ve Erdoğan’ın 20 yılda, Osmanlı’nın “hasta adam” dönemine geri götürmesi bile tek başına, Batı emperyalizminin rüyasında görse hayra yormayacağı kadar beklenmeyen bir kazanımdı. Türkiye’nin, Batı’nın Büyük Ortadoğu Projesi (BOP), Irak ve Suriye harekâtlarının tuzağına böylesine kolay düşmesi, daha da şaşkınlık yaratmış olmalı. Ama Emre Kongar ve Merdan Yanardağ’ın ifadeleriyle, “AKP iktidarı zaten Batı tarafından böyle tasarlanmışsa ki bunu doğrulayacak çok belirti vardır, o zaman duyulan, şaşkınlık değil, “bu defa başardık”  veya “başarıyoruz”  sevinci olmalı. AKP ve Erdoğan yönetimindeki Türkiye, Huntington’u da mutlu ediyor herhalde. Ancak galiba filmin sonu geldi. Hatta geri sarılmaya başladı sanki.

NE YAPILMALI?

Peki, bu gidişi durdurmak ve bir kez daha geri çevirmek için ne yapılmalı?  Bu sorunun yanıtını, değeri ve önemi yadsınamayacak bir çalışma olmakla beraber, Millet İttifakı’nın yüzlerce sayfa tutan “Politika Belgesi” veya benzerlerinde aramaya gerek yok. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin, “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestosu. Nisan 2023” açıklamasını okumak yeterlidir.

İçinde aklı başında herkesin zaten hemfikir olduğu konuların ve yaklaşımların dile getirildiği Manifesto, nelerin yapılması gerektiğini doğrusu şaşırtıcı bir açıklık ve anlaşılır, düzgün Türkçe ile anlatıyor. Tersinden okunduğunda da son 20 yılda nelerin yanlış yapıldığını söylüyor.

Ulus olmaktan, laikliğe; yargıdan, paraya ve ekonomiye; sağlıktan, dış politikaya; silahlı kuvvetlerden, siyasete ve siyasi partilere, seçim yasasına; basından, örgütlü topluma; ulaşımdan, enerjiye; gençlerden, kadınlara, sanata ve sanatçılara; uygar bir toplum ve devlet olabilmek için her alanda nelerin düzeltilmesi gerektiğini hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğretiyor. Tam bir strateji belgesi. Peki yeter mi? Yetmez.

KİMLERLE YAPILMALI?

Kötü ve maksatlı yönetimin Türkiye’yi getirdiği yerden, daha ağır bedeller ödemedençıkabilmek için yapılması gerekenler bellidir de bütün bunları sonunda insanlar yapacaktır. Ama hangi insanlar?

Türkiye’yi bu açmazdan kurtaracak birlikteliğin başını uzun zamandır CHP’nin çektiğini artık sağır sultan bile duydu, görmek istemeyenler bile gördü. CHP bugüne kadar, belki de Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde hiç görülmeyen hatta akla bile gelmeyecek bir ilki başardı ve sağ ile solu bir ülkü etrafında topladı, tek bir hedefe yöneltti. Bunun için epey bir bedel ödedi. Birçok alanda zor adımlar attı. Yine birçok kişiye, partiye, gruba, hiç de hak etmedikleri kadar anlayışlı davrandı. Onlar için kendisinden fedakârlık etti. Zaman zaman bu fedakârlığın, CHP’yi CHP yapan kurucu ilkelerden ayrılmak olarak bile görüldüğü ve tepki topladığı da kuşkusuz. Bunlar, büyük ülküye ulaşacak siyasetin gerekleri olarak algılanmalı ve varılan noktada doğru adımlar olduklarının görüldüğü kabul edilmelidir. O kadar ki, İttifakı oluşturan diğer partiler daha düşünceli davransalardı daha iyi olurdu ama milletvekili adayları arasındaki, Sadullah Ergin gibi bir iki istisna yine de kaideyi bozmamalıdır.

Ancak seçimler kazanıldığında bu tutum böyle götürülemez. Götürülmemelidir. Kısacası yeniden Atatürk Türkiyesi’ne dönülecekse ki kurtuluş oradadır, Atatürk Türkiyesi’nin kurucu ilkelerinden ödün verilmemelidir. Bunu engelleyecek, buna ters kişilerden uzak durulmalıdır.

CHP’nin de, bir ara onun devamı olarak Türk siyaset sahnesinde yer alan birinci ve ikinci SHP’nin de bu konuda kalıtımsal bir zafiyeti var gibi görünüyor. İktidara geldiğinde her nedense karşı tarafın ekibi ile çalışmak. Hemen her alanda görülen bu yaklaşımı ben sadece kendi alanım olan dış politika açısından değerlendirirsem, bu kalıtımsal davranış bozukluğunu, Erdal İnönü’den Hikmet Çetin’e, Murat Karayalçın’a bütün CHP-SHP hükümetlerinde birebir yaşadım. Gördüğüm kadarıyla şimdi de daha iktidara gelmeden bile benzer bir durumla karşı karşıyayız. Bu yanlıştır. Böyle bir davranış, yapılması gerekenlerin yapılmasının önündeki en büyük engeldir. Nitekim geçmişte de böyle olmuş ve karşı görüşün kişileri, iktidardaki CHP’nin, SHP’nin altını oymuşlar ve kısa zamanda iktidarı kaybetmesine neden olmuşlardır.

Daha açık olmak gerekirse, bir zamanlar geldikleri görevlere, makamlara AKP’ye, Erdoğan’a, Gül’e yakın durarak, tartışmasız biçimde onların politikalarını yürüterek gelmiş ve halen de bu tutumlarını değiştirdiklerini gösteren, inandırıcı duruşlar sergilemeyen kişilerin iktidarın dış politika kadrolarında yeri olmamak gerek.

Bu dikkat ve özen diğer alanlarda da gösterilmeli, CHP’nin fedakârlığının ve anlayışlılığının bir sınırı mutlaka olmalıdır. Hele de yetkili ve etkili makamlarda bulundukları dönemlerde, o makamların gereğini yerine getiremeyecek kadar dirayetsiz davranıp, örneğin ülkenin en mahrem noktalarına girilmesine, yaşamsal bilgierinin yabancı servislerin eline geçmesine bile direnemeyen ama şimdi Atatürk ve Atatürkçülük üzerine kitap üzerine kitap yazan, basında sık sık söyleşilerde boy gösteren kişilerden mutlaka uzak durmak gerekir. Böyle  yapılamayacaksa, iktidara gelmeye çalışmanın anlamı yoktur. 

telif

Makale Yorumları

  • Cumhur Tülay Vargi27-04-2023 10:47

    Sevgili Süha; içi dolu,samimi ve bir o kadar da doğru ve derin yazını haddim olmayarak çok beğendim. İyi ki varsın ,iyi ki arkadaşımsin.Saygiyla..

  • Namık Erpul26-04-2023 11:34

    Çok doğru tespitler.

  • Güler26-04-2023 09:19

    Türkiye'min değerli DİPLOMATI iyi ki varsınız.Muhteşem yazınız ile,tünelin ucunda umudum oldunuz.Gözlerinize,ellerinize sağlık.SAYGILARIMI SUNUYORUM EFENDİM.

  • Güven Çalık25-04-2023 23:58

    Sıradan değil ATATÜRK'ÜN gençliğe hitabesi. Dâhili ve haricî bedhahlardan bahseder. Cebrem ve hile ile aziz vatana yapılabilecek kötülüklere değinir ve döner bize derki : ey Türk istikbalinin evladı, işte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur. Bizim damarlarımızda olan kan tam anlamıyla bu bahsettiği kandır. Bu yazıların devamı dileğiyle saygılar sunarım.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar