Emel Seçen

Emel Seçen


Nazım, Vera, İstanbul ve ben

Nazım, Vera, İstanbul ve ben

“Martılara rastlamadım,
Balıklar kovalamadı dümen suyunu
Ve üç gün üç gece
Bulutların önünden
Ağır bir keder gibi akıp geçti Baltık Denizi
Ve ben ordaydım yine sensiz
Ve içimde seni yitirmenin korkusu
Dönüp bulamamak seni
Seni ve şehri bulamamak yerinde,
Seni, şehri ve dünyamızı”


Nazım’ın, Vera’sına ilk âşık olduğu zaman yazdığı şiir ile başladık.
Dahası var; taze kelimelerin kokusu ile Dr. Tuncay Özverim’in “NAZIM, VERA, İSTANBUL ve ben…” adlı ilk kitabında.

Dr. Tuncay Özverim ile tanışıklığımız, benim sinema sektörünün durumunu kaleme aldığım Beyoğlu/Cinemajestic sinemasının durumu ile ilgili Cumhuriyet Gazetesi’ndeki röportajım ile başladı. Kendisi Almanya, Armutlu aksından İstanbul’a gelip oturduğu ve müze ev haline getirmiş olduğu Beyoğlu, Ayhan Işık sokaktaki evine gitmeden, her zaman önünden geçerken, sadece seyirci değil bir İstanbul Beyefendisi olarak selam verdiği komşusuna uğrarken, içinden “Keşke o güzel haberi yapan kişide burada olsa”, dediği sırada ben de oradaydım.



Tanışma, sohbet, meğer ki kendisi Kurtuluş Savaşımızda, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e medeniyet gelişiminde, Fransızcasını ilerletmesinde katkısı olan Harbiye’den sınıf arkadaşı Ömer Lütfü Bey’in eşi Madam Corinne, rahmetli eşinin rahmetli teyzesiymiş. O beni buldu, ben önce bir insan, sonra Atatürk’ü yeniden tanıdım. Ayhan Işık Sokak, Melekler Kahvesi hele de İFSAK dediğimde, herkes orayı biliyordur ama orası Madam Corinne’in oğlu Reşat’ın yaşadığı, Atatürk’ün okuduğu kitap dâhil birçok anıyı canlı tutan bir bina. Kimlere yurt oldurmadı ki orayı Tuncay Bey; Ruhi Su Vakfı, İfsak… En üst katta terastan Beyoğlu’nu ve Sarayburnu’na uzaktan bir bakış yakalarken buluveriyorsunuz kendinizi. Şu sıralarda dökülmekte olan ve kıymetli bilinmemiş sokakları ile Atatürk’ün geçtiği sokaklar… Dr. Tuncay Özverim o eve, “Müze Ev” diyor, haklı da…
Vakti zamanında sadece erkeklerden oluşan müdavimlerle entelektüel sohbetlerin yapıldığı etkinlikler düzenlermiş. Kimler yokmuş ki... Hıfzı Topuz, Orhan Karaveli, Adnan Binyazar gibi birçok nitelikli insan konuk olmuş Müze eve. Ama kadının olmayacağı kuralı, benimle kırıldı!.. İlk görüşmemizde kitabında da katkıları olan Musa Ağacık ve Sadık Albayrak da vardı. Kitap sürecinin en sancılı olduğu dönemde karşılaşmıştık. Fikir alışverişi yaptık, sohbet ettik ama en çok ortak noktamız elbette sinema, müzik, İstanbul ve en başta ATATÜRK’tü.

Bir İstanbul Beyefendisi’nin görmüş geçirmişliğinden anıları derledik. Kendi youtube kanalımda çok profesyonel olmasa da yayınlar yaptık. Çok da güzel oldu. Yayınları yapmak için müze eve geldiğimde benim olmazsa olmazlarımdan Jean- Jaques Rousseau’n Emily kitabını gördüm. İç sesim, doğru yerdesin, dedi. Sonra ATATÜRK’ün okuyup da tıpkı benim gibi kurşun kalem ile not aldığı kitaba dokundum, kokladım.
Ve röportajlar sırasında müzik hep vardı. Bazen Schendler’in Listesi filminin John Williams müzikleri bize eşlik ediyordu. Kimi zaman da Chopen, Wagner, StarWars film müzikleri...

O kadar birikimli ve sevgi dolu ki kavgaları, şiddeti anlamayan mizacını, bu yaşına kadar içinde saklamış. İstanbul aşkı, Atatürk sevdası, yaşama bağlılığı ile bazen çocuk ruhlu bazen diş hekimi kadar bilimsel bazen de torununun ayağı incindi diye kaygısını gizlemeyecek kadar şefkat dolu bir baba, dede...

Şimdi bu kitap, tüm bunları içinde barındıran adamın ilk eseri. Bunu çok hayal etmişti. Madam Corinne, Lütfü’nün hikâyesini yazarken, o rahmetli eşine yardım etmişti ama burada artık sadece kendi ve yaşanmışlıkları vardı. Bir de onun yüreğini anlayabilen az ve öz dostları.

Düşünü, önüne kattı Dr. Tuncay Özverim… İlkokul çağlarında hiç unutamadığı, öğretmeninin yaptığı haksızlıkları yırtarcasına; tüm bildiklerini yazdı, düşledi, bazen kurdu ve elbet bu ilk ile kalmayacaktı. Öyle bir düş kurdu ki okurken düş mü, gerçek mi, onu da okuyucunun algısına bırakıyordu. 

Özgür Ruh Dr. Tuncay Özverim okuyucuyu sabitlemiyor, siz ne çıkarmak istiyorsanız, onu bulacaksınız. Çünkü bir gemi kaptanı olmak isterken doktor olmuş bir Cumhuriyet çocuğunun düşü aslında bu. Özlediği İstanbul, hayran olduğu Atatürk, Nazım gölgesinde hala görürken, yaşarken sindiremediği İstanbul manzaralarından bir gemiye alıyor bizleri. Bu öyle bir gemi ki cruise olsa her yere uğrayamayacak bildiğiniz yük gemisi ama akşamları; sanat, müzik ve şiire dönüşen bir yük gemisi. Eh, tahmin edin sıra dışılığı. Kim istemez ki düşleri, hele de bir gemiyi? Biz çocukken meşhur Aşk Gemisi vardı, hatta Yunanistan yaptı diye Kültür Bakanlığı devreye girdi de burada da çekimi yapıldı. Aşk Gemisi, Dr. Tuncay Bey’in kaptanlığında ancak gerçek aşk oluyor. Çünkü hikâyede Nazım’ın hasret gittiği İstanbul’a en büyük aşkı bulduğu Vera geliyor…
“Saçları saman sarısı, kirpikleri mavi, kırmızı dolgun dudaklı” Vera Tulyakova…

Odessa bandralı, yük gemisinin yükü sevgi, kaptanı Tuncay Özverim, “Nazım, Vera, İSTANBUL ve ben…” adlı sıra dışı hikayesinde; yer yer Fellini gibi sahnelerden çocukluğa, Çırağan’da bir rüyaya, rüyada halayıklar, uşaklar ile düşe. O düşten büyüyerek; gramofona uygun bir taş plak, masada şamdanlar, tabaklar Meissener porseleni, çatal kaşık Solingen Palazzo, bardaklar Böhmen. Ve kadınların üstünde şık tuvaletler erkeklerde ise smokin. Buyurun valse diyor.

Şiir yankılanıyor aşkın şehri İstanbul, İstanbul’un aşk olduğu yük gemisinde:
“Gelsene dedi bana,
Kalsana dedi bana,
Gülsene dedi bana,
Ölsene dedi bana,
Geldim,
Kaldım,
Güldüm,
Öldüm…”

Kaptanı TUNCAY ÖZVERİM’in olduğu bu ilk kitabın önsözünü, kendisinin yakın dostu, Atatürk’ü ve Nazım’ı tanımış araştırmacı ve yazar Orhan Karaveli yazdı, üstat şöyle diyor:
“Böyledir Tuncay Özverim, 'Sıradan işleri' sevmez. Gene öyle olmuş. Yılların teknesi o, dokununca tersaneden yeni gibi pırıl pırıl. Başında havalı kasketi, üzerinde beyaz kaptan giysileri ile motorlar homurdanırken güvertede toplanmış kadınlı erkekli yolculara konuşuyor Tuncay Kaptan.
“Pruvamız neta olsun”

Seçkin ve saygın yolcular. Coşkuyla alkışlıyorlar bu sözleri. Kaptanın onur konuğu ise Vera…Yani Vera Tulyakova, yani Vera Hikmet Ran…
Türkiye onları bekliyor. Boğaz serin esiyor. Balıkçılar “Lüfer”de... Tarabya, Dolmabahçe, Karaköy, Üsküdar, Kadıköy, Kızkulesi...
Kaptan bir ara sesleniyor yolculara: 
“Sarıyer fenerini bordaladık, Tarabya yakındır… “
Oysa ne gemi var ne de Tuncay Kaptan. Ne yolcular var ne mürettebat. Ne de VERA…

Okuyunca değişik bulacaksınız Tuncay Özverim’in bu kitabını. Seveceksiniz. Nazım’la burkulacak içiniz “Hiç olmazsa burada bir yerlerde yatsa” diyeceksiniz… 

Bana göre belki de en çok İstanbul’u, Nazım kadar sevmiş olanlar ve her Boğaz geçişinde arkadaki köpüklerden buraya hasret kalanları düşünenler, önce anlayacak. Bu şehri bir tutku ile sevebilenler… İstanbul insanı yormaz ama önce onu anlamak lazım. Bunu bir İstanbul aşığı olarak yazıyorum. İstanbul’u seversen, sana cömert davranır. İstanbul ki, dünyanın gözbebeği, her daim gözdesi.

Bu kitapta; çok sevdiği İstanbul’una hasret Nazım’ın bir düş ile gerçekliğe dönüşü var. Selimiye Kışlası, Harem İskelesi, hapishaneden çıkmış 49 yaşında askerlik yoklamasına çağrılan bir Nazım var. 1955 yılının aralık ayında iki aşkın birbirlerini görüşleri var. Galata Köprüsü, Tünel, Beyoğlu, Galatasaray, Narmanlı Han. En çok da Rejans Lokantası var.

Kitap hazırlanırken bir de göz ameliyatı geçiren Dr. Tuncay Özverim, başlık için de çok sevdiği Almanya’dan valizi ile kaç kez direkt oyununa gittiği Genco’sunu kapakta kullanacaktı, sanırım dizgide bir aksilik oldu. Ama NAZIM’sız GENCO ERKAL olur mu? Elbette var, hem de Vera’lı. Kendisi Vera’yı görüyor, Genco Erkal’ın oyununda. Rahmetli Tarık Akan da teyit ediyor. İşte bu bilmediğimiz anekdot içinde, yer İstiklal Caddesi Muammer Karaca Tiyatrosu, “Vera’nın yüzünde sanki Vivaldi’nin Dört Mevsimi çalıyor” diyor.

Almanya’nın Dortmund şehrinden İstanbul hasreti ile büyüyen, o aşkı hiç kaybetmeyen Dr. Tuncay Özverim’in yüreğinin sesine ortak olun lütfen.
O diyor ki, bıkmadan usanmadan: Güneşli günler göreceğiz!
“YAŞADIM DİYEBİLMEK İÇİN!..”

NOT:Bir günde okuduğum kitabı eminim sizde bir solukta bitireceksiniz. Kitabı temin edebileceğiniz adres “https://www.babil.com/nazim-vera-istanbul-ve-ben-kitabi-tuncay-ozverim”
Dr.Tuncay Özverim:1936’da İstanbullu bir ailenin oğlu olarak Ankara’da doğdu. Babası Askeri doktor olduğu için ilkokulu Ankara Mimar Kemal Okulunda, Ortaokulu Beyoğlu Ortaokulunda, Atatürk Erkek Lisesi’nde tamamladı. Diş Hekimliği Fakültesi’ni 1959 yılında bitirdi. Lise yıllarında hayali kaptan olmaktı. 1960 yılında evlendi, Orhan ve Gülay adında iki çocuğu var. 1960 yılında Yedek Subaylık görevini yaptığı İskenderun Kırıkhan’da serbest diş tabibi olarak çalıştı. 1964 yılında Almanya’ya gitti, 1974’te kendi muayenehanesini açtı. Emekli olana kadar orada yaşadı. Almanya’da değişik yıllarda fotoğraf sergileri açtı. Şimdi anılarını okuyuculara sunuyor.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar