Lemi Özgen

Lemi Özgen


Martılar yalnız uçar

Martılar yalnız uçar

“Ben olsam vapurlardan martılara ekmek, simit atılmasını yasaklardım” dedi oğlan. Şirket-i Hayriye adına Manchester’deki Maudslay Sons & Fields tezgahlarında yaptırılmış ve o tarihten bu yana Marmara’nın yorgun sularında istim basan emektar Çengelköy vapurunun güvertesindeydiler. Alabildiğine esmer bir delikanlıyla gülünce yanaklarında gamzeler açan bir genç kız.

“Neden” diye sordu kız.

“Buradan Adalara kadar kaç kilometre var biliyor musun? Ve bu zavallı martılar bir lokma ekmek uğruna vapurun arkasında o kadar mesafeyi uçuyorlar. Hiçbir canlı karnını doyurabilmek için bu kadar eziyet çekmemeli” diye cevap verdi karaşın oğlan.

Marmara’nın yosma sularında çok aşık yüzdürmüş, çok onulmaz sevda iskandil etmiş Çengelköy vapurunun rokoko tarzı yapılmış güvertesindeydiler. Biraz önce ince belli Paşabahçe bardaklarda çay içmişlerdi. Çaylar, boynu vurulmuş sadrazam kanı demindeydi. Karanlık ve koyu kırmızıydı.

Tabii hayatlarında hiç sadrazam görmemiş esmer oğlanla sarışın genç kız bütün bunları bilmiyorlardı. Zaten bilmek de istemezlerdi. Onlar yalnızca bütün sevdalılar gibi, İstanbul Sultanlığı’nda kararınca bir yaşam istiyorlardı…

Martılar bir Dersaadet kuşudur

Taç yapraklı bir eylül ikindisiydi. Yüzlerce martı Çengelköy vapurunun dümen suyunda çığlık çığlığa uçuyordu. Birazdan İstanbul’a cam sicimi yağmurlar içinde eflatun bir nergis akşamı inecekti.

“Ne kadar da çok martı uçuyor ve hepsi de birbirinin aynı” dedi genç kız. “Yok, dikkatle bakarsan birbirlerine benzemediklerini görürsün” diye söze girdi delikanlı. Sonra da anlatmaya başladı:

“Bak şu biraz daha esmer olanlar aslında kara martısıdır. Şuradaki, simide pike yapana gümüş martı denir. Şu tüyleri bembeyaz ve gözleri sarı olanlar balıkçıl martısı. Kanatları benekliler turna martısı. Biraz daha arkada kanatları külrengi olanlar kaşıkçı martısı. Hızlı hızlı uçan sarımtırak renkliler kırlangıç martısı. Martılar bir dersaadet kuşudur, İstanbul'un süsüdür ve martılar birbirine benzemez".

“Attila İlhan’ın ‘Zenciler Birbirine Benzemez” romanı gibi oldu” dedi genç kız. Genç genç ve aşık aşık gülüştüler...

Vapur güvertesinde martılar üzerine

“Martılar üzerine birçok şehir efsanesi olduğunu duymuş muydun?” diye sordu delikanlı.

Güneş haşmetle çekilip kaybolmaya başlamıştı. Uzaklardaki Yalova’nın Samanlı dağları gri bir pusa bürünmüş, mor dumanların içinden beyaz bir ışık topu gibi martı sürüleri geçiyordu. İstanbul’un her yeri martıya kesmişti. Uzaklarda keder yüklü bir tanker yüzüyordu. Martılar buğulu billur bir hüzne bürünmüştü. Beyaz kanatlarında ağdalı bir sevda dolanıyordu.

Martılar cam güzeli kızlar gibiydiler, gizlice tasalıydılar ve gönülleri sırça bir köşk gibi çabucak soğuyordu. Gün boyunca yansıttıkları ışıktan sanki yorulmuşlardı. Renkleri tütün sarısına dönüyor, gözlerinin siyahı, aklarına karışıyordu. Martılar koyu bir yalnızlığın kenarında, ürkekçe uçuyordu. Eve dönüş telaşındaydılar. Yosun yeşili aynalarda, beyaz beyaz birikiyorlardı. Kim bilir benim gibi kaç yalnızlık eskitmişlerdi. Hem çoktular hem tektiler.

Şehir efsanelerindeki martılar

Güneş gitgide batıyordu. Adalar mavikara oluyor, ortalık Prusya çeliği mavisi bir akşama kesiyordu. Dışarıda külpembesi dalgalar durmadan yukarı akıyordu. Denizde karanlık bir mavi koyulup açılıyordu. İstanbul’a rezil bir akşam çöküyordu. Delikanlı martıları anlatmaya devam ediyordu:

“Yok. Ben bunları Selçuklu iline Satrap gönderilen Levni’nin Satraphane’sinden okumadım. Ben Aya Yorgi Kilisesi’ndeki zangocun yalancısıyım. Hani o tunç çanı sabaha karşı son bir kez daha çalıyor ve biz, kilisenin arkasındaki Golgotha granitleriyle meşe pırnallarının arasında şaraba oturuyoruz ya. Hani çok eski bir zamanda, çok eski bir mehtap altında dostum zangoçla ucuz şarap içiyoruz ya.

Hani lacivert bir İstanbul gecesinde, Bostancı, Maltepe, Kartal ve Pendik ışıkları kandil kandil yanarken bizim zangoç bana Despina’ya duyduğu umarsız sevdayı anlatıyor ya. Hani ben kocaman bir atardamar tıkanıklığı gibi yüreğimde gezdirdiğim sana olan sevgime ağlıyorum ya.

İşte o zaman Büyük Ada’nın tepelerini yuva yapmış martılar bizimle birlikte ağlarmış.

Ben görmedim. Bunları bana zangoç anlattı. Bütün zangoçlar sevdaları ve martıları tanır”.

Emekli Bizans Tekfuru’nun anlattıkları

“Bunları da bana emekli Bizans Tekfuru Kantakuzinos anlattı. Biz erguvan renkli şaraplarımızı içerken, emekli Bizans Tekfuru Kantakuzinos bana anlattı ki, Kasımpaşa, Kulaksız, Dolapdere ve Karabaş mahallesinin kara gözlü yoksul çocukları, paralarının bir kısmıyla sevgililerine inci, boncuk, mercan alırmış. Gece sabaha karşı Dolapdere gecekondularında uyuyan sevdiceklerini kan uykularından uyandırıp bunları onların esmer boyunlarına takarlarmış.

Kızlar esmer esmer, karadut karadut, çatalkara çatalkara, Roman Roman gülerlermiş. Sabaha karşı miski amber kokarlarmış. Bütün Roman kızları gibi uyku ve sevda saçarlarmış.

Kıl pranga kızıl çengi Dolapdere çocuklarının geri kalan parası da şaraba yatırılırmış. Roman kızlar ebruli yorgan altında yeniden dal uykularına varırken, bıçkın esmer oğlanlar da Kasımpaşa sırtlarında sabaha karşı mastika oynarlarmış. Klarnet ve dümbelek çalarlarmış.

İşte muhabbetin tam burasında tekmil İstanbul martıları da katılırmış bu fasıla. İstanbul’un cümle martısı çığlık çığlığa gökyüzüne akmaya başlarmış. Lacivert gök yüzüne yıldız yıldız martı yapışırmış. Martı kanatları sevdalı Roman gönüllerine hu çekermiş. İstanbul martı sisine bürünürmüş…

Ben görmedim. Bunları bana Dolapdereli bıçkın Roman çocukları, emekli Bizans Tekfuru’na anlattıkları gibi anlattılar. Roman çocuklar sevdayı ve martıları bilir”.

Ben size rivayetleri naklettim. Artık unutmayalım ki, İstanbul’un martıları kalabalıklar içinde tek uçarlar ve martılar birbirine benzemez...

telif

Makale Yorumları

  • Handan Canak Dagtekiny18-09-2021 10:21

    Ne güzel anlattınız, yorgunluğumu aldı.???

  • Ercan deva18-09-2021 04:13

    Muhteşem... kalemine sağlık... martıların bu kadar farklı isimler taşıdığını bilmiyordum...Sevgilerimle.

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar