Emel Seçen

Emel Seçen


Kazancı Yokuşu

Kazancı Yokuşu

“Ferhangi Şeyler 2 bin 600. kez sahnede” 

Yokuş çıkmak her yiğidin harcı değildir.

Emeğin alın teri ile demlenen bir yanda ve para ile otellerin lüks salonlarında koşu bandında tepinmeye benzemez.

Benzemedi, hiçbir zaman.

Yokuş, soluksuz kalmayı ve uğrunda ölmeyi göze almışların yoludur. İnersin, çıkarsın, ezilirsin ama devrilmezsin. Hacı yatmazlar gibi ruhun yine yine yeniden evrilir, doğar er meydanlarına.

FERHAN ŞENSOY OLMAK

Zincirlikuyu Mezarlığı, herkesin ölümü binlerce kez tattığı yer. İkindi artık akşam üstüne devrilmiş, ağaçlar yorgun, soğuk mezar taşları aldıkları yeni canların sıcaklığını içiyor, dem dem gün batarken.

O güzel domates güzeli, Vecihi’nin büyük aşkı Ayşen Gruda çaprazında usul usul serpilmiş çiçekler altında Ferhan Şensoy, biraz önce söyledi ismini beyaz cübbeler, Müjgan’dan olma Osman Ferhan Şensoy. Hani şu skeçlerinde uzun uzadıya ağdalı şekilde söylediği ilk adı OSSSMANN! İlk giriyor kabre.

Sahi ölünce mi kabre girer insan?

Yıllarca unutulmuş bir sanat düşünün sancılarında, debelene duran hayallerini duymayan bir Kültür Bakanlığı çelengi asılı kalmış, Teşvikiye’de. Teşvikiye’de yanında iki boy farkla, İBB çelengi ama hakkını yememek lazım, Kültür Bakanlığı kısa ama güllü. Karanfillerden ayrışmış. Ama biliyor musunuz, karanfil emekçilerin çiçeğidir. Güller, cennet olsa da karanfiller de kırılgandır, en az onlar kadar.

Sabah okuduğu Galatasaray Lisesi’nin dönem arkadaşları “102.dönem kardeşleri”, diye çelenk yaptırmış. Kardeşleri diyor, bu yaşa gelmişler hala öteki değiller! Olmamaya da yeminliler, gönülden. Erol Evgin’den, Sezen Aksu’ya, Ömer Koç’tan Dostlar Tiyatrosu’na, Perran Kutman’dan, Suna Keskin’e, Kırmızı Kedi’den, Netflix’e bile ardından bağış yaptıran usta.

Hayat, nerede başlar, nerede biter ki?

Musalla taşının soğukluğunu Eylül’ün son demleri ısıtıyor, başında nöbetçi askerler saygıda oğlu getiriyor ilk kavuklu fotoğrafını. Üstünü seven parmakları, yorgun sabaha kadar uykusuz kalıp hazırladığı, öğlen SES Tiyatrosu’ndaki sunumdan kırık. Kırık, kalbi dik durmaya çalışıyor. Zamanla avluyu dolduranlar, çocuklarına onun fotoğrafını gösteriyor ve öptürüyorlar.

Kolay mı bu dünyadan bir Ferhan Şensoy geçti!

Çekinmeden, dimdik, sanat için, medeniyet ve aydınlık için.

İstese her türlü imkânı ile yurt dışında en iyi konumlarda olacak bir karakter ve donanıma sahip iken o çok sevdiği vatanı için hemhal oldu. Hemhal olup pişmenin yazgısı, ağırdır. Ağır oldu, kahrettirdiler dünyaya geldiğine, yapayalnız bıraktılar. Söyleniyorum, iç sesim vücut çeperlerimden geçiyor, kurşun gibi sözlerimi bir kadın bomba ile çevreliyor:

“Ama o da kendisine değer verecekti!

-Anlamadım, değer vermediği için mi bunlar olmuş?

Evet, biraz kendisine baksaydı.

-Tam da hayatına, kendini adadığı şeye baktı ve mutlu, huzurlu gitti hanımefendi, siz bazı şeyleri yanlış anlamışsınız, deyiverince ufaktan uzaklaşıyor.

Şimdi öğle saatlerinde çok sevgili Zeliha Berksoy hocamızın konuşmasında “Burada yatar kalkardı. Duvarlarda perdelerde izi var” sözü yankılanıyor tüm ruhumda. Şimdi bu halka neyi anlatacaksınız? Peki, ondan sonra tabutunun başına gelip, ayak kısmına dokunup, burası baş tarafı mı? diye soran, kadının hangi beynin kıvrımlarını mı, anlamalı?

Bu tam da, Kazancı Yokuşu’nun eşiğinde ki aydınlanamamış bireyin sesi, çıkmam o yokuşu diyor. O zaman, o yokuşun eşiğine bakıyorsunuz, 1986 tabela Karl Valentin, İçinden Tramvay Geçen Şarkı, İstiklal Caddesi’nde sorgusuz sualsiz kendisine kimlik sorabilen nazi kıyafetli insana, kimliğini teslim eden halk olmak? Aynen, o noktadayız.

Aslında evrensel çağa göre daha da geri.

“KİMLİK BİTTE!”

Siz, aydınlık yarınlara uyanın diye, duyarlı insanlar ömürlerince eleğe döndürülüyorlar, deşile deşile, kanırtıla kanırtıla tüm yaşamları. Soluk almadan, destek, imkân görmeden ama hiç küsmeden!

Aynen inandığı yoldan devam ederek. Eğer zihin fukara ise karşısındakini de aşağıya çekmek isteyecektir ki eşitlik olsun, boy farkı aşağıya konan kiremitlerle kapanabilir. Ama ayağının altından medeniyet o taşı çekti mi, kalakalırsın.

Bu toplum, yıllardır susuyor, susturuluyorsa, bunca ezilmelere ses çıkarmıyorsa, çıkaramıyorsa, işte bu kiremitler yüzünden. 1885 yılında atıl, kırık, dökük binayı, tıpkı Atatürk Orman Çiftliği gibi emeğinin teri ile sulayarak büyüten, ortaya koyan şahsiyet Ferhan Şensoy.

Yıllarca Ferhangi Şeyler, eserinde günlük gazeteleri alıp, halka da arada sorardı. O seyircilerden biri olmak bile onur. Onu, acılıda olsa yazabilmekte. Yazdığımı okuduğunda beğenmesi bile.Ve şimdiden sonra en büyük görev yaşatabilmekte.

HALDUN TANER SAYGISI

Yer, SES Tiyatrosu fuaye girerken sola sular dizilmiş, giderken bile seyircisini güzel uğurluyor, Ferhan Şensoy. Tüm seyirciler çekilip, sahne sessizleştiğinde, tüm alkışlar dindiğinde, o yine mabedinde olacak. Dün gece İstanbul’a yağan ansız yağmur gibi toprağı da bereketlenecek.

Büyük kızı Ferhan’ın göbeği, Hasan Hüseyin’in Azime’si gibi çatladı çatlayacak, şafak sayarken baba ağıtını yakıyor hıçkırarak. Derya, üniversitede uzakken yazdığı o büyük Baba-Kız aşkını taşırıyor, tüm koltuklara. Seyirciler her bir koltukta kondurulmuş, iki karanfilin suları ile büyüyor.

Bu dünyadan bir Ferhan Şensoy geçti,

Okan Bayülgen sunumu yapıyor, TV çalışanları o kadar kendilerini kaptırmış ki sahnede Ferhan Şensoy olduğunu unutup, sırtlarını verip izleyicileri çekerken, 1 Mayıs da ki sözleri ile sözde tiyatrocu gençlerin, küstahça dalga geçtiği yazar, tiyatro oyuncusu Orhan Aydın, yanında Bedri Baykam ile sinirlenip, sonunda SES oluyor: Arkadaşlar, arkanızda Ferhan Şensoy var!

Kameramanlar, iniveriyor!

İşte burası o Kazancı Yokuşu’nun, ortası gençlerimizin sanat ile uğraşan ve de halka marka olmuş gibi gözüken insanların yokuşta soluksuz kalışları ve düşüşleri.

Haldun Taner’e çok saygı duyar, Ferhan Şensoy bir oyun yazar, Taner, der ki bu rolü oynasa oynasa, Zeliha Berksoy oynar. Ekol, artık yok Muammer Karaca’nın içinde çay salonunda bekler, tanışmak için Zeliha Berksoy, “karlı bir İstanbul sabahında kapıdan içeri Ferhan girdi, sapsarı saçlar, gözler yeşil ama bir ışık haresi içinde, bir şey girdi içeri. Şimdi, bütün localar ağlıyor”, der.

Haldun Taner’in eşi Demet Taner, kadın olarak ikinci güzel ve anlamlı konuşma yapıyor. SES, SES içinde:

“Bir kuyruklu yıldız gibi çarptı ve geçti, Ferhan. İnsan sevgisi, dostluk sevgisi, değer vermek. Önemli bir yürüyüş yaptı ve başını eğmedi. Bu milleti yücelten her şey için yanlarında durdu. Oyunları yakıldı da yılmadı, Çehov’un Vişne Bahçesi eserini, Rusların kavaklı ağaçlarından alıp, Karadeniz’de tertemiz Ferhan’ca yaptı ve bir de dünyadan bıkmış, iki arkadaşın “aydınlığa” çıkma isteğini anlattı, karakterlerin birinin adı Mustafa diğeri Kemal’di. Şimdi Beyoğlu’nda sanata dair hiçbir şey yok!”

Bu da yokuşun tam orta ilerisi..

Kazancı Yokuşu’nun temeli. İstiklal Caddesi’nde, henüz askeri okulda öğrenci iken sanata, medeniyetin temel taşına yönelik izler bırakmak isteyen sarı saçlı, mavi gözlü devin düşünün devamıdır ve yokuşun ortasında, Samsun’lu bir Ferhan!

Beyoğlu’nda bir BANDIRMA VAPURU adeta..

Netice de 1983 de o da Harbiye Orduevi’nde askerlik yapmadı mı?

Ya eş, dost tamam da aşklar. Eşler, çocuklar…

“Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kez öldü” der, Cemal Süreya.

Kadınlar hep üreten, çalışsa da bir eli mutfakta, bir eli çocuğunda, bir eli banyoda, balkonda, okulda.

Derya Baykal

Birlikte oynadıkları “Ben şu an mutfaktayım” oyundan sesleniyor, ben oradayım, eşindim, güzellikler yaşadık. Üç çocuk büyüttük. Çok kuvvetli bağımız var”

-Yaşamayı bilmek, doğmayı bilmek ile ölmeyi bilmek arasında bir şey. Doğmayı bilmiyoruz, bizi doğuruyorlar. Ölmeyi bilmiyoruz, nereden bilelim. Birkaç kez ölmüyoruz ki. İkisini de bilmezken, ikisinin arasında ki yaşamayı nereden bilelim. Ustam, sen ikisinin arasında ki yaşamayı bana, bize, evlatlarına, dostlarına, ailene, seyircine, GS arkadaşlarına, öğrencine, Türk Halkına, bütün bunlarla ışık oldun, ustam! Sana her şey için ama her şey için çok teşekkür ediyorum-

Bilgeler, ölmez! Varsayalım, ölmedi!

İkisi arasında çok mutlu yaşam sürdürmek.

Enkazdan dev tarihi sahneye..Sahneden, dünya evine. Dostlar, el verenler Haluk İşmen..

Ferhan Şensoy: Konuşmak çok zor.  Ayağımın altında paspas, şurada kulis bana bakarken. Ne söylesem eksik, eskiden babamı sizlerle paylaşmak zor gelirdi, en çok benim sevdiğimi ispatlamak için bir şeyler yapardım. Sizlerde en az bizim kadar babamı seviyorsunuz ve bu biraz olsun, paylaşmak acımı hafifletiyor. O hiç korkmadı, ölümden de. Şimdi daha iyi anlıyorum ki hayat böyle yaşanmalı.

İnadına sağlık, BABACIM!

Derya Şensoy: Üniversitede ayrı kıtalardaydık. Çok özledim şiir yazdım.

“Zamanlardan bir zaman çıksa gelse, ben o gün izlemeye doysam seni. Hadi diyelim dünya tersine dönse ve okumaya doysam seni. Hatta haftanın sekizinci günü aklına bile doyarım belki. Ama sana hiçbir zaman doyamam Baba”

Babam, şöyle cevaplıyor: Bir baba-kız aşkıdır, aşar okyanusları çok yunusları…

Baba kız aşkımız şimdi okyanusları, çok bulutları ve yıldızları aştı. Seni çok ama çok seviyorum.

Mert Baykal: Küçükken benim babam var zaten Ferhan Ağabey’e neden baba, diyeyim ki demiştim. Bir babam dağ ve anlıyorum ki diğer babam bir Don Kişot’muş!

Eşi Elif Durdu Şensoy gözyaşlarıyla yaptığı konuşmasında “Bir şekilde bizi buluşturan hayata teşekkür etmek istiyorum. Bir gün hepimiz o meyhaneye gideceğiz, umarım yerimizi hazırlamış olurlar” 

Burası da Everest, Kazancı Yokuşu’nun dirayeti, aileden gelir.

Eşi gözyaşları içinde: Yollarımızın kesişmesi bile bir mucize.

Bilgeler ölmez!

Yaşarken yorulmayanlar, çağ atlarken de mevzilerini yüreklerde tüm ihtişamları ile korurlar.

Burası Zincirlikuyu.

Ayşen Gruda’nın çaprazında.

Saat ikindi vakti, on dakika Halep Pasajı’Fndan çıkamayan halk, güzel insanı uğurlamak, orada bırakmak istemiyor.

Halk, kendine dokunmasını bileni seviyor, yanında oluyor.

Sevgili Zeliha Berksoy, bir mermer taşın üstünde yorgun kalbi ile:

“Ah ne güzel çocuktu o. Annem onun için deha ve aynı zamanda İsa gibi derdi, ne yalan, ne hile, ne kin bilirdi. Tertemiz, iyilik peşinde, dünya sanatçısı, yordular çok yordular. Yeri güzel çam ağaç, gölgelik. Bak, hepsi tamam ama Emel görüyor musun? Kuş yuvası yapmışlar. Ne güzel, yalnız değil!”

Ailesi ardından, toprak atıp sonra su döktüğümüz yer, ustamızın yüreğimizdeki yeridir, kara toprak değil.

Görevimiz yeni başlıyor.

“Gözlerimi süzmeden

Şaraplarımı içerim

Hiç doktora sormadan

Beyoğlu'nda Şarabi

Hoş geldin Feran'ağbi

Yüreğim pek harabi

Boşver be Feran'ağbi"

FERHAN ŞENSOY

Burası Kazancı yokuşunun başı

Görevimiz pek sıkı

1978’de yazıldı.

1 Mayıs 1977 anısına…

“Mercilerden bir demet size, ey güzel insanlık!”

“Ferhangi Şeyler’ 2 bin 600. kez sahnede” 

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar