Lemi Özgen

Lemi Özgen


Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için

Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için

Hizmetçi kadının heyecanlı bir şekilde uzun uzun anlattıklarını dinledikten sonra üç arkadaş kesin kararlarını verdiler. İngiltere’ye gideceklerdi. Bunun için de önce yaşadıkları yer olan Paris’ten çıkmaları ve kendilerini İngiltere’ye götürecek bir tekne bulabilecekleri en yakın limana ulaşmaları lazımdı.

Koca göbekli adam, kendinden beklenmedik bir çeviklikle ilk masaya koştu. Oturdu. Masanın üzerindeki sarı renkli kağıtları hızlıca karıştırdı. Biraz sonra aradığını buldu. Süslü bir el yazısıyla Paris’ten İngiltere’ye geçmek isteyen bir kişinin kullanabileceği en yakın iki liman olan Calais ve Manche kasabaları hakkında ayrıntılı bilgilerdi bunlar. Adam gülümsedi. Bir kağıda hızla notlar aldı.

Üç arkadaş, limana ulaşmadan önce yolları üzerindeki kasabalardan birinde bir gece geçirmek zorundaydılar. En uygun yer neresi olabilirdi? Hangi kasabada, hangi handa kalırlarsa gerçeğe daha yakın olurdu?

Koca göbekli adam, bu kez ikinci masaya koşup oturdu. Buradaki kağıtların rengi yeşildi. Başka bir el yazısıyla yazılmış yazıları gözden geçirmeye başladı. Az sonra yüzü aydınlandı. Hiç kuşkusuz, gecenin geçirileceği en uygun yer Meung kasabasıydı. Kasabadaki hanlar hakkında verilen bilgileri de okudu. ‘Şen Değirmenci’ adlı hanı gözüne kestirdi. Sonra ansızın aklına başka bir fikir geldi. Yıllardır üç arkadaş halinde gezip durmakta olan bu adamları biraz kalabalıklaştırsa, mesela onlara bir kişi daha eklese hiç de fena olmazdı. Hemen Meung kasabası halkı hakkında yazılanları okumaya koyuldu. Kasabada yaşayanların çoğunluğunun Gaskonyalı olduklarını öğrenince iyice keyiflendi. Bu saf ama kavgadan, düellodan çok hoşlanan Gaskonyalılardan bir arkadaş bulabilirdi. Kağıtlardaki isim örneklerine baktı. Biraz sonra gördüğü d'artagnan adını beğendi. Bütün bunları da hızla notlarına ekledi.

Şişman adam, evinin büyük salonundaki altı masanın birinden diğerine koşarak ve bu masalardaki her biri ayrı renkte kağıt yığınlarını okuyarak not almayı sürdürdü. Sonra kendi özel odasına geçti ve odanın neredeyse tamamını kaplayan kocaman ceviz masaya oturdu. Mürekkep hokkasını, kaz tüyü kalemlerini, kurutma tozlarını her zamanki yerlerine özenle çekti. Her şeyin tamam olduğunu görünce çıngırağı çaldı. Yardımcı kadın içeriye girdi. Elindeki gümüş tepsiyi masaya bırakıp, sessizce çıktı.

Koca göbekli adam, kristal şişedeki mor renkli şarabı kristal kadehe döktü. Uzaklardaki Corton köyünden dünyanın parasına getirttiği şarabı uzun uzun kokladı. Yudumladı. Biraz kaz ciğeri yedi.

Sonra şarap ve kaz ciğeri ziyafetini bitirdi ve yazmaya koyuldu. İnanılmaz bir hızla yazıyordu. Renkli kağıtlara yazılmış bilgilerden aktardığı notlara bakıyor ve hiçbir düzeltme, karalama yapmaksızın durmadan yazıyordu.

Kralın kuyusunu kazmak isteyen hain Kardinal Richelieu’yu, güzel olduğu kadar da acımasız olan Milady’i ve elbette Fransa Kralı’nı kurtarmak için kılıçlarını konuşturan üç silahşor arkadaşı, onlara yeni katılan Gaskonyalı genç d'artagnan’ı yazdı. Onları Paris’te uzun uzun dolaştırdı. Kendileriyle ve başkalarıyla düello ettirdi. Gizli ve tehlikeli bir görev için bu kafadarları İngiltere Londra’ya götürmesi gerekiyordu ama bu yolculuğu öyle kısaca yaptıramazdı.

Bu yüzden onları Paris’in neredeyse tüm mahallelerinde, civardaki ormanlarda, dağlarda, tepelerde dolaştırdı. Bütün kasabalarına soktu. Bütün hanlarında yatırdı. Aylarca sonra onları Manche limanına getirdi. Sonra Calais limanının Paris’e daha uzak olduğunu görünce Manche’den vazgeçip, kahramanlarını Calais’ye götürdü. Tabii bu değişiklik sayesinde kitabına birkaç yeni macera ve yeni sayfalar eklemek imkanı da kazandı. Günler süren bir deniz yolculuğundan sonra onları İngiltere’ye ulaştırdı.

Macerayı daha da uzatacağı sırada, o gece sevgililerinden biriyle buluşacağını hatırladı ve hiç de istemeden yazmayı bıraktı. Üstünü değiştirdi. Dışarıya çıktı. Koca göbekli adam, kafasında hepsi de birbirinden uzun yeni maceralar tasarlayarak Paris’in iyi aydınlatılmamış karanlık sokaklarında gözden kayboldu… 

Üç Silahşorlar, Monte Kristo Kontu, Demir Maskeli Adam, Siyah Lale gibi tarihsel fonlu macera romanlarıyla ünlü Alexandre Dumas, kaleminden başka bir gelir kaynağı olmadığı için neredeyse tüm ömrü boyunca roman, hikaye, deneme ve tiyatro oyunu yazdı durdu. Yazdıkları kitap olarak değil, tefrika olarak yayımlandığı ve Dumas da bölüm başına para aldığı için, bütün yazdıklarını hiç durmadan uzattı. Bir günde gidilebilecek bir yere varış, onun kaleminde bazen bütün bir yılı kaplayan bir seyahat haline geldi.Bütün bu uzatmaları, ayrıntıları, romanlaınra durmadan eklenen yeni tipleri, sırf tefrikayı biraz daha uzatıp, daha çok para kazanmak için yaptığını yayımcılar da biliyordu. Nedir, Dumas öylesine renkli bir dil kullanıyor ve o kadar akıcı bir şekilde yazıyordu ki, okuyucular bundan çok hoşlanıyor ve yayımcılar da bu sayede iyi para kazandıklarından, duruma itiraz etmiyorlardı.

Oğlu da aynı adı taşıyan bir romancı olduğundan, onunla karıştırılmaması için genellikle adına bir ‘Baba’ eki ilave edilen Alexandre Dumas, 24 Temmuz 1802’de doğdu. Temel öğrenimini taşrada bitirdikten sonra avukat olmak için Paris’e gitti. Sonra da geleceğin Fransa Kralı Orleans Dükü Louis Phillipe’nin hizmetine girdi. Edebiyata oyun yazarı olarak başladı. III. Henri ve Sarayı ile Napaleon Bonaparte adlı tarihi oyunları çok beğenildi. Sonra tarihsel romanlara yöneldi.

Üç Silahşorlar kitabı 1844’te yayımlandı. Dumas burada XIII. Louis dönemini ve Kardinal Richelieu’yu anlatıyordu. Aslında var gücüyle krallık otoritesini ve monarşiyi sağlamlaştırmak için didinip durmuş olan Kardinal’i krala karşı dolaplar düzenleyen bir kişi olarak göstermesi, tarihçileri kızdırdı.

Dumas, Kardinal’i bu kadar ters bir biçimde canlandırmasının nedenini soranlara, ‘resimlerini beğenmedim’ diye edebiyat dışı bir cevap verdi. Dumas’nın ünlü Athos, Portos ve Aramis’ten oluşan Üç Silahşor’u ile sonradan onlara katılan Gaskonyalı d’artagnan’ı, sürekli olarak Kardinal Richeliu ile mücadele edip durdular.

Dumas, yazarlık hayatı boyunca üç yüz kadar roman yazdı. Onun bu kadar çok sayıda roman yazabilmesinin nedenini araştıranlar, ilginç bir sonuca vardılar. Dumas, edebiyat dünyasında belki de ilk kez ‘yardımcı yazar’ kullanmıştı. Kendisi yazacağı romanın ana hatlarını çiziyor ve içlerinin doldurulması görevini, parayla tuttuğu bu yardımcı yazarlara veriyordu. Dumas’nın evinin salonuna yerleştirdiği masalara oturan bu yardımcılar, hikayenin her bölümüne ait ayrıntıları kaleme alıyorlardı. Dumas, herhangi bir karışıklığı önlemek için yardımcıların her birinin farklı renkteki kağıtlara yazmasını istemişti. Böylece, mesela Fransa’da başlayıp İngiltere’de geçen ve yeniden Fransa’da sonlanan bir romanın coğrafi bölümleri, bir başkası tarafından yeşil  bir kağıda yazılıyordu. Sonra bir başka yardımcı, bu kez mor renkli bir kağıda romanda kullanılacak deniz yolculuğuna ilişkin bölümleri yazıyordu. Kırmızı renkli kağıtlar silah tasvirlerine ayrılmıştı ve Dumas bunları yazması için emekli generalleri kullanıyordu.

Dumas eserleri sayesinde büyük paralar kazandı. Nedir,  güzel ve pahalı yaşam tutkusu nedeniyle bu paraları kısa bir zamanda harcadı. Çok sayıda sevgilisi vardı. Bunlardan biri olan terzi Marie-Catherine Labay’dan doğan oğlu Dumas’ın babası olduğunu önceleri reddetti. Ama oğlu Dumas, ‘Kamelyalı Kadın’ adlı romanıyla ünlenince, onu kendisinin yönlendirdiğini söyledi.

Önceleri oğlunun yazmasını yasakladı. Nedir, oğul Dumas’nın yazdığı Kamelyalı Kadın bir tiyatro oyunu olarak temsil edildiği ilk gecede büyük alkışlar alınca, “aslında bu piyesi ben yazdım” demekten de çekinmedi.

 ‘Baba’ Alexdre Dumas, 5 Aralık 1870 tarihinde evinde öldü. Kasaba mezarlığında toprağa verilirken, uzaklarda bir yerde siyahlar giyinmiş ve kılıç taşıyan üç adamın durmakta olduğu görüldü.

Görenler, bu üç adamın ‘birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için’ diye bağırdıklarını da söylediler ama Kardinal Richeleiu’nun yasaklaması nedeniyle bunlar kayıtlara geçmediği için doğrulanamadı…

telif

Makale Yorumları

  • Ferruh Yavuz15-03-2023 14:50

    Lemi Özgen, Türkçede de defalarca yayınlanmış, Fransız romancısı Alexandre Dumas’yı ve ünlü romanı Üç Silahşör’ü o kendine özgü üslubuyla anlatmış; kalemine sağlık. Filme (2011) de alınan roman, bizde Yeşilçam Sinemasında “Battal Gazi” filmlerinin ilham kaynağı olmuştur: Üç Silahşör’de kralın rakibi Papanın temsilcisi Kardinal’in yerini, Müslüman köylünün malına el koyan Hristiyan Tekfur alır. Roman, konusu bu itibariyle Fransa’nın 17. yüzyılında geçse de, ülkesinin siyaseti ve sosyolojisi ile 1840’lı yıllarla paralellik kurar. Romanı okumadan önce, kaleme alındığı yılların siyaseti bakımından Marks’ın, Louis Bonapart’ın 18 Brumaire’inin, sosyolojisi bakımından da Balzac’ın, Goriot Baba’sının okunmaları önerilir. Bizde yüzyıl öncesi benzeri değişim süreci için ise, siyaseti bakımından Hasan İzzettin Dinamo’nun Kutsal İsyanı’nın, sosyolojisi bakımından da, Kemal Tahir’in şehir romanlarından Esir Şehrin İnsanları / Mahpusu, Hür Şehrin İnsanları, Bir Mülkiyet Kalesi’nin okunmaları da önerilir. Eh, yazarına ve romanın yazılışına dair olanları Lemi Özgen yorumlamış zaten. İyi okumalar.

  • Kemal Sakarya11-03-2023 18:33

    Ellerin, bilgi dağarcığın dert görmesin. Orasından burasından bildiğimiz 'ölümsüz' konuları, artık ete kemiğe bürünmüş nice kahramanı bizlere derli toplu anlatıyorsun. Hem de nefis bir anlatımla. Yeniden okuyacaklarım listemi uzatsa da 'devam', 'devam'! Şu acılı günlerde insanlardan, başka zamanlardaki insanlara birşeylerin ulaşabileceğini kanıtlıyorsun. Sevgilerimle

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar