Emel Seçen

Emel Seçen


Bergen, bir gün öldürülmedi her gün öldürülüyor

Bergen, bir gün öldürülmedi her gün öldürülüyor

KADININ ACISI BİTER Mİ?

İlk, orta çağ ve belki de Rönesans, Fransız Devrimi sonrası biraz ama bu yüzyılda bile hala kadın hak ettiği mertebeyi kazanamamış durumda.

Geçtiğimiz yıl duyurusu yapılan, ses sanatçısı Bergen’in, hayatı film olacak ama oyuncu bulmakta zorlanılıyor. Yapımcılığını Orchestra Content’in üstleneceği filmin için senaryoda, Yıldız Bayazıt ve Sema Kaygusuz olduğu, yapımcı şirket tarafından duyuruldu. Bergen başrolü için ise Özgü Namal, salgın nedeni ile Serenay Sarıkaya’dan sonra Demet Evgar da, işlerinin yoğunluğu nedeni ile kabul etmemişti. Yanlış anlaşılmasın, oyuncu adaylarını küçümsemek değil niyetim ama zordur bu rolü oynamak. Oynamaktan önce bunun sorumluluğunu almak, kadının önemini gerçekten biliyor olmak lazım. Neredeyse diyeceğim verin bana, oynarım. Alaylı oyuncu yok mu? Bugüne bugün, lisede hem de bir devlet okulunda, özel okullara rağmen okulumuza derece getirdik tiyatroda. Sonra Kadir İnanır ve Alev Baymur’lu “Sayın Başkan” filminde, figuran olduk da sinemada, kestiler sonra sahneyi ama genç yönetmen arkadaşım, Neşet Bozkurt’un, kadına şiddet, konulu kısa film yarışmasında; ailesi tarafından tacize uğramış ve katil olmuş bir kadını oynadım, film Bosna Hersek Film Festivalinde derece aldı. Var bir şeyler yani.

Mesele şu, biz kendi kendimizin yarasını sarmaya gönüllü müyüz? Bunun cevabı da kadın, kadının yanında mı? Kadın, kadının kurdudur derler “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” için etkinlikte, açılan bir döviz dikkatimi çekmişti.

“Kadın, Kadının Yurdudur!”

Nerede? Ah, bir kız kardeş olabilmeyi becerebilsek!

Film daha başlamadan, üstelikte kadınlar tarafından linç kampanyasına sürüklendi. Ülke laik ve muhalif, diye ayrıldı. Bazı troller tarafından, filme gitmeyin! Duyurusu yapıldı. Farah Zeynep Abdullah, “Bergen, 02.22” olarak paylaşım yaptı, kıyamet koptu.

Konservatuvar öğrencisi olan, hazin ve trajik bir yaşam öyküsü ardından da bu hayatta topu topuna, sadece otuz yıl kadar tutunabilen Bergen, yani Belgin. O konservatuarda uzun eğitimlerden sıkılıyor, bir an evvel şarkı söylemek istiyordu. İlkokul sonrası konservatuara girmiş ve tek derdi şarkı yorumlayabilmek, sayılan ve sevilen bir ses sanatçısı olmaktı. İlk aşkı, kendisine zorla sahip olmuş, sonra bırakıp gitmiş taksi şoförü Yalçın’dı. Hayatın ilk tokadı bu olmayacaktı, zaten belki de sevgi altında, ilk tokatı yiyerek büyüttü, yok sayılmayı Bergen. Sevme dilinin bu olduğunu öğrendi zamanla, belki ve olağanlaştı. İşte bu yüzden yeğenine bir gün “Bazen insanlar hiddetli sever, ölesiye sever, yaşadıkları kötü olaylar sevgisinden bir şey götürmez” demişti. Sıkıcı bulduğu derslerden yılarak konservatuarı bıraktı, yaşı büyültülerek sahneye çıkmaya karar verdi. Birde güzel isim buldu kendine, ileride turneleri için umut ışığıydı, İsveç’in Bergen’i… Türkiye’nin Acıların Kadının, sembolü olacağını aklının ucundan geçirmeden.

Sağlam kadındı, ayaklarının üzerinde durabilen, kendi ekmeğini taştan çıkarandı. Ayrıca öyle yenilir, yutulur lokma da değildi. Gece yarılarına kadar içkinin şişede durmadığı zamanlarda bile kendini koruyabilecek kadar güçlüydü. Bir gün Adana’da, karşısına gelip oturan, Halis Serbest’in gönderdiği çiçekleri ilk önce kafasına atan Bergen, sonrasında Halis ile kendi ölümüne kadar gidecek, sözde aşk yolculuğuna çıktı. Zaman, kendi kendine idam sehpasına gideceğini gösteriyordu. Bıkmadan usanmadan, kendisine çiçek gönderen adamı sevdi, kâbusu olacağını bilmeden.

Zor anında yetişmişti, alın teri ile kazandığı ve taksit taksit ödediği arabası yanınca “Ağlama, ben sana alırım” demişti, Halis. Korunma ve sevilme, duygusu hissetti. Ona sahip çıktığını, sevildiğini düşündü, kadın duygusu ile belki şimdiye kadar yediği tokatlardan da kurtuluştu. Araba teklifi ardından, evlenme ve mücadele, bir dargın bir barışık tuhaf bir ilişki çıktı yüzeye. Defalarca eve gelmeyen Halis’in, aslında evli olduğunu öğrendiği gibi dayak yemeye de devam etti. Hayatında her şey sahteydi. Nikah memurları hatta şahitler bile. Onla olamıyor ama onsuz da kalamıyordu, kaçınılmaz son geldi, adam sahneye çıkmasını istemiyordu. Sahneye bir daha çıkmama koşulu kendisinin boşanıp, Bergen ile evlenmesiydi öyle de oldu. Zamanla değerini ve itibarını kaybeden ilişki manzarasının kadın tarafında,  yüzü, gözü darmadağın, mutsuz bir ev kadını kaldı. Sonra adam geldi, geri aldı ve serüven, daha doğrusu kısır döngü böyle devam etti. Şehir şehir gezdi, güzel kadındı başka adamlarında ilgisi oldu, kendisine ama o, bir tek Halis, dedi. Adana delikanlısı sonunda “üç gün sonra bütün gazeteler senden bahsedecek” dedi ve işte o günden bugüne şimdi filmi çekilmeye çalışılacak!

Bütün gazeteler gerçekten kendinden bahsetti, bir kova dolusu, kezzap yüzüne atıldığında o kadar acı sonrası bile Halis Serbest ile barıştı. Kıskanç adam ile boşandılar ama bir gün annesinin yanında bir tek gözyaşı gibi, o tek kurşunla yere yığıldı Belgin, yani Avrupa hayalleri olan, müziğini burada evrenselleştirmek isteyen Bergen, İsveçli, Bergen!

Bu yazılanlar “Acıların Kadını Bergen” den, yazarı Yavuz Hakan Tok ama katil olan Halis Serbest, anlatılanların doğru olmadığını bunun için yasal yollara başvuracağını ve “Ben de cinayet işleyecek ve kezzap atacak insan değildim. Bu olay nasıl oldu, niye oldu bunu açıklama sırası bana geldi. Ben bu konuyu yeni nesil adına da konuşmak istiyorum. Çünkü hiç bir konuda şiddete başvurulmaması gerektiğini ve iğrenç kışkırtmalara kulak asmanın, anlık cinnete sürükleyeceğini bilmeleri ve bu duruma alet olmamaları için konuşmalıyım ”dedi. Ve Halis Serbest,  Adanalı Yazar Ayça Öztorun’u buldu ve onun anlatımı üzerinden yeniden bir senaryo çıktı.

Öztorun, "Cinayet nedeninin hiçbir türlüsü tasvip edilemez. Bu işlenen cinayetlerin ardında yatan nedenler araştırılmalı toplum her konuda aydınlanmalı ki bir daha cinayetler işlenmesin. Bu yaşanmış olayı da hem Halis Bey’in anlatımının yanı sıra bu yaşama tanık olmuş birçok kişinin anlatımlarını da dinleyerek toplumumuzun bilgilerine sunmak üzere senaryolaştırdım" dedi.

Şimdi hazırlanan film hangi senaryodan uyarlama, neye göre özgün bilinmez ama terk gerçek var, o da sanat içinde olan önce bir kadının yok oluşu. Kim neyi tetikledi, bunu çözmek herhalde bu saatten sonra gideni geri getirebilmek kadar imkanlı değil. Ama en azından ibret olsun diye işlenebilir, belki!

2022’de vizyona girmesi planlanan film gibi benzer cinayetler, kıskançlıklar ama hepsinden önce sevginin ne olduğunu bilmeden sözde sevmeler devam ediyor.

Sevgi, gerçekte olmayınca her şeye açıktır. Kirlenir ve yok olur. Altı kurşun! Ve bir kadının hayalleri, hatıra defterine yazdığı “Evlendim”.

Türk toplumunda kadın kurtuluşu evlilikte arıyor ya da biraz başat olursa zaten baba, ağabey ya da komşu, sevgili ve sonucu kurtuluşta gördüğü eşte buluyor.

Ve en çok da kadınlar mahvolur!

Yok olur!

Sevgi, emek ister.

Sevginin içinde acıya değil mutluluğa yer vardır.

Birlikte üretmek ve yüceltmek vardır.

Toplumumuz sadece kırmızı pul biber ile beslenmiyor, acının susturulmadığı, kadınların, kız çocuklarının, hayvanların, ağaçların dahi zulüm gördüğü bir dünyada debeleniyoruz.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar