Emel Seçen

Emel Seçen


Özlem ve Hasretlik

Özlem ve Hasretlik

Yer, konum, ne olursa olsun insanoğlu için bu iki kavram çok önemlidir. “Özlem ve Hasretlik”.

Yola çıkıyoruz,  sabahın sisli, puslu ve soğuk karanlığından. Aydınlanmış, hatta kadınlar iyi bilir, çitilenmiş, bembeyaz tiril tiril yeni yıkanmış, ardından çizgi bırakmadan ütü ve adeta bayramlık kostüm gibi giyilmesi için hazır hale getirilen, bir gömlek gibi ortaya konmuş. Yepyeni bir ülkeyi bırakan ve uğruna sayısız bedeller ödeyenlerin ruhları ile birlikte ve nihayetinde, en büyük, en kıymetli, Annemize doğru.

Analar kahrı çeker, anaların derdi bitmez. Kadındır, dünya üzerinde hep her şeyi üstlenen. İzmir’e doğru yola çıkıyoruz, İstanbul, Büyükçekmece Belediye Başkanı Dr.Hasan Akgün’ün, kadınları her zaman öncelik alarak yaptığı çalışmalardan yine birisi, ancak bana göre en anlamlısı.

Çünkü 100.yılımızda, vefatının 100.yılında, Zübeyde Annemizi anmaya, anıtı başına İzmir, Karşıyaka’ya gidiyoruz.

Kadın varlığının doğası gereği, sonsuz bir sevgi sarmalı ile oyalı yemenileri misali, buram buram şefkati, karış karış koruyuculuğu ve bitmez hasreti.

100.yılımızda Gazi Mustafa Kemal Atatürk, önceden planmış ki devrimlerin geliştirilmesi için zamanında yapılması gereken Anadolu gezisinin tam Eskişehir’inde duyar haberi ama o kadar derin hissiyatlı annenin biricik, gözünden sakındığı evladı da tıpkı kendisi gibi hissiyatlıdır. Anne-Oğul, Erkek-Kadın, Kadın-Çocuk, Çocuk-Köpek gibi gibi geliştirilebilecek örnekler çerçevesinde hiçte sıradanlaşmamış, keskin ve net bir bağ. Rüyasında görür Mustafa Kemal, bilir kaybedeceğini anacığını, tıpkı Türkiye Cumhuriyetini kuracağını bildiği gibi. İçi, şiir yazacak kadar hassas olan ama yeri geldiğinde ise savaş meydanlarında zekâsı, bilgisi, öngörüsü ile kocaman bir devdir o.

Her yerde engellenir, her yaptığı eleştirilir, dün yanında olanlar, tutturuverirler Amerikan diye. Neler, neler… Temele inildiğinde, yapayalnızdır aslında, Mustafa Kemal ve yalnız başına kurar, kendisini de düşüncesinden ayırmak isteyenlerle beraber kurulur, bu aziz ülke.  Belki aradan geçen yıllarda ya da hiç anlayamamışlardır, layığı ile Mustafa Kemal’i, Mustafa Kemal’i anlamak için önce onun düşün sistemini, yüreğini, vizyonunu iyi özümsemek, en yüce ve şaşmaz değer olarak kabul etmek lâzımdır çünkü.

Mustafa Kemal, varlığı ile en başından gözü karadır. Düşündüğünü gerçekleştirir. Hastalanır, sevdiklerini kaybeder, ta ki hep hasret kaldığı, topraklarından o sandığı ile yola çıktıkları biricik anası.

Mustafa Kemal için kurulacak yeni Cumhuriyet, tüm kaybettiği kadınların yeni bir bilinçle, aydınlanma ile var olmasıdır aynı zamanda.

Gördesli Makbule’den, Asker Saime’ye, Nene Hatun’da yüce Kara Fatma’ya kadar.

Her zaman yanında olan aziz Fikriye’ye kadar.

Ve Makbule Anne,

İstanbul,  Büyükçekmece’de Belediye üyeleri, çalışan ve kadınları ellerinde belediyenin her yıl tasarladığı “Zübeyde Anne” şalları ile yürüyoruz, nereye, önce bizi makamında ağırlayan İzmir, Karşıyaka Belediye Başkanlığı binasına, orada başkanımız, Dr. Cemil Tugay’ın çay ikramı, kendisine hediye edilen ve daha önce pek de bilmediği Büyükçekmece’yi anlatan Mimar Sinan Köprüsü maketi, Tarih yazarı Sacide Bolcan’ın Atatürk kitabı takdimleri, ardından Milletvekili, Kani Beko ile sohbet ve çay.

“Ne güzelsiniz! Ne iyi yaptınız” diyor, Sn. Beko ve fazla oyalanmadan hep birlikte Zübeyde Anne anıtına geçiyoruz.

Elbette ve doğal olarak izdiham.

Biri erkek Atatürk kravatlı, diğeri kırmızı ve beyaz, uğruna isimsiz dâhil olmak üzere, sayısız can verdiğimiz kutsal, Al Bayrağımız renginde, minik kız çocuğu, ellerinde biraz sonra büyük büyük büyük annelerine bırakacakları karanfilleri ile bekliyorlar, bir taştan setin üstünde.

Konuşmalar, program ve azalan kalabalıktan sonra İzmirli kadınlara, Büyükçekmece’den dağıtılan “Zübeyde Anneli” şallar. İzdiham, ta ki otobüs yolculuğumuz boyunca yüzlerinden gülümsemeyi eksiltmeyen o güzel iki hanımefendi, belediye çalışanı genç kızlarımız, kendi şallarını vermek zorunda kalıyorlar.

Tabii bu bir örnek, geçen senede aynısı yaşanmış, dilerim ki Karşıyaka Belediyesi daha da iyisini, ileri ki yıllarda yapsın, gerçekleştirsin.

Bunlar önemli, elbette dünyada sayısız kahraman, model, sanatçı, vizyon elde etmiş popüler olmak üzere insanlar var ve olacakta. Mesela Madonna, Eva Peron, Elvis, Tesla, Frida gibi. Ve insanlar ayakkabı, çanta obje ve materyal gibi kullanabiliyor.

Ancak kaçı, dünyaya örnek olmuş gelmiş ve geçmiş en büyük lideri doğuran Annesi, Zübeyde Anamız kadar yüce!

Belki bu kadara indirgemeyecek ama mesela Zübeyde Anne kitapları, şalları, rozetleri, hatta şık broşları, ne şahane olur. Tabii bu işin uzmanlarının geliştirebilecekleri, biz sadece fikir ortaya koyuyoruz.

Mustafa Kemal, kadın fikrine, öncü fikirlere, her zaman saygı duymuştu, akıllıydı, hızlıydı, hızlı olduğu kadar da hızlı düşünürdü. Hızını, ağır başlılığı ile de yerinde mühürlerdi. Boş konuşmalara, gereksiz sözlere, tembelliğe, hümanist olmayan, üstencilere, hele hele aptallığa tahammülü yoktu. Nerede, nasıl davranacağını bilen bu insan, cephede dahi kendisini eğitti ama temeli işte o 100.yılında kabri başında, annesi öğretti.

Bu ülke, kadınlar sayesinde kazanıldı. Ve ne yapıyor, ortaya koyuyorsak, annelerimiz başta olmak üzere, ardından bizi eğiten, öğreten ve şekillendiren öğretmenlerimiz sayesinde.

Hasret ve özlem dolu adeta sürgün yıllar. Bütün sevdiklerinden ayrı ve ayrı olduğunun acısını, yeter artık kimse yaşamasın, diye kurulmuş aziz Cumhuriyetin, Cumhuriyetimizin, 100.yılı.

100.yılında oğlunu göremeden, nefesini, kokusunu içine çekemeden gözlerini kapatan acılarla, sürgünlerle, hastalıklarla geçen uzun bir süreç.

Sanıyor musunuz ki Mustafa Kemal, bunları yaşamadı, hepsi karşılıklıydı. Üstelik bu kadar iletişim olanaklarının imkânsız olduğu bir zaman diliminden bahsediyoruz. Şimdi oturup, şapkamızı önümüze alıp, tam da yerinde düşünme vaktidir.

Şahsen bu ülke için ne yaptım, ne kadar yol kat ettim, gelecek için doğru taşları, ne kadar dizdim? Ve bunları yaparken de şahsi çıkar, menfaat, ego beslemeden neler yaptım?

Ne kadar Mustafa Kemal’in çocuklarıyız, bakmak lazım. Bakmak lazım, zira o henüz başında ve yarı yolda kesmediği, Anadolu gezisi ve İstanbul, İzmit basını ile toplantısı ardından; her uğradığı alanda kendisine taziyeleri kabul eden, üstelik annesini görememiş, bütün sevdiklerini; ya cephede ya hasretlikle kaybetmiş, önce bir insanın ruh halini anlamaya, sonra da çok önemli, annesinin mezarı başında okuduğu ve yine miras niteliğinde o “Egemenlik Andı”nı yeniden okuyup, yeniden anlamak ve içselleştirmek için en anlamlı zamandır.

Mustafa Kemal ATATÜRK, her sözü mirastır. Şablon gibi alıp, çerçeveleterek duvarlara asmak, milli günlerde ortaya çıkarmak için değildir. Yaşamak ve uygulamak içindir.

O vakit okuyalım, Başyaver Salih beyin not tuttuğu, net duruşu ve bir ülkenin bunca acıya karşın nasıl kurulduğunu ve gerektiğinde de ne yapmamız gerektiğini:

‘Zavallı annem, bir zamanlar kurtuluşu bütün ulus için ülkü olmuş İzmir’in kutsal topraklarına vücudunu emanet etmiş bulunuyor. Ölüm yaradılışın en doğal bir yasasıdır. Böyledir ama yine de üzüntü verici belirtileri vardır. Burada yatan annem, zevkin, zorbalığın, bütün ulusu uçuruma götüren kanunsuz bir idarenin kurbanlarından biridir. Annemi kaybetmekten çok üzgünüm.

Annemin yanına bıraktığım bir adamım vardı. Bu adamı Erzurum’dan İstanbul’a gönderdiğim zaman, annem bu adamın yalnız olarak geldiğinden haberdar olduğu an benim hakkımda halife ve padişah tarafından verilmiş olan idam kararının yerine getirildiğini zannetmiş ve bu yanlış kanı nedeniyle felç olmuştu. Ondan sonra bütün mücadele yıllarını sıkıntı ve acı içinde geçirmişti.

Annemin mezarı önünde ve Tanrı’nın yüce katında söz verip and içiyorum ki, ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğin korunması ve savunulması için, gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyeceğim, ulus egemenliği uğrunda canımı vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun.’

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar