Ayla Ganioğlu

Ayla Ganioğlu


Kadının adı var mıydı?

Kadının adı var mıydı?

“Sokakta herkes kadın kıyafetine karışmak hakkını kendinde görürdü. Yüzler, eller, kollar ve bacaklar iyice kapanmalı, çarşaflar vücut biçimini hiç sezdirmemeli,  peçeler bir süs değil, tam bir örtü olmalı idi. Bazı kibar semtlerde ve Beyoğlu’nda bu disiplin biraz gevşerdi. Fakat harp, pahalılık gibi hadiseler olduğu veya idare aleyhine dedikodular arttığı vakit, hemen kadın kılığı günün meselesi haline gelirdi. Kadın erkekle bir arabaya binemezdi. Vapurlarda, tramvaylarda, muhallebici dükkânlarında kadın yerleri perde veya kafesle erkek yerlerinden ayrılmıştı. Mesirelere kadar her yerde harem kısmı vardı. 1908 Meşrutiyeti’nden sonra dahi mesela kız mekteplerinde edebiyat hocası harem ağası idi.

“Bununla beraber harem, artık selâmlık duvarını zorluyordu. Edebiyat, kadın davasını tutuyordu. Birinci Dünya Savaşı gelince, bu da geri kaldı. Hele bozgunlar üzerine Enver Paşa halk arasındaki dedikoduları durdurmak için kadın tavizine girişti. Çarşafların ayakların hangi noktasına kadar ineceğini tespit etmek üzere bir komisyon bile kurulmuştu. Bir gün bir polis müdürü, Ada otellerinden birinde bir karı kocanın beraber oturduklarını duyunca, bizzat otele giderek kadını sokağa atmıştı. Çanakkale cephesinde dövüşen büyük rütbeli bir subayın, anaları Alman olan kızları bir gün Alman davetlileri ile buluşmuşlar. Enver Paşa bunu duyunca, cephede harp eden babayı hemen emekliye ayırmıştır.

“Mütareke gazetelerini okuyan, Osmanlı saltanatının sanki kadınlar yüzünden batmış olduğunu zanneder. Mondros’ta teslim olmuşuz, kadına hücum. Düşman donanmaları İstanbul Limanı’na demirlemişler, kadına hücum. Hazine dar, o ay maaş çıkmamış, kadına hücum. Gazetelerin birçoğunda İstanbul polis müdürlüğü kadın meselesi ile alakalanmadığı için tenkit edilmekte idi.”

Falih Rıfkı Atay, Çankaya kitabında, Osmanlı dönemi kadınlarının durumunu böyle anlatır. O günlerdeki zorlukları görmezlikten gelenler, cumhuriyetin kadınlara getirdiği özgürlüğü küçümseyerek, kadınların haklarını kendi dönemlerinde elde ettiğini savunuyorlar.

Atatürk’ün zor devrimi

1923’te cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra kadınlara siyasi hakların verilmesi en zor gerçekleştirilen devrimlerden biriydi.

Meclis’teki direniş o kadar büyüktü ki, 1926’da Medeni Kanun ile kadınlara birçok hak verilmesine rağmen ancak 1930 yılından başlayarak kadınlara siyasal haklar tanınmaya başladı.  

1923’te seçim kanunu görüşmeleri sırasında Tunalı Hilmi Bey, kadınların da nüfus sayımında yer almalarını isteyince Meclis’te öylesine büyük gürültü ve tartışma yaşandı ki, Tunalı Hilmi Bey, ‘kadınlara seçilmek hakkını verin demiyorum’ diyerek sözlerini geri almaya çalışsa da konuşmasına izin verilmedi.

Atatürk, hem Meclis’in hem de halkın böyle bir değişikliğe hazırlanması için yıllar boyunca çaba gösterdi.  

Sadece erkekler sayılır ve seçilirler

1839 ve 1856 tarihlerinde yapılan ıslahatlarla, az sayıda da olsa kızlar okullarda eğitim görmeye başladı.  

1876’da meşruti yönetimde Kanuni Esasi çıkarılırken, kadınların siyasi hakları hiç gündeme gelmedi. Kanuni Esasi’nin 65. maddesine göre, sadece erkekler sayılabilir ve seçilebilirdi.  

“Madde 65: Mebuslar kurulunun üye sayısı, Osmanlı tebaasında her elli bin erkek nüfusuna karşılık bir kişi olmak olarak düzenlenir. Vekiller dört yılda yapılan seçimle seçilir.”

1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra da bu madde değişmedi. Kadınlar yine ne sayıldı ne de seçime katılabildiler.

1923’te Meclis’te çıkarılan kanunda da seçime erkeklerin katılacağı ve seçilme hakkının erkeklerde olacağı belirtildi.  

Afet İnan, Atatürk’ün kadınlara siyasi hakların verilmesi için verdiği desteği şu sözlerle anlatır:

“Vatandaşlık hak ve görevlerinde kadın ve erkeğin eşit olmasını Atatürk’e söylüyordum. O sıralarda belediye kanunun değişmesi konuşulmakta idi. Kadınlara bu hakkın verilmesini savununlar da karşı çıkan devlet adamları da vardı. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesini savunan yazılarım vardı. Atatürk bu fikri bana telkin etmekle beraber, kamuoyunda akisler olmasını sağlamak için bu konuşmaların basına yansımasını sağlamıştı. 1930 yılında Seçim/İntihap adıyla çıkardığım kitap bu meseleleri açıklamakta ve yaymaktaydı. Atatürk’ün bu konuyu ortaya atması ile bu düşünce yayınlara konu olmakta idi.”

Bu tartışmalar sürerken, Atatürk’ün isteğiyle, 1930’da belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Kadınlara siyasi hakların verilmesine ilişkin değişiklikler, Aralık 1934’te Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun ilgili maddelerine “erkek” kelimesinin yanına “kadın” kelimesinin de konulmasıyla tamamlandı. Seçme hakkı 18 yaşından 22 yaşına çıkarıldı.  

Bu değişiklikten sonra ilk milletvekili seçimi Şubat 1935’te yapıldı. 1 Mart 1935’te Meclis’e 18 kadın milletvekili seçildi. Ancak daha sonraki seçimlerde ise bu sayı giderek azaldı.

“Anıttaki kadın benim”

Kurtuluş Savaşı, kadınların da savaşıydı. Anadolu, kadınların savaş boyunca yaptıkları katkının tanığı. Buna rağmen, kadınlara siyasi hakları ancak cumhuriyetin ilanından ancak yedi yıl sonra verilmeye başladı.

Afet İnan’ın anılarında aktardıkları ise, savaştaki kadınların mücadelesinden sadece bir örnek:

“Nisan 1955’te Başkumandanlık Meydan Muharebesi Zafer Anıtı’nın yeniden yaptırılması ve hatıralarının toplanması dolayısıyla bir heyet halinde incelemelerde bulunurken bu yerlerdeki canlı tanıklarla da görüştük. Bir ihtiyar nine yanıma yaklaşmış diyordu ki, ‘Hani, Ankara’da Gazi Paşa’nın heykelinin yanında mermi taşıyan kadın var ya, işte o benim.’ Bu cümleyi yanımdaki diğer bir kadın da aynen tekrar etti. Bu sözler bir gerçeğin ifadesi idi. Çünkü Ankara’da Ulus Meydanı anıtındaki Türk köylü kadını, bir dönem tarihimizin isimsiz kahramanıdır. Bu anıtta Başkumandan Mareşal Gazi M. Kemal’in at üzerindeki heykelini, Türk erleri, mermi taşıyan Türk kadının heykelleri çevreler. İstiklal Savaşı’ndaki her Türk kadını bu anıttaki heykelle sembolleşmiştir.”

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar