Haluk Şahin

Haluk Şahin


İletişim bozuldu, böyle oldu

İletişim bozuldu, böyle oldu

Çağımızın en büyük sorunu iletişimin bozulmuş olmasıdır.

Bu, Oktay Akbal’ı anımsayarak söyleyelim, “ekmeklerin bozulması”ndan daha vahim bir durumdur.

İletişimin soluk aldığımız hava olduğu için hayatlarımızı her düzeyde etkilemektedir: Kişisel, toplumsal, kurumsal, siyasal, ekonomik, diplomatik, hatta dinsel!

Hemen her düzeyde iletişime hormon katılmış; iletişim asıl amacının dışında, bozuk sistemin hizmetinde toksik bir metaya dönüşmüştür.

Evet, psikoloji sütunlarında “toksik iletişim” diye bir olgudan sık sık söz ediliyor. Doktoralı danışmanlar “Zehirlidir, aman uzak durum!” diyorlar.

Ama, bir bakıyorsunuz, kendileri de aslında iki küfür kelimesinin birleşmesinden ortaya çıkmışa benzeyen o illetten uzak duramıyorlar. Çünkü bozulma, danışma odaları dahil, her yerdedir!

İnsanların arasında doğruların değiş tokuşuna değil, onların yanıltılmasına yönlendirilmesine, kontrol edilmesine, ezilmesine hizmet eden ileti bombardımanı iletişimin ana amacına karşı çıktığına göre, ona anti-iletişim de diyebiliriz!

Bir an durup düşünün: Size ulaşan iletilerin ne kadarı sizi doğru bilgiyle donatmaya çalışıyor, ne kadarı tam tersini amaçlıyor.

Büyük bir olasılıkla, yüksek dozda zehir yüklü ciddi bir beyin kirlenmesi ile karşıya kaldığınızı keşfedeceksiniz!

ANTİ-İLETİŞİMİN YÜKSELİŞİ

Bir zamanlar, “iletişim” denince yüzler aydınlanırdı. “Evet, gerekli, hem de bol bol…” denirdi.

Bilgi Kaf dağının ardında da olsa aranmalıydı. Psikolojik danışmanlar “Konuş onunla!” derlerdi tedavi olarak! “İletişim kur!”

İletişim iyiydi, ışıltıydı, güvendi, sevgiydi. Teselliydi!

En önemlisi, bir hakikat vaadiydi. Tehlikeye karşı uyarıydı. Yol işaretiydi.

Sosyal bir canlı olan insan doğada ayakta kalmayı iletişim sayesinde başarabilmişti.

Dikkat edin, iletişimin içeriğinden çok amacından söz ediyorum. Söylenen her şey hiçbir zaman doğru olmadı kuşkusuz. Yalan yanlış da vardı içinde. Ama yanıltma amaçlı değildi.

Yalanı söyleyenlerin çoğu, doğruyu söylediklerine inanıyorlardı. Söyledikleri yalanlara kendileri de inanıyorlardı!

Sonra 20. yüzyılın son döneminde iletişimde bolluk dönemi geldi. İnsanları sistemler adına kontrol etme amaçlı hormonlu bilgiler sel gibi akmaya başladı. İletişim kurabilme kapasitesi teknolojiyle yükseltilmiş olan yeni insan, Homo Super Communicatus, başlangıçta çok umutluydu. Bilgi kıtlığı sona eriyor, insanlık zenginleşiyordu.

Ama acı gerçek çok gecikmeden kendisini belli etti. Bombardıman o kadar yoğundu ki, gelen bilgilerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunun değerlendirilmesine olanak ve vakit yoktu. Teknolojiye sahip güçler habire yükleniyor, toplumu biçimlendiriyordu.

İşin kötüsü, bastıran selle gelen kırıntıların çoğu hormonlu, bozuk ve zehirliydi. Üzerlerinde doğruluk damgası yoktu.

İletişimin on emrinden birincisi, yani “Doğruyu söyleyeceksin!” yürürlükten kaldırılmıştı! Hakikat değildi artık iletişim dürtüsünün alında yatan, “algı”ydı! Hakikate karşı hormonlu kandırmacaydı. Habere karşı anti-haberdi. İletişime karşı anti-iletişimdi.

KİM DAHA GÜÇLÜ?

Şu anda, “Bilgi Çağı” dediğimiz dünyamızda anti-iletişime harcanan para geleneksel anlamda iletişime harcanan paradan daha fazladır. Anti-iletişim sektöründe çalışanlar geleneksel anlamda iletişim sektöründe çalışanlardan daha fazladır. Bunların işleri daha güvencelidir, daha fazla para kazanmaktadırlar!

Halka doğruları söylemekle yükümlü olduğu yasalarda yazılı, üstelik halkın parasıyla işleyen kurumlara bir bakın: Anadolu Ajansı, TRT, TÜİK….

İletişim kurumu mudurlar yoksa anti-iletişim kurumu mu? Söylediklerinin arada bir doğru çıkması bir şeyi değiştirmez. Kritik dönemeçlerde enformasyon verip vermeme kararlarını alırken amaçları nedir? Aydınlatmak mı, bulandırmak mı, yoksa karartmak mı?

İletişim mi, anti-iletişim mi? Verdikleri “hakikatin ta kendisi” midir, yoksa hormona bulanmış elma şekeri mi?

Benzer soruları siyasetçiler, din adamları, anket şirketi yöneticileri, kimi gazeteciler için de sorabilirsiniz.

O zaman anti-iletişimin yükselişi ile tüm dünyada egemen olan kitlesel şaşkınlığı daha iyi anlayabilirsiniz.

Hormonlu anti-iletişim hiç kuşkusuz hormonsuz iletişim çabalarını da etkiliyor. Onları bastırıyor, şüpheli hale getiriyor, ticari olarak rekabet etmesine fırsat bırakmıyor.

2023 yılında İletişim Çağı’nin doruğunda vardığımız nokta, anti-iletişimin ağır hegemonyasıdır!

Yazıyı bir ironik bir şekilde bitirmeme izin verin:

İyi haberler de var. Yakında Yapay Zeka sayesinde herkesin her konuda konuşabileceği bir derttaşı olacakmış! O “arkadaş” hemen araştırıp bize hangi habere inanıp hangisine inanmayacağımızı da söyleyebilecekmiş!

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar