Emel Seçen

Emel Seçen


Eyvallah

Eyvallah

Eyvallah! Kökleri sağlam ve anlamlı bir sözdür. Bu sözü söyleyebilmek; yaşadığın ömür süresi boyunca içinde ağır bedelleri ödetir, çünkü. Tabii bu sözüm, rozetçi ya da sadece dilinde olanları, kapsamıyor.

TOKATIN NEDENİNİ SORACAKSIN

Aynı tarlayı sürüp, ektiğinizde başka bir hasat beklemek, mümkün değildir. Maalesef, Torosların gölgesi bile yetiyor olmalı ki; en azından diğerlerinde izlerken şahit olduğumuz şiddetten çok, bir bireyin kendi olma ve kendini bulma serüveninde; iç hesaplaşmalarını uzun uzadıya vermekte.

Kalbim Yaralı, 2014 yılında lösemi nedeni ile aramızdan genç yaşta ayrılan müzisyen, Murat Göğebakan’ın, biyografisini sunmakta. Ama ne sunmak, sağanak bastıracak, mendillerinizi hazırlayın. Benden söylemesi. Neyse ki ben tutabildim kendimi, iki saat boyunca dostlarla basın ön gösterimine girmeden, acaba sıkılır mıyız, diye konuşuyorduk, ben hiç sıkılmadım. Bilakis, bu kadar duygu dolu, aktörlüğün hasının gösterildiği bir yapımda, sıkılmak ne mümkün, ancak alkışlanır ve gerekli yazısı yazılır.

MANEVİ DUYGULAR

Manevi duyguların öne çıkarıldığı, şehirleşmenin ve göçün yansımalarının bireyin –kendi olma- yolunda ki meşakkatli yolculuğunu, her zaman ki gibi ilk başlayan nokta yani; aileden alıp, çevresel ve dış dünya ile bağlayan, kırık kalpler ve de gerçekler dünyası, olarak bilmediğimiz yönleri ile yeni bir hayatın daha kapılarını, öğretici şekilde aralıyor.

Tıpkı, “Müslüm Baba (2018)” filminde ki gibi perde ile açılıyor, finali de öyle bitiyor. Hatta Freddie Mercury’nin (Bohemian Rhapsody-2018), hayatını anlatan filmde olduğu gibi.

Sahne arkası, ince bir koridor ki;  Aşık Veysel’in, Uzun İnce Bir Yolu, gibi ve seyirci ile buluşmayla noktalandırılıyordu, yönetmenlerinin kamerasından. İkisi de, Chopin (1810-1849), ile hayatlarının son geçit törenini sunuyorlardı, izleyiciye.

Romantizmin en büyük dehası, Chopin, otuz dokuz yaşında, hayata veda etti. Müslüm Baba / Müslüm Gürses, hiç çocuğu olmadan bu dünyadan göçtü ama sevenlerinin kalbine girerek, hepsinin babası olmayı, başardı. Altmış yaşındaydı. Ama Freddie Mercury’de, Murat Göğebakan’da, henüz 45 yaşındaydı.

Hiçbiri, birbiri ile mukayese edilemez ama ortak yanları; acıları ve müzik.

ANADOLU ROCK YOLLARINDA

Neden insan, kendi olmak yolunda, bunca acıyı en başta ailesinden, aile diye seçip kurduklarından görür. Ya da filmin sonlarına doğru, özünde hep var olan maneviyatının, yüksek seviyeye gelmesi ile arabasına aldığı, gideceği yere kadar götürmek istediği yaşlı amcaya sorduğu gibi tezahür eder, kısa bir ömrün, iki saate özenle sığdırılabilmiş hikayesinin özeti olarak:

-Nereden, gelip nereye gidersin?

Yaşlı Amca: Ben, arada bir uğrar geçerim.

-Ben, aşk, sevgi yoluna çıktım ama yolumu kaybettim. Tokat yedim, sanırım.

Yaşlı Amca: Tokadın nereden geldiğini, değil nedenini soracaksın.

Özünde, hep iyi bir insan karakteri olarak karşımıza çıkan ve 90’ların ortasından yükselen, müzisyenler arasında sivrilen ve 1997 yılında, dönemin Kral Tv Ödül gecesinde, En İyi Çıkış Yapan, sanatçı ödülüne layık olurken; dört albümünün parasını alamayan, adeta bir tenis topu gibi firma sahibi, yapımcı arasında maç uzatmalarında, birde kendisine musallat olacak menajer ve piyasayı hiç bilmemesi, özünde iyi bir insan olmasının faturasını ağır ödeyecektir, Murat Göğebakan.

En başında meczup, olarak karşılanacaktır.

Öyle ki kendisine vaat edilen, albüm yapılacak sözü ile hem Adana’ya,  ailesini görmek ve para kazanabilmesi için geri dönmesine, başka iş yapmasına, kontrat hükümleri gereğince engel olunacak, sonrada; bu camiaya uymaz, bak bekar olsan bunlar olmazdı, halk sana yaklaşmak ister, adı altında kötü niyetli simsarların tesirine girerek; onu gerçekten seven ve henüz çocuk yaşta, her şeye küsmüşken, elinden tutmuş olan ve ona adadığı:

“ Ben sana aşık oldum bir tanem/ Ben seni öyle sevdim gültanem/Seni hayasız diyarlarda öyle beklerken/Boşa geçen günlerin /Akşamların kavgasında ararken/Umudumda umutsuzluğumda/ Boş diyarlarda beklerken/Seni hayasız akşamlarda ararken/Ve sana diyorum ki/Sen, bir ömür boyunca.”

“Ben, sana aşık oldum,  (1997)”

Yapayalnız bırakacatır,Gülünü.

Bu hayatta, istisnasız, eninde sonunda, herkesin bir elinden tutanı ve tek, gerçekten koşulsuz seveni, muhakkak olacaktır. Herkes birbirine emanet ise bunu unutmadan, ya bunun kadrini kıymetini bilecek ya da savrulacaksındır. Ama netice de hepsi, senin kendi öz varlığında, yaratana ulaşabilme, serüvenin olacaktır.

Sen, kimi sever isen gördüğün, o yüce yaratıcının yansıması, ışığıdır. Kendinden olanı, sana vermiştir ki, kendi parçanı bulman ve yükselişinin başlaması için.

Bu, zorlu bir imtihandır. İnsan nefsi, türlü sınavlara tabidir ve sebebi sadece kendi varlığını önce keşfedebilmen, görebilmen, iyi bir insan olarak tekamül sürecini tamamlayabilmektir.

Bu kimi zaman, Müslüm Gürses’de, Yunus Emre ile ya da Murat Göğebakan’da, Şems-i Tebriz ile olur.

Değil midir ki; aranan hep gerçek, AŞK’dır.

İçi şeytanlaşmış insansılar arasında; hayallerin, gülücüklerin, emeklerin ziyan edilebilir ama sen dimdik ayakta durmayı başarabilirsen şayet, fırtına sonrası mükafatın, büyük olacaktır.

O yüzden kimseyi; niye öyle, niye böyle, diye yargılamamak gerekir. Neyi yargılarsanız, onu yaşamadan ölmeyeceksiniz, kutsal kitap zaten bunu söylüyor ama üreten insanların; kendini sömürenler karşısında, yeri geldiğinde elektrikleri kesik mum ışığında oturduğunda ve hatta kazandığı ödülü bile; varlıkta olmasına rağmen yine mum ışığında oturmasında, aramak lazım.

Ya da hani yemin edilir ya, evlilik töreni akdinde, “İyi günde, kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm bizi ayırana dek!” Buna ortak paydaşlardan biri hastalandığında, kadın ya da erkek. Biri yatan, diğeri bakan ise yatan olmayanın; bakması/ ilgilenmesi gerekene ihtiyacı, tüm herkesten çok varken; o sadece 208 günün, toplasan üç ya da dört günü ve yine toplasan, 10 dakikayı bulmayacak ziyaretleri, olmuşsa; üstüne üstlük mal varlığı ile ilgili aç, daha önceki evliliğinden çocuğunu kapıda bırakacak, evde kalmasına müsaade etmeyecek kadar kendinden, insanlığından uzaklaşmış ise o zaman –Kalbim Yaralı-filminde, kendi hayat hikayesinde, Murat Göğebakan’ın, hastalığının ilk başlarında magazincilerin eşine vermeye layık bulduğu, “Yılın En Vefalı Eşi”, ödülüne:

 -Bak, bana ne verdiler- diye eşi geldiğinde, cevabı:

 “ Bu yapamadıkların, yapmadıkların, için mi verildi.”, olacaktır.

Özetle; sahte dünyanın kemirgenleri, çok olur. Kendileri o kadar kirlidir ki; temiz olan, çamurlar arasındaki adeta bir lotus çiçeği gibi parlar. Üstüne hemen çullanırlar. Oradan yara almadan kurtulabilmeniz zordur ama şanslıysanız, yanınızda size destek, tamamen inanan, dürüst, ahlaklı ve koşulsuz seven varsa, o zaman ferahlık uzaklarda değildir.

KALBİM YARALI, filminden ki; iyi gişe yapacağından şüphem yok! Tıpkı, Müslüm Baba ve Bergen, gibi.

Öğreneceğimiz kazanım, sahip olduklarımızın kıymetini, tüketmeden ve de kaybetmeden bilmek!

Netice de her şey geçer… Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan, diye atalarımız, sözlerini, boşuna miras bırakmamıştır.

Ve “Mal sahibi, Mülk sahibi, Kim bunun ilk sahibi.”

Para ile servet ile kıyafet ile itibar bekleyenlerden, uzaklaştıkça, Yaradan’a o kadar yaklaşmak mümkündür.

“Her ne ararsan önce kendinde ara.” Hacı Bektaş Veli.

Ve bu filminde ki üstün performansı, sadece bir aktör başarısı olarak değil aynı zamanda, tıpkı Müslüm Baba, filminde kendisi gibi müzisyen olan, Timuçin Esen’in, eserlerini yorumladığı gibi Burak Sevinç’i, ayakta alkışlamak lazım.

Ne büyük oyunculuk ve bir karakter performansı, sesi ile de taç giymiş.

Ne de olsa bir Ud sanatçısının, oğlu. Sanırım bazı yetenekler, geçte olsa artık zamanı geldiğinden ortaya çıkıyor.

Son dönemlerin bilhassa böyle oynaması zor rollerin öne çıkan isimleri olarak açık ara zirveye koşuyorlar. Alınlarının terleri ile… Onları yürekten kutlamak ve her zaman desteklemek gerek.

İlki, Mucize (Mahsun Kırmızıgül-2015) Filmine can veren, aynı zamanda, Tiyatro Sanatçısı, Mert Turak, ve bu film ile de “Burak Sevinç” oldu.

Yolları her daim açık olsun.

Ve tabi ki yüzlerini özlediğimiz, yine tiyatro sanatçımız, Levent Tülek, izlemek güzeldi. Özlediğimiz, Feride Çetin’i de.

Film boyunca aklımda olan ise Murat Göğebakan’ın, annesini canlandıran ve geçtiğimiz yıl yine hem adaş, hem aynı hastalık nedeni ile kaybettiği eşi, bizim –Sinema Eleştirmenleri- skalamızda yer alan ve her zaman saygı ve özlemle andığımız,arkadaşımız Murat Özer’i, düşündüm. Kendimce empati kurdum ve zor olmuştur, bu filmi çekmek, birçok anlamda.

Ve de çocukluğunu canlandıran, Kadir Bertan.

Güzel bir iş çıkaran ve emeklerini sunan herkese teşekkürler.

Ne diyelim; zoru da kolayı da, nereden geldiğine bakarsak, perdeleri kaldırdığımızda, zatı görünene yaklaşabilmek ve geldiğimiz gibi gideceğimiz, misafir olduğumuz ve etten, kemikten, maldan, mülkten çok daha fazlası olan; sonsuz ve sınırsız, olanın nefesince, nefesimizle, nefsimize teslim olmadan.

Hep AŞK ile!

Işık ile!

Sevgi ile!

“Yaradılanı Hoş Gör, Yaradan’dan Ötürü.” Yunus Emre.

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar