Mustafa Tiğrek

Mustafa Tiğrek


Değişince ne değişecek?

Değişince ne değişecek?

Bir “değişim” rüzgarıdır esiyor ki, sormayın gitsin.

Ama değişimin ne olduğunu söyleyen yok. Zaten soran da yok. Belki bilen de yok… Ama isteyen çok.

Belki ben de isteyeceğim ama… Ne olduğunu bilmiyorum ki!

Mayıs seçimlerinin ana ekseni “Değişim”di zaten.

Ben Kılıçdaroğlu’na oy verdim mesela. Hem de 15 temmuzdan sonra Yenikapı’ya koşan Kılıçdaroğlu’na, “Anayasaya aykırıdır ama evet diyeceğiz.” diyen Kılıçdaroğlu’na, Adalet yürüyüşünü getirip Maltepe’de bırakan Kılıçdaroğlu’na, Akşener’le ittifak yapan Kılıçdaroğlu’na… oy verdim. Bu bir değişimdir.

Değişen ben değildim tabii… Kılıçdaroğlu’ydu. Benim değişim talebime cevap vermiş ve oyumu almıştı.

Seçim sürecinde değişimle ilgili çok örnek var ama Sadece "22 yıldır yiye yiye doyamadılar. 22 yılda yurt dışına götürdükleri para 418 milyar dolar. Son kuruşuna kadar getireceğim ve millete vereceğim" söylemi bile değişimi anlatmaya yeter. Daha önce böylesi söylenmedi.

“Atı alan Üsküdar’ı geçti” söyleminin tam karşısında, tam da değişimi ifade ediyordu.

Atı alan Üsküdar’ı geçemeyecekti artık. Geçmişse bile nerede olursa olsun, o at bulunup, getirilecek… sahibine verilecekti.

Değişim başka nasıl olur? Değişim daha ne kadar olur? Eğer İmamoğlu’nun sözünü ettiği değişim de buysa; ona “değişim” denmez, “devam” denir.

İmamoğlu’nun dediği farklı bir şey ise, niye değişim diyoruz? Niye Kılıçdaroğlu’nun değişimini, kavramsal olarak gölgeliyoruz. Niye adına başka bir şey demiyoruz.

Akşener “aday” derken, aday demiyordu, “kazanacak aday” diyordu. “Kopuş” bile kopuş değil, “Epistemolojik kopuş”tu. Nureddin Nebati’nin bahsettiğiheterodoks yaklaşım”; “kopuşu” değil, “epistemolojik kopuşu” temsil ediyordu.

Değişim için de “yeni değişim”, “ileri değişim”, “radikal değişim” gibi… daha ayırt edici bir ifade kullanılabilir.

Değişince, ne değişecek? Kılıçdaroğlu’nun geldiği nokta daha mı yukarı taşınacak yoksa kartlar yeniden dağıtılıp sıfırdan mı başlayacak…

Mesela Kılıçdaroğlu’nun Araya adam koyuyorlar benimle görüşmek için; ben çetelerle görüşmem, milletimle görüşürüm” dediği gibi çetelere kapılar kapanacak mı, yoksa “Yok biz o kadarını yapmayız. Daha az değiştireceğiz.” mi denilecek?

İmamoğlu’nun sözünü ettiği değişimde atı alana ne olacağını da bilmiyoruz. Öyle bir detay yok. Onlara dokunulmayacak mı? O zaman adını  “Kimseyi üzmeyecek kadar değişim” koyabiliriz.

Veya atı alan yine Üsküdar’ı geçecek ama bu kez atı alan “Bizden biri” mi olacak? Bu, bildiğimiz “nöbet değişimi”.

***

2007 seçimlerinde CHP, DSP’nin de desteğiyle yüzde 19,39 oy almıştı. Birkaç gün sesi çıkmayan Baykal “CHP yüzde 20 bandına oturmuştur” diyerek CHP’nin başarısından söz etmişti. Halbuki o yüzde 20’nin içinde DSP’de vardı.

''Seçmen yine ana muhalefet partisi görevini verdi'' diyen  Genel Sekreter Önder Sav, sonuçtan hoşnuttu. Aynı günlerde Livaneli, Baykal-Erdoğan gizli görüşmesini ifşa etmişti.

Bu koşullardaki Baykal’a yönelik istifa çağrıları bile Kılıçdaroğlu’na yapılanlar kadar içten, yürekten ve coşkulu değildi.

Kılıçdaroğlu’nun istifası taleplerinin farklı sebepleri var. Biri; kazanmaya ilk defa bu kadar yaklaşmışken, olmamasının yarattığı hayal kırıklığı.

Bir diğeri ise “Ya kazansaydı” diye oluşan endişe.

At, Üsküdar’ı geçenin yanına kar kalmayacaktı. Bu değişimdi ve ürkütücü olan buydu.

***

Hafta sonu İYİ Parti Kurultayında Meral Akşener sert konuştu. Güya hesap veriyordu ama sanki hesap soruyordu:

“15 vekil istedik, Kılıçdaroğlu'na bir kez daha teşekkür ediyorum. Ama o gün bugün 15 milletvekilinin bedelini ödeyemedik. Ömer Seyfettin'in diyetine döndü bu iş.” dedi.

Halbuki geçtiğimiz ağustos ayında “CHP'ye borcumuzu 31 Mart'ta ödedik, hatta alacaklı hale döndük" diyen Akşener’di.

Ya o zaman “CHP'ye borcumuzu 31 Mart'ta ödedik” demeyecekti veya on ay sonra, “O gün bugün 15 milletvekilinin bedelini ödeyemedik.” demeyecekti. İkisi birden olmaz.

Akşener, 3 Mart’ta masadan kalkmıştı. Diyet borcu olan birinin tavrıyla değil, alacaklı gibi kalktı. Ama üç gün sonra geri döndü. Ya “Ya tarih yazacağız ya da tarih olacağız.” deyip masadan kalkmayacaktı veya üç gün sonra masaya dönmeyecekti. İkisi birden olmaz.

Ben; Kılıçdaroğlu’na “kazanamayacak aday” değil, “kazanacak aday” olduğu için itiraz edildiği kanaatindeyim. Masadan kalkmak; muhalefet ittifakını dağıtıp seçim sonucunu seçimlere bırakmadan, 3 Mart’ta belirleme hamlesiydi.

Geri dönüşün motivasyonu ise İYİ Parti’nin hızla erimeye başlamasından ziyade, Kılıçdaroğlu’nun Akşener’siz de kazanılabileceği ihtimaliydi.

Akşener, kurultay konuşmasında bir de üzüntüsünü dile getirdi. “Beni en çok etkileyen, üzen ne oldu biliyor musunuz... İstanbul'un seçimini biz değil HDP kazandırdı! Bilmem nereyi biz değil HDP kazandırdı.” dedi.

Mayıs seçimlerini Kılıçdaroğlu kazansaydı, “HDP kazandırdı.” denmeyecek miydi? Ben derdim. Akşener yine üzülmeyecek miydi? İstanbul seçimlerinde üzüldüğüne göre yine üzülürdü.

HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararını açıkladığı gün Akşener ya masadan yine kalkacaktı veya “HDP kazandırdı” denme ihtimalini ön görüp, sonra üzülmeyecekti. İkisi birden olmaz.

***

Ne Akşener’in “kazanacak aday”ından bir şey anlamıştım, ne de Nebati’nin “epistemolojik kopuşu”ndan…

Şimdi Ekrem İmamoğlu’nun “Yeni Radikal İleri Değişim”inde de aynı durumdayım.

telif

Makale Yorumları

  • Kemal03-07-2023 17:53

    Tam kilicdaroglucu yorumlar yapiyon

  • Sezgin03-07-2023 17:43

    Değişince çok şey değişecek.. İmamoğlu gibi biri gelince başkanlığa...En azından chp ye oy vermeye eli gitmeyen vatandaş İmamoğlu yüzünden chp ye oy vermiş olacak..Değişince oy oranı değişecek daha ne değişsin

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar