Emel Seçen

Emel Seçen


Aydınlanma

Aydınlanma

Aydınlanma, bir insanlık meselesi. Elektriği bulan, mağaradan çıkınca gördüğü ışıktan başka sonsuzlukları, hatta ışık hızını bile teori olarak bulmuş insanlık; insanlığın olmazsa olmazı vefa, nezaket, incelik, bilgelik, edep, saygı, hoşgörü ve bunu temellendiren, o çıktığı mağaranın duvarlarının dışına yazabilen zihniyet, neden yol alamaz?

Elektriği bulan bu zihniyet, jeneratörü buluyor bencilliği için ama hâlâ tarihi eserlerin üzerine yazı yazmaktan çekinmiyor! Aşkını sözle, uygun bir lisanla, gereken incelikle, belirtmek varken kalkıp kendinden önceki medeniyetlerinin izlerine, insafsızca karalayabiliyor.

EDEP VE İNSANLIK

Eskilerin tedrisatı, o Köy Enstitülerinin ihtişamı, ,insanlığın görkemli saltanı, bir üfleme ile söndü. Lambaya püf mü denildi yoksa insan denen kendi tercihlerini mi belirledi?

Yer, İTÜ Maçka Konservatuar binası,  yılının ilk uğurlama töreni. Tambur denilince son kalan üstat. Ama önce insan, Sadun Aksüt. Töreni açıkçası sadece benim için hayal kırıklığı değildi. Zincirlikuyu Mezarlığı içinde yer alan camide, 2022 yılında son olarak Sevgili Ağabeyimiz, Aydın Ilgaz töreninde altı vefat, geçtiğimiz yıllarda iki, üç derken sayıyı katlamış ve 2023’e beş olarak devretmişti. Ve biricik kızı,  Arzu Aksüt Demir “Bilseydim böyle olacağını müsaade etmezdim” demezdi, boşuna. İnsanlara, bilhassa iyi, güzel, doğru nesli tükenen o hassas güzelim insanlara, normalde hayal kırıklığı yaşattığınızda, acısı sonsuzdur ama acının içinde acıyı yaşatmak, işte o elektrik düğmesini kapatmaktır.

Uğurlama törenin tek erkek vefatı, Sadun Aksüt’tü, tıpkı yaşam hikayesindeki o derin bilgeliği, efendiliği, espri yeteneği, sevdiğine bağlılığı, şiirleri, sanatı ve elbette öğrencileri gibi yanında dört hanımefendiye refakat ederek göçüyordu, yalancı dünyaya ama yine gülümseyerek. Birebir ilgilendiği ve hakkını verdiği her öğrenci oradaydı, ama hali hazırda okuyan öğrencilerin kampus alanında inerken şaşkınlıkla, kendi aralarında ki konuşmalarında, “ Bir şey olmuş kalabalık var, tören mi yoksa biri mi gelmiş” dediklerine üzülerek şahitlik ederken demek ki anons ya da duyuru yapılmamış düye düşündüm. İTÜ Konservatuarının kurulmasının mimarlarından biri olan üstadın uğurlandığını, ben söyledim. Başlarını öne eğdiler. Baş sağlığı dilediler.

Evet, eskiden biz yolda öğretmenimizi gördüğimizde, selam verirdik. Vermezsek, büyük saygısızlıktı. Allah’ın selamını esirgemeyin, diyoruz ama bizi, biz yapan değerleri bir kalemde silebiliyoruz. Allah her birimizin içinde değil mi? Allah iyiliği, güzelliği, adaleti, eşitliği, sevip sevilmeyi, tüm kitaplarında demez mi? Kimseyi ötekileştirmemeyi ve yaratılmış hiçbir canlıya zulmetmemeyi. İTÜ’nün üretimlerinin bir kısmını bu kütüphaneye bağışladığı ve üst katında yer alan ve asılı tabelalardan; Müzikoloji Bölümü, Müzik Teknolojisi Bölümü ve Ses Eğitimi Bölümlerinin olduğunu gösteren binanın tam karşısında “Müzik Teorisi ve Bestecilik bölümlerinin kapısının önünden uğurlanıyor, Sadun Hoca ve yavrudan biraz irice yani ortalama insan olsa bir konservatuvara taze gelmiş insanoğlu ebadında siyah mı siyah, asil mi asil bir kedicik dolanıyor. Tabutun üstünde, konuşmacıların konuşmaları arasında mikrofona uzanıyor ve muzipçe,  hadi şunu da söylesene, der gibi. Sonra iniyor, tekrar çıkıyor ve en son Sadun Hocanın kızı, Arzu Hanımın ayaklarına sürtünüp, konuşmaları izliyor. Öğrencileri, ondan el alanları, başarı ile ilerleyenler, dönem arkadaşları, herkes bahsediyor, anılarını aktarıyor kalabalığa. İçlerinde en anlamlısı belki de öğrencilerinin her birinin, hocanın kapısının her daim açık olduğuna dair söylemler. Ve her bir öğrencinin yeteneğine göre tasarlama yaptığı. Yanlış okumadınız, tasarım. Dünyaya gelmişiz ancak eğitimimizi, tasarımımızı öğretmenlerimiz belirliyor. Ne şanslı, onun bilgisi, görgüsü, haza beyefendiliği kişiliğinden, ders alabilenlere. Anlıyoruz ki ve yaşıt arkadaşlarının anlatımlarından da ortaya çıkıveriyor ki bataklıktaki adeta bir nilüfer çiçeği gibi, “insan olabilme sanatını” göstermiş, Sadun Aksüt her şeyden önce yani sanatı, sanat yapan en önemli öğelerinin başı, her şeyin temel direği; insan olabilmek ve insan kalabilmek.

Siyah kedinin, kalabalığın arasında; Arzu Hanımın bir yanında duran bana bakıp bakıp göz kırpmasından ilham alarak,  gazeteci kimliğimin ötesinde herkesin bilmediği müzik sevdamın, bir türlü yerini bulamamış, gerçek öğretmenlere denk gelemeyişi kadar benim üzerine yeterince düşmeyişim ile biraz eksik kalan yeteneklerimden birini geliştirme yollarından denediğim onca enstrümandan nasibime düşen Yaylı Tambur’u kotarmaya çalışırken, önerilen tek kitap Sadun Aksüt’ün metot kitabı ile karşılaşmamı. Tabii bu müzik aşkı, beni bir gün Beşiktaş’ta tesadüf bir şekilde Sadun Hoca ile tanışmaya kadar götürmesi, hayatta “iyi ki oldu” dediğim anıları anlatıyorum.

Hayatımdan geçip giden, onca insan yanımla çabalarıma rağmen ne zaman üzülsem; az yada çok o güzel “insan gibi insanları” anımsarım, bir sözleri ile gönül alabilen, sarmadan sarabilen, içinizi tanımadan, ısıtıveren beyefendi, hanımefendi, o sıcacık insanlar. Yumuşak, naif ama gerektiğinde dağ gibi arkanızda. Dedim ya insan olmak ve insan kalabilmek, dünya üzerinde ki en yüce sanattır. Zordur ama imkansız değil, sevginiz kadar insansınız çünkü.

Bu tanışma hikayesini bahsederken, kendisinin o kısacık sürede bana nasıl moral verdiğini, vakit ayırıp konservatuara davet edişine tanıklık edişimi, aktardım. Ve bir kedinin güya hayvan sıfatı ile ne derece insan olunabileceğini, o derin duyarlılığı anlattım. Siz, neyseniz havyan da size göre davranıyor çünkü. Sadun Aksüt’ün sevdiği kediler. TRT’nin eski haber müdürü olduğunu öğrendiğim arkadaşı Fahri Kaytaz, bir ara kızına “Alalım mı tabutun üzerinden” der, gibi yarı isteksiz sorusuna kızı, yok kalsın çok severdi, diyor.

Tabutun üstünde o sevdiği, kendisini gerçek manada seveni bilirken, ben mikrofonda diyorum ki :  “İşte bir hayvan, bizlere, ne çok şey anlatıyor. Güya biz insanız! Bir daha, bir Sadun Aksüt dünyaya gelmeyecek ve ben değil sadece, sanat dünyası, öğrencileri, sevenleri olarak kendisine layık,  konuşmaların yapılacağı, kışın ayazında kapı önünde değil; içeride bir konferans salonunda ya da İstanbul’un seçkin sanat mecralarının birinde, üstada yaraşır bir uğurlama olması gerektiği diye düşünüyoruz. Bu kadar hoyrat, devşirilmeye devam eden dünya düzeninde bir haber kanalı “öldü” diye başlık atıyor. Oysa güzelim Türkçemiz içinde, “Değerli üstadı kaybettik, uğurluyoruz, vefat etti gibi” söylenebilecek ve sevenlerini, ailesini incitmeyecek, kadar az hassasiyet çok mu zor? Onun yanı sıra, haber verildiği halde hiçbir TV kanalı burada değil. Ama bir kez daha anladım ki bu bizim sanata, medeniye bakışımız. Bizim ayıbımız. Çok üzücü. Şanslıyım, böyle bir beyefendiden, sanatçı, müzik insanı olmasından öte ben bir insan tanıdım, bu benim için önemli.”

Konuşma sonrası, Zincirlikuyu Camisine gitmeden yanıma gelen başta kızı Arzu Hanımefendinin o üzüntüsüne rağmen teşekkür edişini unutmayacağım. Ve yaşıtları dostları, sonrasında aynı değerde üreten insan, Zeki Yılmaz’ı tanıdım, onu da ayrı anlatacağım, kısa ve içinde değerli bir kütüphaneyi sığdırdığımız serüveni. Ayrıca Hasan Semerkant, Yeşim Çoban.

Bu arada belki bilgi sahibi oldunuz, GASSOPDER (Gazeteciler Sosyal Sorumluluk Derneği) 2023 yılı, yani 100.yılımızda, araştırmacı gazeteci, kalemdaşımız Timur Soykan, Murat Ağırel, Ahmet Kaplan ve Talip Ercan ile birlikte, benim, “Kültür ve Sanat” kategorisinde, toplumsal ve kültürel konulara duyarlı çalışmalarımdan dolayı, yılın KÜLTÜR VE SANAT ONUR ÖZEL ÖDÜLÜ’ne layık buldular.

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününde, yine başka çalışma alanlarımdan birisi olan ÇYDD ilk kez 100.yılımız için verilen, Gazetecilik alanında ödülü dün yani, 10 Ocak tarihinde vereceğinden biz bir gün önce 9 Ocak tarihinde aldık ve ertesi gün yine ama bu kez ev sahibi olarak alandaydım.

Evet, bu konuları ise diğer yazıma biraz rötarlı oluyor ama benim sadık okuyucum, beni anlar, bilir, anlayışını esirgemez.

Diyeceğim, bu yazının bütününe iyice baktığınızda, işte bu yüzden bana ödül layık görüldü. Uğurlama töreninde, sanatın içinde olan birçok kişi yanında, üzüntü içinde ki ailesi bana “Hepimizin içinde geçenlere tercüman oldunuz, iyi ki varsınız, siz Kral Çıplak dediniz” dediler.

Kimi teselli etmeye çalıştı, burası bizim evimiz Hocamızı öyle uğurluyoruz, diyelim dedi. Benden ziyade kızının huzurlu olmasıydı.

Ödül bundan, bunun gibi birçok olaydan dolayı geldi. Yani sadece tarafsız gerçekler.

Medyanın içindeyiz Ferhan Şensoy’u o büyük dünya çapında üstadı uğurluyoruz, yokluklardan saray yaptığı SES Tiyatrosunda bütün herkes kameralarla sırtını vefat edene dönmüş sahneden, uğurlama törenine gelen insanların görüntüsü almakla, konuşmaya çabalamak ile meşgul.

Bizim sözde insanımıza verdiğimiz değerin bir ölçüsüdür bu. Bunu gazeteci kimliği ile değil insan olarak başkaları ile paylaşmaya kalktığınızda ise size “Ne yapalım biz böyleyiz, bizim insanımız bu adam olmaz” cevabı verenlerde, toplumsal aydınlanma için emek üretmeyenler.

İnsana yaşarken değer, kıymet ve üstatlara giderken de.

Sayıları parmak ile gösterilemeyecek kadar az o nadide çiçeklere sonsuz saygımla.

Ve netice itibari ile

İNSANIZ YA HU!

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar