Emel Seçen

Emel Seçen


ATİLLA DORSAY VE YILMAZ GÜNEY ve kitap!

ATİLLA DORSAY VE YILMAZ GÜNEY ve kitap!

Fuarlar yok ya da olana henüz gidemiyoruz. Ama salgın boyunca hatta öncesinde, çok önemli bypass geçirip, kitap üstüne kitap yazan, üreten, kim var, dersek çok sevgili Atilla Dorsay’dır. Ve hocamız, duayen, büyüğümüzdür. Filmi sihirleştirir, şiirleştirir. En anlaşılmaz film bile onun kaleminden izlenir hale gelir. Üretimi ile de, adeta hayata meydan okumuştur! Yine örnek olmuştur.

Salgın zamanı aradığımda da çalışıyordu, şimdilerde de. Üstelik kendi sağlık nedenleri dışında çok sevgili dostlarını kaybetti. Bunlardan en önemlileri, Adalet Ağaoğlu ve Fatma Girik’tir. Bir eksilme, yaş limitini düşündüğümüzde, üzücü ama bunca birikim ve dolulukta içinde bin ölümle, yüz bin doğum.

Çok söylemez, şakayla karışık lafını çekinmez ve sağlam dosttur, Atilla Dorsay. Birde güzel eşi, hanımefendi, o da kendi alanında dolu dolu insandır. Tam bir fotoğraf tutkunu olduğu için yeniçağ fotoğraf sanatının tüm inceliklerini, işte o cep telefonundan uygular, çağı yakalar, sergiler açar. Bir de müzisyen, Ece’miz var. O tamamen izole bir hayat içinde durmaksızın üretir. Onun dünyası bambaşka, özeldir.

Geçen haftalarda, yine bir basın gösterimi öncesi,  NTV’ye konuk olacağını bildirmişti. Şaşmaz, Atilla Hocamız, NTV Gece ve Gündüz, Gülay Afşar programında yer alır. Keşke, daha da çok çıksa, farklı kanallarda da yer alsa. Mesela Fatma Girik, vefatından sonra Engin Çağlar ile TELE1’e, konuk olmuşlardı. Baktım, bir gün İBB Başkanımız, Ekrem İmamoğlu ile Beyaz Köşkte, elinde yeni fırından buğusu ile kitap.

Hangi kitap, bu yazıya sebep olan, seksenlerde üretime geçmiş, şimdinin izi ile yine yine yeniden, YILMAZ GÜNEY.

Irkçılık üzerinde son kitabı daha sindirilmeden bu eser geldi, fabrikatör değil fabrika işçisi, gibi dokuyor, Atilla Dorsay.

“Irkçılığı Gördüm Tanıyorum” ve onunla yeniden günümüze damga vuracak diğer ötekileştirmenin geçmişten günümüze derlemesi ile “Yılmaz Güney” Kitabı.

Bu hafta bana da ulaştı. Basın ön gösteriminde, yine her zaman yanında olan sevgili Leman Dorsay ile sarılıp sarmalaştık. Atilla Bey, sadece sinema ya da alanı mimarlık, sonradan kattığı gurmelik dışında, çok iyi müzik arşivi olan bir değerdir. Evi, kütüphanesi kadar müzik albümleri ile doludur. Salonunda, zemin böyle bir kısmı set gibi yüksektir, işte orada sahnede gibi hissedersiniz. Manzaradan, İstanbul’a bakarken. O yüzden, tangoları da sevdiği için arada görünce takılır, Secaattin Tanyerli “Her emelim, her arzum, yine sensin”, bu sefer ise bizim hayatımızda üç Emel var, dedi. “Biri Emel Sayın, Biri Emel Seçen, Biri diğer yazar arkadaşımız, Sevgili Burak’ın (Göral) eşi Emel, dedi. Ve son kitabı bir çırpıda, filme girmeden önce imzaladı. Film, aşk filmi, Cyrano de Bergerac, elimde ise Yılmaz Güney.

Yani hangisini, içimden bırakabilirim ki? Aşk ile yaptığı, sinemayı mı? O sinemadan, tüm yasaklarla Fransa’da Cannes ( 1982, Şerif Gören / Yol) ile büyük ödülü mü? Yoksa kaçmak zorunda kalıp, gencecik aramızdan ayrılışını mı?

Fransa’nın Shakespeare’i, Edmond Rostand, Cyrano de Bergerac’ın gerçek yaşam öyküsünden tiyatro eserini yazmıştı. Şair ve Silahşör. Eskiden, bir başka klâsı vardır, adamlığın, duruşun ve saygınlığın. Eserine, iki saat dört dakika ile demlendikten sonra elimde kitap, bütün işleri bitirmeden yolda başladım. Bazı kitapları kıyamam, hemen yolda okumaya ama diğer yandan, hem içim acele eder, bir yanım ise dur, evde özene bezene aç, sayfaları der… Dayanamadım, açtım.
Açmam ile döndüm, lise yıllarıma… Seksenlerin sonları, çocukluğumuz yedi, sekiz sinema salonlu mahalle sinemalarından devşirilirken. Sanatın her dalı ama en çok Tiyatro,  Bale, Müzik ve Sinema tutkum.

Sinema yazarlığını, böyle bir mesleği, Türkiye’de oluşturan yazar, mimar, sanat eleştirmeni, Atilla Dorsay’ı  okumak, onun yorumu ile film izleme, tercihini belirlemek. O olmasa, bugün sinema yazarları birliği, SİYAD olmazdı.

Evet, günümüz aşırı tüketim toplumu, her şeyi hızla tüketiyoruz ama Atilla Dorsay, Türkiye’de ilkleri başlatmıştır. Tam Beyoğlu Belediyesi ile seminerlere başlamıştı ki salgın başladı.İşte orada bir sürü dokunduğu sanatçı, insan, yaşanmışlıklar mesela Cahide Sonku’ya ödül verecekleri anlar.. Daha ne çok şey!
Paylaşıyordu. Sertifikalı üstelik yani gençliğimde, Emek Sineması önünde uzun uzadıya kuyruklar ve bir soru sorabilmemin pek mümkün olmadığı, müstesna zamanlar. O yüzden, ömrü uzun ve sağlıklı olsun, Atilla Dorsay ile film izlemek, hala izleyebilmek, hem gençlik hem gelecek, demektir. Dün ile bugünün karması. Bu cümlede, biraz Tarkan şarkısının sözleri gibi oldu ama olsun, o şelale saçlar ile geççek! Her şey iyi olacak! Çünkü mayamız sağlam.

Nerede kalmıştık, geçtiğimiz zamanlar ve geçeceklerimiz. Önsözü o kadar güzel yazmış ki işte tam da o zamanlara geçiş yaptım,  zaten dün ile bugünü, o karmayı çok güzel özetlemiş. Ve ben internet çekmekte olan metroda, telefonuma mesaj gelince, irkildim oysa ne de güzel dalıvermiştim. Emek Sinemama, Beyoğlu, Atlas, Fitaş, o uzun kuyruklara, Ferhan Şensoy’dan çıkıp, Çiçek Pasajında yürümeye, karda başka, sabaha karşı başka, gündüz başka, İstiklal Caddemde turlamaya…

Bir bakış yetti, seni anlatmaya gibi aşk hali, İstiklal’de. O yılları AKM’yi, DOB gişesi, TSM, konserleri, yürüyerek, Harbiye Tiyatro, TRT Radyo ve Pazar günleri araları, derin boşluklu sıralarda Lütfü Kırdar Spor Salonuna, Basketbol maçına, İstiklal’den yürümek!
Bunları yaşamayan, tatmayan bilemez ve anlatamazsınız!

O yüzden bize eşlik eder; bir eser, bir yapıt, bir can.

Sağ olun tekrar, Atilla Dorsay.

YILMAZ GÜNEY FİLMİ GÖSTERME İMKÂNI VAR MI?

Ne diyordu, Atilla Dorsay hem insanlığa hem MSÜ Sinema Tv Enstitüsünde Sinema Tarihi dersi verdiği yıllarda, bir öğrencisinin “Hocam, acaba bize bir Yılmaz Güney filmi gösterme imkânınız var mı? Biz, Yılmaz Güney filmi hiç görmedik. Belki birinin kaseti filan vardır “ üzerine, bu konuda düşünen ve üreten olarak, 1987 de: “Bu sözler karşısında, anlatılması zor bir duyguya, bir tür dehşete kapıldığımı anımsıyorum. Yılmaz Güney in hiçbir filmini görmemiş olmak Yılmaz ı hiç perdede setretmemiş olmak Elbette… Yıllar geçiyor ve yepyeni kuşaklar yetişiyordu. Biz farkına bile varmadan, filmleri görülemez olsa da herkesin onu bildiğini, gördüğünü, tanıdığını varsayarken Yılmaz ı hiç seyretmemiş, sadece adını duymuş gençler geliyordu. Yıllar yılı Nazım Hikmet’ e reva görülen, şimdi de Yılmaz’a görülüyordu.Kulaktan kulağa adı fısıldanan, bir efsane gibi söylenen, ama eserine ulaşılamayan bir sanatçı…Çağımızın ötesinde kaldığı sanılan bu tür bir olay, çağdaş olmak mantığıyla hiçbir biçimde bağdaştırılamayacak olan bu tür bir uygulama…Nazım’ dan sonra bu kez de yılmaz güney,dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin genç tarihine, ne yazık ki yazılıveriyordu. Kimdi, kimlerdi bunun suçlusu? Suçlu aramaya gerek yok. Bu kitabın ve bu önsözün işi de bu değil. Yalnızca şunu söylemek istiyorum: Yıllardır düşlediğim, bir Yılmaz Güney kitabının artık “acil” bir iş olduğuna, o öğrencimin sorusuyla karar verdim. Toplumsal olgular, bireysel suçların tersine, suçluyu bulmak zordur. Bu tür suçlara, herkes bir parça kıyısından, köşesinden bulaşabilir, yardımcı olabilir, onaylayan durumuna düşebilir veya yeterince karşı çıkmayabilir. Bizler, bizim kuşağın sinemaya gönül vermiş kişileri için de bir suç söz konusudur belki… Yılmaz’ ın unutulmasına, unutturulmasına karşı yeterince direnmemiş olma suçu. Oyun gözlerimizin önünde oynanmış, dram gözlerimizin önünde yaşanmıştır. Hepimize bu oyunu artık bozmak için elinden geleni yapmak görevi düşmektedir. Belki de geç kalınmış değildir. Yılmazı o denki sevdiği Türk halkına, Türk genç kuşağına yeniden tanıtmak için” Kasım 1987.

Atilla Dorsay İlkeleri

“İlkelerimden biri de şudur:

Bir insanı gerçekten dost bildiysen, hayatına soktuysan ve birçok şeyi onunla paylaştıysan… Artık o senin ebedi dostun, değişmez yol arkadaşındır.
Yılmaz Güney’le de öyle oldu. Onu sanatçı olarak çok takdir ettiğim gibi, insan olarak da bağrıma bastım. Ve o uzun, maceralı, belalı ve son derece dramatik yıllar içinde fırsat düştükçe elimi uzattım. Hapishanelere ziyaretine gittim, siyasi koşullar tam tersini buyursa da onun yandaşı ve yoldaşı oldum, öyle de kaldım. Onun için çeşitli yazıları, belgeleri, anıları bir araya topladığım Yılmaz Güney Kitabım, yıllar sonra yeniden basıyoruz.

Ama bu kitap bir ilk kitap olacak, 2000’lere dek gelen…

Sonrasını bir ikinci ciltte toplayacağız.

Yeter ki siz okurların bu müstesna kadere olan ilgileri tükenmesin.”

Fotoğraflarla, 384 sayfa.

1970’lerden, seksenlerin sonuna doğru süreci, yedi bölümde inceliyor. Yedinci bölümün sonunda “Sonsöz Niyetine” başlıklı bölümle, kitabı noktalamada faydalı olacağını düşündüğü üç yazı ile tamamlıyor, Atilla Dorsay ama dediğimiz gibi bu eskinin, yenisi.

2.cilt yolda. Ne mutlu! Önce ona, sonra onu, Yılmaz Güney’i ve Sinemayı Sevenlere.

EtilerFast kapsamında, Türkan Şoray ve Atilla Dorsay’a onur ödülü verilmişti. Yaşadıkları yerin, mahallesinin düzenlediği, yaz bahçesinde çiçekler açmıştı.
Sevgili yazar dostumuz, Korkut Akın’ın o anı ölümsüzleştirdiği yazısında, Atilla Dorsay için, “Hepimiz Gogol’ın paltosundan misali, Atilla Dorsay’dan” betimlemesi yapmıştı. Ne doğru bir yaklaşımdı.

Sinemaya, Cyrano de Bergerac filmine girmeden önce Atilla Bey, bana kitabını imzalarken, Korkut Ağabey’de karede, çünkü o da biraz önce almış, hediyesini.
Netice itibari ile biz bayramlık çocuklar gibi…

Bugünkü film gösteriminin, (Cyrano de Bergerac) yıllar önce ki versiyonunu düşünüyorum, bir yandan burnu büyük diye çirkin addederek, aşktan, açılmaktan kaçan, oyuncu olarak çok sevdiğim Fransız, Gerard Depardieu ki, onu Cannes da, tıpkı birçok diğer dünya sanatçıları gibi görmüş, Atilla Dorsay.

Elimde bir kitap, bizim Çirkin Kral!

Yolu Cannes’a kadar düşmüş!

Geçmişten bugüne, yine yeniden bir hatırlatma.

Kral, gerçekten çirkin mi?

Ah! Keşke, çirkinlik sadece fiziki bir özellik olsaydı.

İmralı Cezaevi, Isparta yolları…

Bir sanatçı için gerekli olanların duyumsaması, içselleştirme, yüzleşme ve çaba.

Yüreğine, sağlığına, kalemine sağlık!

Hocamız, Atilla Dorsay.

Heyecanla 2.cildi bekliyoruz.

Not: Bugün kahve ısmarladı Hocam, Beyoğlu Sinemasında(Kaçış, filmi öncesi), gençlikte geçiremediğimiz, tüm zamanların anısına olsun. Dedi ki çok güzel bir çekim, söyleşi yaptık, Pazar günü (27 Şubat 2022)16:20’de, KRT kanalında (Digitürk’de 62.kanal), Yılmaz Güney üzerine.. Ve bende diyorum ki. İzleyiniz, izlettiriniz.

 

 

telif

Yorum Yazın

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar