Türkiye neden İslam dünyasındaki tek demokrasi?
Türkiye'nin İslam dünyasındaki tek işleyen demokrasi olarak görülmesinin ardında birçok tarihsel, siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel faktör bulunmaktadır. Bu başarı, kolay bir yolculuk olmamış, ilerleme engellerle ve kesintilerle dolu olmuştur.
Hem tarihi, hem siyasi hem de karşılaştırmalı siyaset açısından çok katmanlı bir meseledir. Bu ifadenin altını doldurmak için hem Türkiye'nin demokratikleşme sürecine hem de İslam dünyasındaki diğer ülkelerle olan farklarına değinmek gerekir.
Sömürge geçmişi
Türkiye, Asya ve Afrika’daki diğer birçok İslam ülkesinden farklı olarak hiçbir zaman sömürgeleştirilmemiştir. Her zaman kendi topraklarının efendileri konumundadırlar.
Türk demokrasisi, galip devletler tarafından zorla benimsetilmiş ya da eski sömürgeciler tarafından miras bırakılmış değildir; Türklerin özgür seçimiyle hayata geçirilmiştir. Bu sayede kurumlar daha fazla benimsenmiş ve hayatta kalma şansları yükselmiştir.
Batı ile uzun süre yakın temas
Türkiye, tüm Müslüman ülkeler arasında Batı ile en uzun ve en yakın temas kuran ülkedir. Tabii ilişkinin başlangıcı Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna kadar gitmektedir.
Osmanlı’dan İslam’ın kılıcı ve kalkanı olan devlet Türkiye döneminde batılılaşma ve batılı bir siyasi yönelim izlemiştir.
Türkler parlamenter demokrasiyi yaklaşık 125 yıldır deneyimlemektedirler. Bu süreç diğer İslam ülkelerinden çok daha uzun bir süre ve derin bir deneyim temeli içermektedir.
Sekülerizmin anayasal güvence altında olması
1928 yılında ‘devletin dini İslam’dır’ maddesini çıkararak laikleşmeye başlayan Türkiye 1937’de laikliği anayasal ilke haline getirmiştir.
Atatürk; din ve devlet işlerini kesin olarak ayırmayı, Şeriat’ın yerine dini bir karaktere sahip olmayan medeni ve ceza yasalarının kabulüyle gerçekleştirmiştir.
Bu durum dinin siyasete doğrudan hükmetmesini engellemiş ve birçok İslam ülkesinde görülen teokratik otoriteye karşı bir denge unsuru olmuştur.
Demokrasi sürecinde askeriyenin rolü
Türk ordusunun siyasi yönetimlere müdahaleleri (1960,1971,1980,1997) dikkate değer bir durumdur. Fakat burada önemli olan kısım her darbenin ardından ordunun kışlalarına geri çekilmesi ve demokratik sürecin tekrar başlamasına izin vermesidir. Dolayısıyla bu usül, askeri darbe gerçekleştirenlerin kendi yönetimlerini sağlamlaştırmayı tercih ettiği diğer ülkelerden farklılık göstermektedir.
Sivil toplum ve sosyo-ekonomik gelişme
Bir toplumda demokratik kurumların kök salması ve gelişmesi için belli bir ekonomik ve toplumsal gelişme düzeyine ulaşılmış olması gereklidir.
Türkiye bölgedeki birçok ülkede olduğu gibi petrol kaynakları sayesinde yani şans ya da talih eseri değil, kendi çabalarıyla ekonomik gelişme ve yaşam standardında yükselme göstermiştir. Bu gelişme de; ekonomik etkinliğe yeni yaklaşımların, ekonomik gelişme için yeni politikaların ve bu politikaları uygulayabilecek yeni toplumsal unsurların ortaya çıkmasıyla ilişkilidir.
Osmanlı’nın son döneminde ve özellikle Atatürk zamanında ortaya çıkan mesleki, teknik, idari ve girişimci orta sınıf; sivil toplumun vazgeçilmez bir parçasını oluşturmuş, Batı tarzı demokratik kurumların ayakta kalmasını sağlamıştır. Türkiye’de 1960’lardan itibaren büyüyen bir basın, sendikal hareket ve akademik özgürlük geleneği vardır.
Peki diğer İslam ülkelerinin demokratik süreçlerindeki farklılıklar neler?
Krallıklar ve Monarşi: Suudi Arabistan, Birleşik Arap emirlikleri gibi ülkelerde kraliyet mutlak otorite sahibidir. Seçim ve halk temsili yoktur.
Dini veya askeri otorite: İran’da dini lider anayasanın üzerindedir. Mısır ve Pakistan’da ise ordu siyasetin üzerinde belirleyici bir aktördür. Bu ülkelerde bir seçim gerçekleşse dahi; halk egemenliği, hukukun üstünlüğü ve çoğulculuk kısıtlı durumda olacaktır.
Çıkan iç savaşlar ve devletlerin çökmesi: Irak, Suriye, Libya, Yemen gibi ülkelerde demokrasiye geçiş süreçleri iç savaşlar ve dış müdahalelerle kesintiye uğramıştır.
Yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, seçim güvenliği gibi demokratik kurumların çoğu İslam ülkelerinde ya gelişmemiştir ya da göstermelik şekilde vuku bulmuştur.
Endonezya ve Malezya gibi ülkeler demokratik adımlar atmış olsa da, temel hak ve özgürlüklerde eksiklikler ve kırılganlıklar devam etmektedir.
Türkiye’nin İslam coğrafyasındaki tek demokrasi ülkesi olmasının sebeplerini sıraladım. Peki, bu durum bugünler için de geçerli mi? Türkiye’ye hala bu coğrafya içerisindeki tek demokrasi ülkesi diyebilir miyiz?
-Türkiye’nin özellikle 2010’lu yıllardan sonra giderek otoriterleştiğine dair çok sayıda ulusal ve uluslararası çapta eleştiriler olmuştur.
-Freedom House vb. kuruluşlar Türkiye’yi son yıllarda ‘yarı özgür’ veya ‘melez rejim’ olarak sınıflandırmaktadır. İnsan Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye 165 ülke arasında 142. sırada yer alarak son 24 yılın en kötü puanına sahip olmuştur.
-Anayasal olarak kuvvetler ayrılığı ilkesi benimsenmiş olsa da, son anayasa değişiklikleriyle de birlikte bu ilkenin ‘şekli’ hale geldiği ve yürütmenin yasamaya üstünlüğünün arttığı belirtilmektedir.
-İfade ve toplanma özgürlüğü, basın özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü gibi alanlarda ciddi kısıtlamalar rapor edilmiştir.
Tüm bunlara rağmen; Türkiye’de seçimler yapılmakta, muhalefet partileri mevcut olmakta ve belirli ölçüde ifade özgürlüğü sürmektedir. Bu sebeple Türkiye, birçok İslam ülkesiyle kıyasladığımızda daha kurumsallaşmış bir seçimli demokrasi sistemine sahiptir.
Şunu diyebiliriz ki; Türkiye’nin İslam dünyasında ‘tek demokrasi’ olarak anılması, büyük ölçüde laik, modernleşmiş bir sistem inşa etmesi, çok partili hayat ve seçimli iktidar değişimlerinin kökleşmiş olması, görece bağımsız kurumlar ve sivil toplum yapısına sahip olması ve Avrupa ile entegrasyon sürecinden etkilenmiş olması sebebiyledir.
Fakat bu tanım son dönemde yaşananlardan kaynaklı olarak tartışmalı duruma gelmiştir. Türkiye’yi “tek demokrasi” değil, belki “en çok demokrasi deneyimi olan İslam ülkesi” olarak tanımlanmak şu an için daha doğru olacaktır. Çünkü demokratik norm ve kurumlarının aşınması nedeniyle tam bir demokrasi olarak kabul edilmesi sorgulanmaktadır.
Süreci topyekün değerlendirdiğimizde, tıpkı zorlu bir arazide koşulan bir maraton gibi düşünebiliriz. Türkiye'nin demokrasi serüveni de benzer şekilde, düşmeler, tökezlemeler ve yönünü şaşırmalarla dolu olsa da, her seferinde yeniden ayağa kalkmış, rotasını bulmuş ve demokrasi hedefine doğru kararlılıkla koşmaya devam etmiştir…