Sanat Ne İçin? Sanat Kimin İçin?
“Sanat, devlete mi hizmet eder, topluma mı, yoksa yalnızca kendine mi?”
Bu soru, çağlar boyunca estetiğin ötesinde politik bir mesele oldu. Ve bugün, özellikle Türkiye gibi kültürel alanın ekonomik ve ideolojik sınırlarla çevrelendiği bir ülkede, bu soruyu yeniden ve daha derin bir şekilde sormak gerekiyor.
Ali Artun’un derlediği Sanat ve Siyaset kitabı, sanatın kültürel iktidarla kurduğu ilişkinin izini sürerken, bir estetik üretimin asla nötr olmadığını hatırlatıyor. Sanat bir seçimdir, ve
her seçim bir yönelimdir. Her yönelim bir politikadır. Bu bağlamda, sanatın ne olduğu kadar, kimin için, kim tarafından ve hangi koşullarda üretildiği sorusu önem kazanıyor.
Sanatçının Bağımsızlığı: Bir Lüks mü, Zorunluluk mu?
Bugünün Türkiye’sinde sanatçıların büyük bir kısmı, galeri sisteminden ve kurumsal yapılardan giderek uzaklaşıyor. İlk bakışta bu, bir özgürlük alanı gibi görünebilir. Oysa bu bağımsızlık, çoğu zaman bir zorunluluk. Galeriler, ekonomik baskılar altında satılabilir ve “güvenli” işleri sergilemeyi tercih ederken, yeni, deneysel, politik ya da biçimsel olarak farklı olan işleri dışarda bırakıyor. Böylece sanat piyasası, aslında sanatı tekrar eden bir döngüye hapsediyor.
Bu yıl ArtContact İstanbul’da gördüğüm manzara da bu döngünün bir yansımasıydı. Gözlemlerime göre figüratif işler ağırlıktaydı, ancak bunlar da çoğu zaman başka sanatçıların izinden gitmekteydi. Gerçek anlamda özgün iş sayısı son derece azdı. Sanki herkes birbirinden türeyen bir estetikte, görünürlük kazanmanın derdindeydi. Sorulması gereken soru şu: Sanat ne zaman kendisi olmaktan vazgeçip, ‘piyasa için var olan bir ürün’e dönüşür?
Sanat Ne Zaman Politiktir?
Sanat, politik olmak için doğrudan bir mesaj vermek zorunda değildir. Bir form, bir üslup, bir suskunluk bile politik olabilir. Sanat ve Siyaset kitabında da vurgulandığı gibi, kültürel politika yalnızca devletin uygulamalarıyla sınırlı değildir. Galerilerin seçkileri, küratörlerin yönelimleri, fuarların davet listeleri—bunların hepsi görünmez politik tercihlerdir. Bu bağlamda, günümüzde Türkiye’de sanatçının özgünlükle kurduğu ilişki, aynı zamanda sistemle olan ilişkisinin bir aynası haline geliyor. Bağımsız olmak, yalnızca estetik bir tercih değil; ekonomik, ideolojik ve varoluşsal bir duruş.
Sanat Kimin İçin?
Felsefenin kadim tartışması: Sanat sanat için mi, toplum için mi, yoksa devlet için mi yapılır?
Sanatın yalnızca kendisi için yapıldığı bir ortamda, sanatçının varlığı özerk ve özgür olur. Ancak günümüz dünyasında bu tür özerklik neredeyse bir hayaldir. Sanatçılar hem
toplumun taleplerine, hem devletin sansür reflekslerine, hem de piyasadaki “beğeniye” göre biçim almaya zorlanıyor. Sanatın bu kadar çok merkezli bir taleple kuşatıldığı bir çağda, asıl soru belki de şudur:
Sanatı kimin için değil, neye rağmen yapmalıyız?
Sanatçının görevi beğeni üretmek değil; düşünce üretmektir. Sanat izleyiciyi avutmak, oyalamak için değil; onunla bir çatışma yaşamak, onu rahatsız etmek, onunla tartışmak için vardır. Ve gerçek sanat, tekrar eden değil, yeni bir soruyu soran sanattır. Tabi birde Şöyle bir durum var. Sanatı anlamak için önce sanat tarihini bilmek gerekir. Çünkü hiçbir eser, boşlukta var olmaz. Bir form, bir figür, bir renk seçimi bile yüzyıllar süren kültürel bir birikimin devamıdır ya da ona karşı bir tepkidir. Ancak Türkiye’de bu tarihsel arka plan bilgisi
toplumun büyük kısmında eksik. Böyle olunca da izleyici, eseri yalnızca “beğendim/beğenmedim” ikiliği üzerinden değerlendiriyor. Peki, bir eser bize bir şey hissettiriyorsa, bu onun iyi bir sanat eseri olduğu anlamına gelir mi?
Her duygulandıran, her etkileyen şey sanat mıdır?
Bu, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken felsefi bir tartışmadır. Çünkü sanat sadece duygu yaratmakla değil, aynı zamanda düşünceyi uyandırmakla, rahatsız etmekle, konfor alanını zorlamakla da ilgilidir. Hissin niteliği, kaynağı ve bağlamı çok önemlidir.
Fuarlar, Galeriler ve Gerçek Sanat
Fuarlar, sanatçının görünürlüğü için bir vitrin olabilir ama bu vitrin, bugün giderek bir vitrin ekonomisine dönüşüyor. Galeriler, yüksek stand ücretlerini karşılayabilmek için “satılabilir” işlere yöneliyor. Satmak için seçtikleri işler, genellikle dekoratif formlara kayan, fazla sorgulama içermeyen, kolay “anlaşılır” ama derinliksiz üretimler oluyor. Bu yönelim, sanatçıyı yalnızca ticari anlamda başarılı olabilecek işler üretmeye itiyor. Oysa sanat ticari başarıya değil, anlatımın gücüne ve özgünlüğüne göre var olmalı.Bugün Türkiye’de sanat, çoğu zaman “dekorasyon” olarak algılanıyor.
ArtContact gibi fuarlar, sanatçılarla toplum arasında bir köprü işlevi görebilir. Ancak bu köprü, eğer yalnızca estetik taklitler ve satılabilir işler üzerinden kuruluyorsa, o zaman bu fuarlar sadece birer “dekoratif kalabalık” üretir. Asıl mesele, sanatçının kendi sesini duyurabileceği ve özgünlüğünü koruyabileceği alanların açılmasıdır. Fuar boyunca çok sayıda iş gördüm. Özellikle figüratif eserlerin sayıca fazla olması ilk bakışta olumlu bir çeşitlilik gibi görünüyordu. Ancak dikkatle baktığınızda bu işler arasında üslupsal benzerlikler, tekrar eden temalar, hatta bazı durumlarda neredeyse birebir “başka sanatçının gözüyle yapılmış” diyebileceğiniz işler vardı.
Bazı sanatçılar kendi yolunu çizmiş gibi görünse de, yakından bakıldığında birbirine yakın kompozisyonların, renk düzenlerinin ve biçimsel kurgu tekrarlarının çoğaldığını görmek mümkündü. Kendi içinde özgün gibi görünen bazı işler bile, bağlamdan kopuktu. Teknik iyi olsa da anlatı zayıftı. Bir bütünlük eksikliği hissediliyordu. Bu durum, şu soruyu beraberinde getiriyor:
Bugünün sanatçısı gerçekten ne anlatmak istiyor? Ve neden anlatamıyor?
Bunun tek nedeni sanatçı değil. Galeri, fuar, piyasa, izleyici, eğitim sistemi—hepsi bu kopuklukta pay sahibi. Ve bu da ancak şu sorunun samimiyetle sorulmasıyla mümkün olur:
Sanatı neden yapıyoruz? Ve kimin için değil, neye karşı yapıyoruz?
“Bu metni bir eleştirmen kimliğiyle değil, yalnızca bir sanatçı gözünden, sanatın içinden biri olarak yazdım. Gözlemlerim, deneyimlerim ve kişisel yorumlarımdan ibaret. Her kelime, sanat üretimiyle iç içe geçen yıllarımın birikiminden süzüldü. Benimki bir hüküm değil, bir davet: Daha çok düşünmeye, daha derinden bakmaya ve daha sahici
üretmeye.”
Okuduğunuz için teşekkür ederim
Elif Erdem :)