Milliyetçiliğin çıkmazı
Alparslan Türkeş, CKMP genel başkanı seçildiği dönemden itibaren uzun yıllar boyunca milliyetçi hareketin tartışılmaz lideri konumundaydı. Verdiği emirlere karşı gelmek bir yana, söyledikleri istişareye bile kapalıydı. Gerçi parti dışında da milliyetçi ideolojiyi savunan ve Türkeş’e açıkça karşı olan Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan gibi isimler vardı ama parti içinde Türkeş’in hâkimiyeti kesin olmakla birlikte, milliyetçi fikirleri benimsemiş kişilerin ezici çoğunluğu da kendisinin arkasındaydı.
Türkeş’in genel başkanlık yaptığı yılların önemli bir kısmında partisi kontrgerilla faaliyetleriyle birlikte anıldı. Komünizm tehlikesine karşı mücadele ettiklerini düşünen gençler komando kamplarında eğitildiler, sokakları tuttular ve ABD’nin sistemli bir şekilde ön koşullarını hazırladığı 12 Eylül darbesine ortam hazırlayanların ister istemez bir parçası durumuna geldiler. Aynı gençlerin bir kısmı sonraki yıllarda yeraltı dünyasıyla birlikte anıldılar.
Bütün bu süreçte Türkeş’in partideki otoritesi devam etti. Türkeş’e parti içinde ilk başkaldırı ise yıllarca yanında bulunan beklenmedik bir isimden geldi. Muhsin Yazıcıoğlu, doksanların başında örgütün bir kısmını da yanında götürerek Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. Bu durum, MHP içinde böyle bir eleştiri mekanizmasının oluşmasını beklemeyen hemen herkesi şaşırttı ve partide kalanları öfkelendirdi. Seneler sonra Türkeş hayatını kaybettiğinde taziye için partiye giden Yazıcıoğlu’nun gördüğü tepki bu öfkeyi açıklamaya fazlasıyla yeterlidir.
Türkeş’in ölümünden sonra yapılan olaylı kurultayda bilindiği gibi genel başkanlığa Devlet Bahçeli seçildi. Kaybeden aday Tuğrul Türkeş ise kendi partisini kurmayı tercih etti. Sadece beş yıl önce tek parti çatısı altında liderlerine sadakatle bağlı olan yığınlar artık üç ayrı parti tarafından temsil ediliyor ve bunun şaşkınlığını yaşıyorlardı. Ancak üç ayrı milliyetçi parti olmasına rağmen güç halen MHP’deydi ve Türkeş’ten sonra yapılan ilk genel seçimlerde bu gerçek açıkça ortaya çıkmıştı.
Bahçeli liderliğindeki parti bu aşamadan sonra oylarını hep belli bir oranda tutmayı ve milliyetçilerin merkez partisi olma konumunu sürdürdü. Bu sebeple yaklaşık 20 yıl boyunca Bahçeli’nin genel başkanlığı da tıpkı selefi gibi tartışılmaz durumdaydı. Fakat Bahçeli 2015 seçimlerinin ardından Erdoğan ile yakınlaşınca durum değişti. Partide birden fazla isim genel başkanlığa aday oldular. Bahçeli zorlukla koltuğunu koruyabildi ve diğer adaylara da kendi partilerini kurmaktan başka çare kalmadı.
Meral Akşener’in liderliğinde kurulan İyi Parti, özellikle Bahçeli’nin izlediği politikayı beğenmeyen MHP’liler için büyük umut oldu. Öyle ki, son iki seçimde milliyetçi partilerin aldıkları oylar yüzde 20’yi aştı. Ancak özellikle son genel seçimde yapılan hatalar İyi Parti’ye duyulan sempatiyi ve desteği azalttı. Akşener köşesine çekildi. Parti içinden yeni partiler doğdu.
Bugün milliyetçiliğiyle öne çıkan partiler beşe bölünmüş durumdalar. Oylar eskiden olduğu gibi bir partide toplanmış değil. Milliyetçi oyları parça parça eden bu durumdan daha ilginci, bu partilerin aynı ideoloji üzerinden politika geliştirip siyasi alanda hep farklı konumlar almaları. Milliyetçiliğini ön plana çıkararak siyasette güç kazanmaya alışan liderler, özellikle bu durumu göz önüne alarak ideolojik olarak nerelerde hata yapıldığını analiz etmeli ve politikalarını bu çerçevede geliştirmelidirler. Çünkü ancak bu şekilde amacı farklı siyasetçilerin peşine takılmaktan kurtulmak mümkün olur.