İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5444 %0.06
49,6681 %0.03
5.770,25 % 0,30
91.962,65 %-1.177
Ara

Kıbrıs’ta tanınmadan birlikte yaşamak mümkün mü?

YAYINLAMA:
Kıbrıs’ta tanınmadan birlikte yaşamak mümkün mü?

Yarım yüzyılı aşkın süredir çözülemeyen Kıbrıs meselesinde belki de artık çözüm modelleri değil, güven inşası konuşulmalı. Federasyon hayalinin tükendiği, iki devletli çözümün tanınma duvarına çarptığı bu dönemde, yeni bir yol mümkün mü?

Yusuf Kanlı

Kıbrıs meselesi, neredeyse 60 yıldır dünya diplomasi literatürünün kronik sorunlar başlığı altında yer alıyor. Tarafların onlarca kez masaya oturmasına, Birleşmiş Milletler’in (BM) sayısız girişimine rağmen, çözüm her defasında ya “karşı tarafın uzlaşmazlığı” gerekçesiyle ya da uluslararası dengeler nedeniyle ertelendi, ertelendikçe daha da çözülemez hâle geldi.

Bugün geldiğimiz noktada artık sadece çözüm modelleri değil, bu modellerin halklar üzerindeki etkisi, güven üretme kapasiteleri ve gerçekçilik düzeyi de sorgulanıyor. Kıbrıs’ta diplomasi bir çark gibi dönüyor ama aynı yerde kalıyor.

Geçen hafta bir grup gazeteci ile birlikte Kıbrısta idim. Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve ana muhalefetteki Cuöhuriyetci Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman’ın yanı sıra, önceki görüşmeci ve dışişleri bakanlarından Halkın Partisi (HP) lideri Kudret Özersay, parti kurma hazırlıkları içerisindeki Serdar Denktaş, önceki görüşmeci Ergün Olgun, PRIO Kıbrıs direktörlerinden Mete Hatay ve sendikacılar ile kapsamlı görüşmeler, bir ufuk turu yaptık.

İki modelin tükenmişliği

Kıbrıs’ta çözüm iki temel kutup etrafında sıkışmış durumda: Federasyon ve iki devletli çözüm. Uniter devlet beklentileriyle federasyon modelini hâlâ güçlü biçimde savunan taraf Rum yönetimi. Ancak bu model, 1960 ortaklık devletinin 1963’te çökmesiyle fiilen kadük olmuş bir sistemin yeniden inşası gibi algılanıyor. Kıbrıslı Türkler için federasyon; ortaklık değil, entegrasyon tehdidi anlamına geliyor.

Diğer uçta yer alan iki devletli çözüm modeli ise, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Türkiye tarafından savunuluyor. Ancak bu öneri, uluslararası hukuk açısından ciddi engellere takılıyor. BM Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararları, KKTC’yi tanımıyor. Bu kararlar bağlayıcı nitelikte değil tavsiye niteliğinde olsalar da iki devletli çözüm, içeride güçlü bir irade olarak görünse de dış dünyada henüz bir muhatap bulmuş değil.

Kıbrıs Türk halkı: Tanınmayan ama direnen bir toplum

Kıbrıs Türk toplumu, yarım yüzyıldır diplomatik ambargo, ekonomik izolasyon ve uluslararası görmezden gelinmeyle mücadele ediyor. Buna rağmen kendi kurumlarını kurmuş, seçimlerini yapmış, üniversitelerini açmış, kültürel yaşamını sürdüren bir toplumdan bahsediyoruz.

Ancak tanınmama hali, sadece dış ilişkilerde değil, iç siyasette de ciddi bir özgüven kaybı yaratıyor. “Dünyada bir devletiz ama kimse bizi saymıyor” duygusu, özellikle genç kuşakta umutsuzluk ve göç eğilimi olarak yansıyor. Bu noktada sadece çözüm formüllerini değil, toplumsal direnç mekanizmalarını da tartışmak gerekiyor.

AB’den ilham alınabilir mi?

Halkın Partisi lideri Kudret Özersay’ın önerdiği “işbirliği modeli” tam da bu noktada öne çıkıyor. Avrupa’da 2. Dünya Savaşı sonrası, Fransa ile Almanya arasındaki kanlı geçmişin küllerinden barışın nasıl kurulduğunu hatırlayalım. 1951’de kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), bu iki ülkenin en kritik ekonomik kaynaklarını ortak bir yapıda yönetmesini sağladı. Savaş alanı olan kömür ve çelik, barışın ham maddesi hâline geldi.

Kıbrıs’ta da benzer bir ilke neden hayata geçirilmesin? Enerji, sağlık, çevre, kültürel miras, doğal afetlerle mücadele gibi alanlarda kurulacak ortak teknik komiteler, tarafların birbirini tanımasına gerek kalmadan iş birliği yapmasını sağlayabilir.

Bu modelde önemli olan, süreç odaklı düşünmek. Barış bir sonuç değil, bir inşa sürecidir. Ve bu süreç, her adımda toplumların birlikte yaşama becerilerini artırarak ilerler.

Gevşek federasyon?

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman’ın önerdiği “gevşek federasyon” modeli de bu düşünsel dönüşümün bir başka örneğidir. Erhürman, klasik federasyon anlayışının yerine, yetkilerin büyük ölçüde kurucu devletlerde olduğu, merkezi federal yapının sembolik ve sınırlı yetkilere sahip olduğu bir model öneriyor.

Bu yapı, hem BM’nin “tek egemenlik” ilkesine uygun, hem de Kıbrıslı Türklerin yönetime eşit ve etkin katılımını garanti eden bir çözüm olabilir. Ancak Erhürman’ın kırmızı çizgisi net: “Siyasi eşitlik müzakere konusu yapılamaz.” Dönüşümlü başkanlık, veto hakkı ve Kıbrıslı Türklerin karar alma süreçlerine katılımı önkoşul olarak sunulmalı.

Aşamalı çözüm modeli

Serdar Denktaş’ın önerdiği “aşamalı çözüm modeli”, Kıbrıs sorununa dıştan dayatılacak hazır bir anlaşma yerine, içeriden inşa edilecek, güven temelli ve kademeli bir süreç önerir. Denktaş bu yaklaşımı yalnızca bir siyasi strateji değil, aynı zamanda toplumsal meşruiyetin yeniden inşası için zorunlu bir adım olarak tanımlar.

Modelin ilk aşamasında öncelik, Kıbrıs Türk halkının devlete ve kurumlara olan inancını yeniden kazanmaktır. Çünkü Denktaş’a göre halkın siyasal katılımı düşmüş, kurumlara olan güven zedelenmiş, aidiyet duygusu zayıflamıştır. “Kendi insanımız devlete inanmıyor. Bu güven olmadan dünyaya kendimizi nasıl anlatacağız?” sözü, bu tespitin altını çizer.

İkinci aşama, Türkiye ile yürütülecek istişare sürecidir. Denktaş’a göre Kıbrıs meselesi, sadece Kıbrıslı Türklerin değil; Türkiye’nin güvenliği, diplomasisi ve enerji politikaları açısından da çok katmanlı bir meseledir. Bu nedenle çözüm planı Ankara’nın katkı ve eleştirileri dikkate alınarak şekillendirilmelidir. Ancak bu süreç Denktaş’ın ifadesiyle bir “bağımlılık ilişkisi” değil, karşılıklı saygıya dayalı “eşit ortaklık” anlayışıyla yürütülmelidir.

Modelin üçüncü ve son aşaması, uluslararası toplumla kurulacak ilişkidir. Böylece hem iç hem de dış meşruiyetin sağlandığı, temeli sağlam bir çözüm zemini inşa edilmiş olacaktır.

Bu yaklaşım Avrupa’daki birçok başarılı siyasal dönüşüm süreciyle benzerlik taşır. Örneğin Almanya’nın birleşmesi ya da Kosova’nın uluslararası tanınma süreci gibi örneklerde, önce içeride bir toplumsal mutabakat sağlanmış, ardından bu yapı uluslararası sahnede meşru bir aktör olarak kendine yer bulmuştur.

Denktaş’ın aşamalı çözüm modeli, “tanınmak için çözüm” anlayışının tersine, “güven inşa ederek çözüm üretme” anlayışına dayanır. Bu modelde Kıbrıs Türk halkı yalnızca bir izleyici değil, sürecin öznesidir. Uluslararası arenada güçlü ve tutarlı bir aktör olmanın yolu, öncelikle içeride güven, kurumlara inanç ve ortak bir gelecek tahayyülü geliştirmekten geçer.

Eşit statü olmadan masaya oturmak boşuna

Eski başmüzakereci Ergün Olgun’un yıllardır vurguladığı bir nokta var: Eşit statü. Bugüne kadar yapılan tüm müzakerelerde, Rum tarafı “devlet”, Türk tarafı “toplum” muamelesi gördü. Bu asimetri, müzakereleri daha baştan adaletsiz ve çözümsüz kılıyor.

Cenevre 2021 görüşmelerinde Türk tarafı ilk kez bu dengeyi bozacak bir öneriyle geldi: Ön müzakere süreci. Yani önce, taraflar birbirini eşit statüde muhatap olarak tanıyacak, sonra neyin müzakere edileceği kararlaştırılacak. Olgun’un ifadesiyle, “Masaya eğri oturursan, çıkan sonuç da eğri olur.”

Türkiye gölgesi: Koruyucu ortaklıktan müdahaleci vesayete

Kıbrıs Türk halkının en büyük dayanağı olan Türkiye ile ilişkiler, son yıllarda giderek daha fazla tartışılır hâle geldi. Yardım protokollerinin içeriği genişledi, sadece ekonomik değil, eğitim, kültür, medya ve dini alanlara kadar yayıldı.

Yeni yapılan Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi, ya da KKTC’deki “külliye”, bu tartışmanın sembolü hâline geldi. “Ankara’nın mimarisi, Ankara’nın maliyesi, Ankara’nın niyetiyle inşa edilen bir yapı” olması, egemenlik tartışmalarını yeniden alevlendirdi.

Tatar bu yapıyı “devletin kalıcılığının sembolü” olarak savunurken, muhalefet “Kıbrıs Türk halkının iradesinin dışlandığı” bir temsil krizi olarak okuyor. Soru basit ama derin: Bu bina kimin için yapıldı?

Türkiye ile kültürel, tarihsel ve dini bağları olan Kıbrıslı Türkler, AK Parti döneminde adaya yansıyan muhafazakâr yaşam tarzıyla ciddi bir kimlik çatışmasına sürüklendi. Eğitimde imam hatip modeli, kadın hareketlerine karşıtlık, sanat ve kültür alanlarında sansür eğilimleri, “asıl Kıbrıslılık” nedir sorusunu yeniden gündeme getirdi.

Özellikle provokatif şekilde yaratılan başörtüsü krizi ve eğitim politikaları, Kıbrıs Türk toplumunun laiklik algısının zedelendiği düşüncesine neden oldu. “Kıbrıs’ta laiklik, devletin değil ailenin insafına bırakılıyor” eleştirisi, yalnızca siyasi değil, sosyolojik bir tepkiyi yansıtıyor.

Demografi: Sessiz bir mühendislik

Nüfus meselesi, yalnızca sayılarla ilgili değil. PRIO araştırmacısı Mete Hatay’ın vurguladığı gibi vatandaşlık bağlamında “kök Kıbrıslı Türk” oranı %50’den fazla olsa da, vatandaş olmayan öğrenciler, geçici işciler, vatandaş olmadan adda yaşayanlar dikkate alındığında bu oran %27’ye düşüyor. Bu bağlamda KKTC adeta Akdeniz’de bir Körfez ülkesi gibi.

Bu durum, seçim sonuçlarını etkiliyor, toplumsal temsil dengesini değiştiriyor. Özellikle son yıllarda hızlanan vatandaşlık dağıtımı, seçim mühendisliği eleştirilerine yol açıyor. “İrademiz kayıtta değil” diyen Erhürman’ın bu sözleri yalnızca diplomasiye değil, sandığa da bir gönderme. Öte yandan sıklıkla bu yazar dahil birçok Kıbrıs sorunuyla ilgilenen şahsın Rumlara “Çözüm için acele edin, yoksa yarın Türkiye komşunuz olacak” esprisi, ciddi gerçeklik olabilir.

Çözüm bir sonuç değil, inşa süreci

Tüm bu tartışmalar gösteriyor ki Kıbrıs’ta çözüm artık bir varış noktası değil, bir yolculuk. Bu yolculukta önemli olan, hedefin ne olduğu değil, yürüyüşün nasıl yapıldığı.

Özersay’ın iş birliği modeli, Erhürman’ın gevşek federasyonu ve Olgun’un statü eşitliği yaklaşımı; klasik paradigmalardan uzak, adım adım barışa ulaşacak yollar öneriyor. Serdar Denktaş’ın da dediği gibi: “Çözüm halkın güvenini kazanarak içeriden inşa edilmeli.” Önce iç meşruiyet, sonra dış muhataplık…

Bu yaklaşımda teknik işbirlikleri yalnızca pratik fayda üretmekle kalmaz, aynı zamanda barış kültürünü de besler. Birlikte çalışan toplumlar, birlikte yaşamayı öğrenir.

Barış anlaşma değil, alışkanlık olmalı

Barış, bir masada imzalanan metin değil; yıllar içinde gelişen bir birlikte yaşama alışkanlığıdır. Sağlıkta, çevrede, kültürde, enerjide kurulan her ortaklık, barışa giden yolu taş taş örer.

Kıbrıs’ta çözüm, tarafların birbirini tanımasıyla değil, birlikte yaşamayı öğrenmesiyle mümkündür. Bu süreç, çatışma geçmişini unutturmaz ama geleceği yeniden kurar. Tanınmadan barış olmaz mı? Belki de asıl barış, tanınmadan önce başlar.

Oyunu değil, kuralları değiştirmenin zamanı

Kıbrıs’ta satranç tahtası yeniden kurulurken, artık yeni hamlelerden çok, yeni kurallara ihtiyaç var. Çünkü barış, hamle yapmaktan önce, aynı oyunu oynamayı kabul etmekle başlar.

O oyun, tanınmadan da kurulabilir. Yeter ki niyet olsun. Çünkü barış, adı konmamış bir devletin içinde bile yaşanabilir. Barış, önce birlikte çalışmakla, sonra birlikte yaşamakla mümkün olur. Diplomasi yoruldu, halklar artık kendi barışlarını kurmaya hazır olmalı.

 

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *