Yeni Tarih Öğretisi ve Cehalet Destekli Saldırganlık
Gittiğim Anadolu kasabalarında yeni açılan yerel müzelerdeki özel koleksiyonlar çok ilgimi çekiyor. Genellikle kasabanın çoğu kez kaymakamlık veya belediye tarafından tahsis edilen eski bir binasında veya eski bir konakta açılan bu küçük müzeler, insanı yormuyor; duygulandırıyor ve düşündürüyor. Ununu eleyip, eleğini duvara asmış olan bazı insanlar kişisel meraklarının ürünü olan birikimlerini, kendilerine ailelerinden miras kalan değerleri buralarda sergiliyor. Hepsinin her katta, her odada veya her rafta anlatılacak hikâyeleri var. Anlatımlar duvarlardaki kısa özet bilgilerden daha önemli. Çünkü bunlarla mesleği ne olursa olsun koleksiyon sahibinin zenginleştirdiği bilgi dağarcığı ile yöreyi bilmeyenlere, gelecek kuşaklara aktarmaya çabaladığını görüyorsunuz. İşte geçenlerde yine böyle bir müzeye rastlayınca hemen vakit ayırdık.
Paleolitik dönem kalıntıları, Roma, Antik Yunan, Bizans ve Osmanlı dönemi, işgal yılları ve Cumhuriyet dönemi giriş katındaki numaralanmış odalarda sergileniyor. Özenle toplanmış resimlerde komşulukları ve değişen komşuları, yenilen yemekleri, içilen ve üretilen içkileri biraz da hüzünle izliyorsunuz. Fransız ordusu karargâhı olarak kullanılan binanın duvarlarına sinmiş düşmanlıkları hissediyorsunuz. Bozulmayan dostluklar, yaşanan ayrılıklar, gidenlerin yerine gelenler ve bittiği yerde yeniden başlayan hayatlar müzenin kalın duvarlarında kayıt altına alınmış. Çok sayıda harita özenle çerçevelenmiş ve el değiştiren toprakların insanların kaderini belirleme gücünü anlatır gibi. Giriş katında bir odada bir de müze sahibinin deniz kabukları koleksiyonu var. Çocukluğundan beri topladığı kabukları tasnif edip, bir şekilde korumuş.
Tarihi Yeniden Tanımlamak ve Kin Kime Yarıyor?
Akşam saatlerinde ayağımızı sürümüş olmalıyız ki biz bilet alıp müzeye girerken, hemen arkamızdan çok makyajlı, takma kirpikli ama tesettürlü iki genç kız da müzeye girip te öğrenci olduklarını beyan edince müzenin sahibi onlarla ilgilenmeye başladı. Her resmin, eşyanın ve haritanın önünde yaptığı açıklamaları can kulağı ile dinlemelerinden etkilendiğimi itiraf etmeliyim. Yaşlarının çok genç olması nedeniyle bazı bilgilerinin olmaması normal. Açıklamaları okumamalarını ise daha çok müze sahibinin büyük bir heyecanla yaptığı anlatıma bağladım. Müze binasının Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransız karakolu olarak kullanıldığını gösteren fotoğrafın altında uzunca süre durduktan sonra “Fransızlar neden buradan ayrıldı?” diye sormaları da oldukça masumdu. Ama Adalar denizindeki tüm adaları ve özellikle 12 adayı gösteren haritanın önünde yine epey durduktan sonra, “bu adaların hepsini İsmet Paşa Yunanistan’a verdi.” demeleri, ya kulaktan dolma bilgiyi tercih eden bu iki genç kızın çevrelerinde neler duyduklarının veya nasıl bir alternatif tarih eğitiminden geçtiklerinin göstergesiydi. Müze müdürü hemen düzeltti ve gayet açık bir şekilde 1912 yılının bahar aylarında İstanköy adasının işgali edildiği, Rodos ve 12 Adanın tamamen İtalyanların eline geçtiğini söyledi. Ama heyhat o iki saf görünümlü kız daha iyisini bildiklerine emindi. Birden birisi hırsla kendilerine yanlış bilgi veren müze sahibine döndü ve “bu konu öyle sizin söylediğiniz gibi değil. Asıl gerçek İsmet Paşa’nın yaptığı. Şimdi bizim sizin kim olduğunuzu öğrenmemiz lazım” dedi.
Küçük ama Değerli bir Başka Müzenin Olgun, Yorgun ve Üzgün Sahibi
O akşamüzeri bir başka küçük, ama değerli müze gördük. Onun gayretkeş ve olgun sahibini tanıdık. Genç kızlar araya girmeden önce müze sahibi bize eşiyle beraber oluşması için büyük bir çaba harcadığı müze ile duyduğu gururu anlatıyordu. Kaymakamlık tarafından tahsis edilen binanın en üst katının tamir edilemediği için yıkıldığını, kuleli güzel binanın görünümünün değiştiğini, tabii daha kısıtlı bir alanda koleksiyonları sergilemek yanı sıra daha zor koşullarda güvenlik teminine çalıştıklarını anlatıyordu. Özellikle kendi çocukluk merakı olan ve çoğu bu yöreye ait deniz kabukları koleksiyonunu daha iyi sergileyememekten utandığını söylüyor, hatta müzeyi ziyaret eden bir Fransız deniz bilimcinin koleksiyonun takdim şeklini nasıl küçümsediğini hatırlayıp, bizimle üzüntüsünü paylaşıyordu. Ama cehaleti içine sindirip, alternatif tarihi kin kusma fırsatı olarak kullananlarla muhatap olmak onun için çok daha üzücüydü. Bizim için de kulak misafiri olmak öyle oldu. Oysa müzenin bodrum katında gelmiş geçmiş yerel esnafın adları din, dil, ırk ve milliyet farkı gözetilmeden yan yana sergilenmişti. Boş sigara kutuları, içki şişeleri, hurda görünümlü küçük alet edevatın hepsi acısı ve tatlısıyla ortak bir tarihin geride kalan anımsatıcılarıydı. Tam da değiştiremediğimiz bir geçmişle barışmanın yolu bu müze ve böyle müzelerden geçiyor derken, tarihi bir gerçeği saptırarak, Cumhuriyeti, Ata’yı ve onun silah arkadaşlarını suçlayarak yaratılmaya çalışılan bu düşmanlık neye yarıyor diye düşünmekten kendimiz alamadık.