Sıra yeni kurbanlarda mı?
Bir ülkenin medeniyet seviyesi her şeyden önce insanına verdiği değerle ölçülür. Vatandaşının yaşam hakkını ve güvenliğini koruyamayan devlet huzur ve güveni sağlayamaz. İnsanlar kendilerini yalnız ve çaresiz hissettikçe devletle olan bağları da kopmaya başlar. Devletin sadece bir avuç insan için çalıştığına ve toplumun genelini yok saydığına inanılır.
Türkiye bu güveni vatandaşına hiçbir zaman tam anlamıyla veremedi. İdam edilen gençler, iş kazalarında hayatını kaybeden emekçiler, ihmal yüzünden ölen insanlar, fikirleri nedeniyle hapse atılan aydınlar, toplumun ihtiyaçlarını karşılamak yerine işleri uzattıkça uzatan hantal bürokrasi bu ülkenin silinmez gerçekleridir.
23 yıldır iktidarda bulunan AKP bu gerçeklerle hiçbir zaman yüzleşmedi. 2004 yılında Sakarya’nın Pamukova ilçesinde yaşanan tren kazası bunun ilk örneğiydi. Altyapı yetersizken hızlı tren seferleri başlatılmış, uzmanların trenlerin raydan çıkabileceğine yönelik uyarıları dikkate alınmamıştı. Ortaya çıkan sonuç 41 kişinin hayatına mal oldu.
Bu tür örnekler sonraki yıllarda da yaşanmaya devam etti. Yine iş kazaları nedeniyle ölümler oluyor, ihmaller can alıyor, muhalifler hapse atılıyor, bürokrasi ağır yol alıyordu. Neyse ki idam bir önceki hükumet döneminde kaldırılmış, bunun tekrarlanmasına imkân kalmamıştı.
AKP dönemindeki en büyük farklılıklardan biri ise toplum tepkisinin eskisine oranla daha cılız kalmasıydı. Örneğin 17 bin kişinin ölümüyle sonuçlanan 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde medya ve toplum ayağa kalkmış, sorumlular yerden yere vurulmuş, devletin acizliği korkusuzca ekranlara ve gazetelere yansıtılmıştı. Depremden günler sonra hükumet ortaklarından Mesut Yılmaz’ın yaptığı ciddi özeleştiri bu tepkilerin sonucuydu.
İki yıl önce yaşanan ve 50 bin kişinin hayatını kaybettiği Kahramanmaraş depreminde ise yukarıda verilen örneklerin hemen hiçbiri görülmedi. Ana akım medyada ne doğru dürüst bir eleştiri yapılabildi ne de halkın tepkisi ekranlara yansıtılabildi. Medyanın ana işlevi cumhurbaşkanının açıkladığı sayıları canlı yayında vermekten ibaret kaldı. İki ay sonra yapılan seçimleri de yine Erdoğan kazandı.
Halkın belli oranda tepki gösterdiği durumlarda ise hükumetin karşı tepkisi daha sert oldu. Eskiden olduğu gibi özeleştiri yapmak yerine, güçlü olmanın verdiği cesaretle protestolar bastırıldı. Bunun en net örneği Soma’daki faciadan sonra görüldü. Atılan tokatlar ve tekmeler bugün toplumun hafızasında yer etmiş durumda.
İşte bu yüzden hataları, ihmalleri, sorumsuzlukları kabullenmemenin ağır sonuçlarını halen yaşıyoruz. Otel yangını oluyor kimseden ses çıkmıyor, askerler zehirleniyor belli bir tepki oluşmuyor, orman işçileri ve kurtarma ekibi üyeleri ölüyor taziye yayınlamaktan başka bir şey yapılmıyor.
İnsan canına değer verilen ülkelerde yukarıdaki olayların birinin yaşanması bile en aşağıdan en tepeye kadar bütün sorumluların istifa etmelerine yeterlidir. Ancak ne acıdır ki Türkiye’de son olarak orman yangınını söndürmeye çalışırken hayatını kaybedenler başta olmak üzere bütün bu yaşadıklarımız yine unutulacak ve ihmallerin yeni kurbanlarının sırası beklenmeye başlayacaktır.