Ümmetçilik rüyası
19. yüzyılın sonlarında Osmanlı’nın çöküşünü önlemek için ortaya atılan fikirlerden biri İslamcılık, bir başka deyişle ümmetçilikti. Müslüman toplulukların bir araya gelerek Batı’nın yükselişine karşı koyabileceği tezine dayanan bu fikrin, Arapların önemli bir bölümünün Birinci Dünya Savaşı’nda İngilizlerle işbirliği yaparak Osmanlı ordusuna karşı gelmeleriyle ne kadar anlamsız ve uygulanamaz olduğu görüldü.
Başarısız olmasına rağmen, cumhuriyetin kuruluşundan sonra bu düşünceler belli çevrelerde savunulmaya devam etti. Karşı devrimciliğin giderek yükselmesiyle de tekrar gündeme oturdu. Buna göre üst kimlik Müslümanlık olmalı, bu yolla diğer İslam ülkeleriyle birliktelik sağlanarak onlara öncülük edilmeliydi.
Erbakan’ın başbakanlığı döneminde kurulan D-8 bu yönde bir çabanın ürünüydü. Amaç İslam ülkelerinin ekonomik işbirliğini güçlendirmekti. Ancak adından da anlaşılacağı gibi sadece sekiz ülke bu oluşuma katılmış, ABD’ye yakın olan Suudi Arabistan gibi ülkeler bu işbirliğine itibar etmemişlerdi. Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngilizlerle yapılan işbirliği 80 yıl sonra bu defa ABD ile sürdürülüyor, İslam birliği göz ardı edilmeye devam ediyordu.
Erbakan’dan beş yıl sonra iktidara gelen öğrencileri, ilk yıllarındaki Batı yanlısı politikalarını bir süre sonra terk ederek hocaları gibi İslam birliğine yönelme yolunu seçtiler. Ahmet Davutoğlu önce yazdığı kitaplarla ardından bakan olarak üstlendiği sorumlulukla bu yönde adımlar atmaya başlayarak Türkiye’yi İslam ülkelerinin öncüsü ve hamisi durumuna getirmeye çalıştı.
Ancak sonuç, tıpkı yüzyıl önce olduğu gibi fiyaskoydu. İslam ülkelerinin Türkiye’den böyle bir beklentileri olmadığı gibi, bu amaçla ülkeye alınan sığınmacılar da özellikle sosyolojik açıdan sorunlar yaratmaya başladı. Müslüman Suriyelilerin ülkeye alınmasıyla iki topluluk arasında kardeşliğin büyüyeceğini düşünenler, gerek işsizlik gerekse kültürel sebeplerle birbirlerini öldürmeye varan kavgalarla yüzleşir oldular. Beklenen gerçekleşmemiş, aksine öfke daha da büyümüştü.
Tayyip Erdoğan’ın hafta içinde yaptığı açıklama, bu konuda iktidarın birçok meselede olduğu gibi yine ders almadığını kanıtladı. Müslümanlığın üst kimlik olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı, bu tanımlamanın içte ve dışta yarattığı sorunları umursamadığını gösterdi.
Her şeyden önce, bazıları yukarıda da verilen sayısız örnek bir yana bırakılsa bile, son iki yılda Gazze’de yaşananlar karşısında İslam ülkelerinin etkisiz kalmaları, İslam birliğinin imkânsızlığının en net göstergesidir. Bu kadar açık bir katliam karşısında bile ortak bir ses çıkaramayan bu ülkelerin, kalıcı ve etkisi büyük bir işbirliğine gitmeleri mümkün değildir.
Türkiye özelinde ise siyasal İslamcı iktidarın izlediği politikaların özellikle gençler arasındaki belli bir kesimin dinden uzaklaşmasına yol açtığı diyanetin bile zaman zaman üzerinde durduğu bir gerçektir. İslam’ın siyasallaştırılmasının inanca verdiği zarar bu kadar açıkken Müslümanlığı üst kimlik olarak görmeye devam etmek, toplumu dinden adım adım uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.