Ezberleri bozmak
27 yıllık tek parti iktidarının ardından demokrasiye geçiş oldukça sınırlı bir çerçevede gerçekleşti. 1945-60 arası dönemde, farklı ideolojilerin savunulması ve örgütlenmesi mümkün olmadı. CHP ile bu partinin içinden çıkan Demokrat Parti arasındaki siyasi mücadele ise cumhuriyet devrimlerinin halka mal olup olmadığı noktasında tıkanıp kaldı.
1961 anayasasının kabul edilmesiyle birlikte bu kabuk kırılarak özellikle sosyalizm ciddi oranda konuşulmaya, tartışılmaya başlandı. Sendika yöneticilerinin ve aydınların bir araya gelmeleriyle kurulan Türkiye İşçi Partisi, 1965 seçimlerinde Meclis’te temsil edilme hakkını elde etti.
Bu atılımla birlikte, 1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun kurulması, sendikal mücadelenin de yükselmesini sağladı. 15-16 Haziran 1970’te gerçekleştirilen büyük direniş, egemen çevrelere işçi sınıfının gücünü fazlasıyla gösterdi.
Türkiye’de sosyalizmin yükselişi kesinlikle geçici bir hevesin ürünü değildi. Kitlelerle kaynaşmayı belli ölçüde başarabilen sosyalist hareketler, örgütleriyle, sendikalarıyla, dernekleriyle 12 Eylül’e kadar ciddi bir mücadele yürüttüler. Yapılan yanlışlar, hatalar, iç çekişmeler bir yana, sosyalist fikirlerin temsilcileri toplumun içinde önemli güç odaklarından biri durumuna gelmiş, siyasi dengenin ciddi bir parçası konumuna yükselmişti.
12 Eylül’ün ardından durum tersine döndü. Sol tamamıyla ezildi, yok edilmek istendi ve 12 Mart’ın aksine bunda başarılı olundu. Sosyalizm ciddi bir alternatif olmaktan çıktı. Siyasi alanda hemen hemen hiçbir etkisi kalmadı. Bazı denemeler dışında, AKP iktidarına kadar sosyalizmin toplum nezdinde herhangi bir karşılığı olmadı.
AKP iktidarı, Özal’a bile rahmet okutacak denli bir emekçi karşıtı politika izleyerek 20 yılı aşan iktidarında zengin ile yoksul arasındaki uçurumu gün geçtikçe derinleştirdi. Bunun yanında demokrasi gün geçtikçe arka plana atıldı. Özgürlükler kısıtlandı; insan hakları yok sayılarak iktidar haricindeki bütün kesimler susturulmak istendi.
Özal iktidar olduğunda Türkiye’de darbenin etkileri bütün sıcaklığıyla sürüyordu. Yüz binlerce siyasi mahkûm ya tutuklu ya da sürgündü. Sol hareketler çözülmüş, yok edilmiş, bir daha ortaya çıkmamaları için uzun yıllara yayılan sistemli bir politika izlenmişti. O yıllarda solun etkisizliği bu nedenlerle anlayışla karşılanabilirdi.
Peki Erdoğan hükumeti uzun yıllardır Özal’ın emekçi karşıtlığından bin beter bir politika izlerken ve demokrasiyi yok ederken sosyalist hareketimizde neden ciddi bir kıpırdanma görülmüyor? Bunun sorgulanmasının vakti çoktan gelmiştir ancak sosyalistlerimizin bu yüzleşmeye hazır olup olmadıkları kuşkuludur.
Bu yüzleşme, her şeyden önce kalıplaşmış eski ezberlerin sorgulanmasıyla başlayabilir. Artık günümüzde demokrasiyi yok sayan bir sosyalist anlayışın toplumda karşılık bulması mümkün değildir. Özellikle AKP iktidarının ülkeyi getirdiği nokta bize bu gerçeği açıkça göstermiştir.
Türkiye’nin bütün sosyalist partileri, sendikaları, örgütleri, dernekleri ve bireyleri, demokratik hakların savunulmasını ön plana almadan ve geçmişte anti demokratik politikalarıyla sosyalizme zarar veren bütün uygulamalarla hesaplaşmadan Türkiye’de etkili olmayı ve toplumla bütünleşmeyi sağlayamazlar.
Mevcut düzende emek-sermaye çelişkisi tabii ki güncelliğini kaybetmeyecektir ancak ülkenin adım adım demokrasiden uzaklaştırıldığı bugünlerde emeği savunmanın yanında demokrasiye de sahip çıkmak toplumda sosyalizmin karşılık bulabilmesinin tek çaresidir.