İtirafçıların sözde itirafları
Kadir Serkan Selçuk
Yalçın Küçük, seksenli yılların sonunda itirafçılar üzerine kapsamlı bir kitap yazmıştı. İtirafçıların İtirafları isimli çalışmada, sorgularda yapılan itiraflardan uzun örnekler veriliyor ve itirafçıların neden böyle bir yolu seçtikleri analiz edilmeye çalışılıyordu.
Genel olarak Türkiye sosyalist hareketinden itirafçılara yer verilen kitapta, nispeten az da olsa MHP’li itirafçı örnekleri sunulmuş, yurtdışından ise ABD’deki “Komünist avı” döneminden ve Yunanistan’daki Albaylar cuntasına karşı çıkan komünistlerin sorgularda aldıkları tavırlardan bahsedilmişti.
Kitapta, verilen örneklerden daha fazla dikkat çeken kısımlar, itirafçıların buna neden gerek duyduklarına dair ortaya atılan tezlerdi. Bu tezlere göre sığ olan, o güne kadar savunduğu fikirleri tam manasıyla özümsememiş, konfora muhtaç kişilikler itirafa daha yatkındı. Yapılan itirafların ardından cezaevinden kurtulmak ilk istekleriydi. Bunun için çoğu zaman itiraflar uydurmalarla süsleniyor, yalanla gerçek birbirine karışıyordu. İtirafçıların adeta anlatmalara doyamayıp ifade üstüne ifade vermeleri sık görülen bir durumdu.
Mahkemenin bu itirafları genelde delilsiz bir şekilde kabul ederek kararlar vermesi ise özellikle darbe dönemlerinde olağan hale gelen bir uygulamaydı. Hatta belirli yerlerde mahkeme, itirafçıların işine gelen ifadelerini kabul ederken işine gelmeyenleri reddediyordu. Çünkü genelde kararlar çok önceden alınmış oluyor, yalanla bezeli itiraflar buna araç ediliyordu.
Bu tür örnekler Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından bir kez daha görüldü. Kısa süre içerisinde ifadesini değiştirenler, itirafçılığa soyunanlar, duyuma dayalı hikâyeler anlatanlar yandaş basında çarşaf çarşaf yer buldu. İtirafı seçenler hemen serbest bırakılıyor, direnenlerin ise ortada iddianame olmamasına rağmen tutuklukları devam ediyordu
Bu süreçte önceki dönemlerin itirafçılarıyla benzeşen nokta, somut delillere dayalı hiçbir itirafın ortaya çıkmamış olmasıydı. Örneğin Erdoğan’ın yıllar önce oğluyla yaptığı iddia edilen telefon konuşmasına benzer bir diyalog bulunamamış ve basına yansımamıştı. Darbenin ilk günlerinde toplam 560 milyon TL çalındığı iddia edilirken, fiyaskonun boyutu sözde çalınan paraları ispat etmek için çocukların kumbaralarına el konmasına kadar gelmişti.
Bu durum toplumun bu davanın gerçekliğine ve hukuka uygunluğuna olan inancını her geçen gün daha da azalttı.
İmamoğlu’nu tutuklayanlar, bunu neden yaptıklarını topluma açık ve somut delillere dayalı bir biçimde anlatamadıkları sürece gerçekleşecek davanın asıl sanığı durumundadırlar. Mahkeme sürecinin canlı olarak yayınlanmasını isteyenlere, bir de bütün ısrarlara rağmen buna yanaşmayanlara bakılarak, mahkemede aslında kimin yargılayan kimin yargılanan tarafta olacağı açıkça görülebilir.
Son olarak, itirafçılarla bir yere varılamayacağı gün geçtikçe daha açık bir biçimde belirginleşirken, iktidarın bu fiyaskoyu unutturmak adına daha büyük yanlışlar içerisine girebileceği ihtimali de göz ardı edilmemelidir.