İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5180 %0.03
49,5811 %-0.04
5.776,40 % 0,41
91.246,01 %-1.879
Ara

Ne Yazmalı?

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Ne Yazmalı?

Artık ne yazmalı veya ne yazmamalı inanın seçemiyorum. 2 Eylül, hukukçular için yeni bir eşik olabilir ancak 19 Mart’tan bugüne bütünüyle göz attığımda, bana herhangi bir “eşik” kalmamış gibi geliyor. Yasama işlevsizleşmiş, yargıysa yürütmeye çok açık bir şekilde eklenmişken iktidar için yeni bir Rubicon’dan bahsedebilmek bana anlamlı gelmiyor. Artık yaşanacaklar yaşanacak, ipler inceldikleri yerlerden kopacak ve fillerin tepişmesinin arasına sıkışmış bizler, yarınlarımıza yeni umutlar icat ederek direnmeye bir şekilde devam edeceğiz.

Genel merkezin tepkisinden anladığıma göre bu “eşiği” de çok hızlı şekilde normalleştireceğiz. Korkarım ki 15 Eylül’de çıkması beklenen muhtemel kararı da bir şekilde sindireceğiz. Yalan olmasın, siyasetin suyu hakikaten şarıl şarıl akıyor akmasına ama aktığı yer ve bulduğu yol bizleri daha karanlık bir Türkiye’ye doğru hızla savuruyor sanki.

Uyanmak Lazım

19 Mart’tan sonra siyasetin daha da gerilimli bir ahvale bürüneceğini, toplumsal kutuplaşmanın daha da artacağına ve ülkenin daha da buhranlı günlerle sınanacağını sanıyorum hepimiz tahmin ediyorduk. Ancak nedense muhalif kamuoyu ve muhalif siyasiler sürekli, “bunu yapamazlar”, “bunu yaptırmayız”, “bu kadarı da olmaz”, “buna cesaret edemezler”, “bunu sıkıyorsa yapsınlar”, “bugünlerin bir de yarını var” gibi sözlerle kendini rahatlatıyor ve nefes almaya çalışıyordu. Kamuoyunun dönen dünyaya karşı bu şekilde boyun eğmesini bir yere kadar anlamlandırabiliyorum ancak şu bizim siyasal haklarımızı emanet ettiğimiz kurumsal muhalefetin, geride kalınan beş aylık süreçteki performansını ister istemez tekrar düşünüyorum. Galiba etrafı sakinleştirmek için söylenen bu beylik lafların büyüsüne fazla kapılındı.

Ayrıcalıksız muhalifler olarak bizler de dilimize dimağımıza gelen bu sözleri bir kenara bırakalım. Evet adamlar bunu da yaptı, onu da yapıyorlar ve onları da yapacaklar. Bazı şeyleri muhabbet kuşu gibi tekrar eder oldum ama yine de söylemek icap ediyor; kurumsal muhalefetin, halk desteğinden başka hiçbir sigortası veya güvencesi kalmadı. Bu gidişle o sigorta da kendilerinden ümidi kesecek, umarım durumun bilincine bir an evvel varılır.

Genel Merkeze Neden Tepki Var?

Muhalif kamuoyunda popüler bazı figürlerin, 2 Eylül’de alınan kayyum kararına yönelik oluşan tepkinin neden daha çok CHP genel merkezine yöneldiğini anlamlandıramadığını görüyorum. Bu tepkinin ruhunu kısaca özetlemek gerekirse; iktidar sloganlar eşliğinde bugünlere hazırlanır ve kendi güdümündeki televizyonlarda yedi yirmi dört bu konuyu tartıştırırken muhalefetin önde gelenleri bu olasılık yokmuş gibi davranarak enerjilerini yine iktidarın tekelinde planlanan “Terörsüz Türkiye” sürecine neden destek verdiklerini izah etmekle harcıyor ve farkında olarak veya olmayarak iktidarın siyasi emellerini meşrulaştırarak kendi tabanından gelen tepkileri sert bir üslupla susturmaya çalışıyordu.

Şu son beş ayda yaşananları dilerseniz tekrar düşünelim. Partinin Cumhurbaşkanı adayı tutuklu, partinin önde gelen belediye başkanları tutuklu, çok sayıda belediye bürokratı tutuklu, partinin genel merkezi hakkında Demokles’in kılıcı gibi bekletilen bir mutlak butlan davası halihazırda işletiliyor. Bütün bu baskılara rağmen parti haftada iki miting düsturuyla oluşan toplumsal tepkiyi “sürdürebilir” kıldığı sanrısına yakalanıyor ve oluşan genç mobilizasyonunu tamamen yitiriyor. Ayrıca sanki önümüzdeki hafta seçim varmış gibi ağzımıza pelesenk ettiğimiz anketlerdeki oy oranı son iki-üç aydır da hafif düşüş eğilimine giriyor.

Zor durumda olanı eleştirmek tabii kolaydır lakin hala daha genel merkezin yaşananların bilincinde değilmiş gibi elit siyasetinde ısrar etmesinin ve tabanın baskısına rağmen Terörsüz Türkiye komisyonunu “devlet meselesi” olarak algılamasının makul hiçbir nedenini göremiyorum. Son seçimlerde muhalefetin adayına oy vermiş 25 milyonla kol kola vererek büyüteçlerimizi çıkarsak ve memleketi karış karış etsek, muhalefetin lehine TBMM’de kalmış herhangi bir siyasal zemin kırıntısına muhtemelen rastlayamayız.

Soruyorum o halde; Kemal Kılıçdaroğlu 15 Eylül’de kayyum olarak başımıza atandığında, örgüt kendi mevkisine dertlenerek ikili oynamaya başladığında, toplumsal tepki tamamen sindirildiğinde ve partinin içerisinden yeni bir parti çıkıp Erdoğan’ı zorla bir dönem daha seçtirdikten sonra mı bu bitmeyen çıngar hali sona erecek?

Önümüzdeki Döneme Dair Bazı Endişeler

23 Mart gününe geri dönüyorum. Ekrem İmamoğlu için dayanışma sandığına oyumu attıktan sonra yaptığım ilk iş, bugünlerin geleceğini tahmin ederek Cumhuriyet Halk Partisi’ne üye olmak ve seçilmiş genel merkeze karşı girilecek anti-demokratik müdahalelere karşı naçizane bir yurttaş olarak elimden geleni yapmaya kendimi hazırlamak olmuştu. Bugün gelinen noktada hem Kasım kurultayında seçilmiş genel merkezin baskılara karşı gösterdiği reaksiyondan hem de örgüt yönetimini kendi genel başkanlığının uhdesine alarak yürüttüğü kurultayda mağlup olmuş eski genel başkanın tavrından ötürü ciddi hayal kırıklığı yaşıyorum. Ve korkarım ki bu hayal kırıklığını sadece ben yaşamıyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin siyasal eliti bu rejime karşı açık bir şekilde muhalif olan ve bu kimliği sakınmadan ifade eden insanların ödediği bedellerin farkında değilmiş gibi hareket etmeye devam ederse korkarım ki 15 Eylül’den sonra beklediği halk desteğini bulamayacak.

Bu kısımda önemli bir endişemi daha paylaşmak istiyorum. Saraçhane olayları esnasında polisin kontrolsüz şiddetiyle sınanan öğrencileri koruyamayan ve koruyamadığı için “her türlü dayak yiyoruz” diyerek Saraçhane’yi terk ederek İstanbul’un çeşitli bölgelerinde kendi başına örgütlenerek kortejler düzenleyen gençleri muhalefetin önde gelenleri, yarın yaşanacaklar karşısında nasıl tekrardan mobilize etmeyi planlıyor? Dilerim ki bu konuda insanları tekrardan mobilize edecek söylem ve eylem hazırlığının planlanmıştır.

Kılıçdaroğlu ve Çevresine Bazı Sorular

Hadi bir de suyun diğer tarafına gidelim. Cumhuriyet Halk Partililerin kendisine tanıdığı kısıtlı süre (!) içerisinde herhangi kayda değer siyasi başarı gösteremeyen Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve ekibine çiçeği burnunda bir Cumhuriyet Halk Partisi üyesi olarak soracak bazı sorularım var.

Kendisi 13 yıllık mağlubiyetler döneminin ardından bugün nasıl bir siyaset zeminini görüyor ya da tasavvur ediyor da kayyum işine gönüllü olacak kadar hırslanabiliyor?

Kamuoyunda gündeme gelen “örgüt iki üç hafta konuşur sonra susar” mantığıyla kurgulanan muhteşem (!) planında seçmen tabanına seçilmemiş haliyle kendine nasıl ikna etmeyi düşünüyor?

Cumhuriyet Halk Partisi’ne uzun yıllar genel başkanlık yapmış bir şahıs olarak partinin başına “rejimin kayyumu” sıfatıyla gelme ihtimalinden hiç imtina etmiyor mu?

Kendi şahsiyetinin ve dar kadrolarının çıkarları dışında, bu ülkenin geleceğine dair hiçbir kaygısı veya endişesi bulunmuyor mu?

Ve son olarak ülkedeki muhalif yurttaşlarının can ve mal güvenliklerinin geleceğinden endişe ettiği bir ortamda kendisi seçmenlerinin hangi derdine nasıl derman olmayı planlıyor?

Bu soruların ardından ben de bir günah çıkartmak istiyorum. 2023 seçimleri sürecinde, pek çoğumuz gibi adaylığın resmileşmesinden önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun doğru isim olmadığını söylüyor olmama ve dönemin politik bağlamı içerisinde hâlâ herhangi başka bir opsiyonu göremiyor oluşuma rağmen, kendisini “ana muhalefetin adayı” sıfatı nedeniyle desteklediğim için kendi küçük çevremden özür diliyorum. Bu özrü de dünümle bir hesaplaşma amacıyla değil yarın alacağım pozisyonun bir mecburiyeti olarak diliyorum.

Yazıyı daha fazla uzatma niyetinde değilim. Doğrusu neredeyse her yazımda sayıkladığım cümleleri yenilemekten de artık hicap duymaya başladım. Gündelik politikanın bizleri buhranlara soktuğu bugünlerde muhalif yurttaşlar olarak, toplumsal gerçeklikten bihaber kalmış siyasileri baskı altına alabilmek ve gerçekliğe döndürmeye çalışmaktan başka bir çaremizin kaldığını da sanmıyorum.

Umarım genel merkez, 15 Eylül gününe kadar atacağı adımlarla muhalefete söz konusu felaket senaryosunu yaşatmaz. Ve umarım kendisine ve dar kadrolarına alan bulamadığı için iktidarın ajandasıyla hareket eden sözde “muhalifler” mucizevi şekilde temsil ettikleri tabanın düşüncelerini, hislerini anlamlandırarak hareket etmeye başlarlar.

Normale göre daha agresif bir üslupla yazdığım bu yazıyı politik nüfuz sahibi insanların kafasına göre hareket edemeyeceği ve toplumun taleplerini gırtlaklarında hissedecekleri; daha şeffaf, hesap verilebilir, demokratik ve adil bir Türkiye dileğiyle bitiriyorum.

Sonumuz aydınlık olsun.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *