İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5159 %0.04
49,5596 %-0.08
5.776,21 % 0,40
91.181,58 %-2.041
Ara

Bulanık Akan Su

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Bulanık Akan Su

Ağustos ayına nihayet girmiş bulunuyoruz. Yılın bu sıcak ancak mavi, keyifli ve biraz da romantik günlerinde kumsallardan, denizlerden, edebiyattan, tarihten, müzikten bahsetmek veya 22 Temmuz’da hayatını kaybeden Ozzy Osbourne’un neden beni ve benim gibi birçok insanı müziğiyle etkilediğini anlatmak isterdim.

Öte yandan 19 Mart süreci, terörsüz Türkiye meselesi, sahte diploma skandalları, TBMM’deki yeni komisyon tartışmaları, çaldırılan e-devlet verileri, güvenirliği sorgulanan sınavlar... Ne yalan olsun, mail hesabım veya telefon numaram aracılığıyla dolandırıcılar tarafından düzenli olarak devlet yetkilerinin isimleri kullanılarak gelen sahte tehditlere maruz kalan ayrıcalıksız bir vatandaş olarak mevcut gündem içerisinde zorlama bir şekilde yüzümü başka bir yöne çevirmeye çalışmak, kasıntı bir yazıya sebebiyet verecekti.

Bu kısa girişimden anlayacağınız üzere, bugünkü yazımda da çoğu zaman yaptığım gibi yine mevcut gündem hakkındaki düşüncelerimi aklım ve kalemim el verdiğince yazmaya çalışacağım.

Sahte Diplomalar ve Sürünen Öğrenciler

18 Mart’tan bugüne üniversite diploması, bir çeşit şaka objesi haline geldi. E-devlet üzerinden çalınan verilerimizin ve kimlik bilgilerimizin çoluğun çocuğun eğlence aracı haline geldiğini bir süredir biliyoruz. Ancak lise mezunu bile olmayan şahısların, üst düzey bürokratların  e-imzalarını çalarak gönüllerince kendilerine ve “müşterilerine" mezuniyet eklemesi, artık sınırlılıkları zorlayan bir aşama.

Ayrıca merak ediyorum, Türkiye’de birçok lisansüstü öğrencisi yaşadığı maddi zorlukları kadro umuduyla törpülerken; sahte diploması, yazdırılmış tezleri ve siyasi bağlantılarıyla kendisine akademiye atmış şahısların varlığını kim nasıl açıklayacak? Yanlış anlaşılmasın, kimsenin bu konuya yönelik herhangi bir açıklama yapmayacağını ve meselenin halı altına süpürüleceğini bilmesine biliyorum. Ama muhalefette dahil olmak üzere, hiçbir siyasi bu insanların hakkını doğru düzgün savunamayacak mı?

Sosyal medyada bazen karşıma çıkıyor, “kardeşim devlet hangi birine yetişsin, kadro yoksa gidin başka işte çalışın!” diyerek hayıflanan bazı şahıslar. Soruyorum öyleyse, biz miydik her yere fen-edebiyat fakültesi açan? Biz miydik tarih, sosyoloji, felsefe ve bilimum sosyal bilim disiplinine acil ihtiyaç varmış gibi yüzlerce kontenjan açan? Biz miydik devletin kaynaklarını seçim kazanacağız diye hoyratça harcadıktan sonra “kemer sıkma" adı altında üniversitelerin tepelerine binen?  İnsanların sırtına “tasarruf" naralarıyla bu kadar yüklendikten sonra acaba diyorum, biraz da siz mi bu tasarruftan nasibini alsanız?

Biraz da Özeleştiri

Pekala, kamu kurumlarının ciddi bir kısmında yozlaşma hakim. Hükümet, yükseköğrenime ayıracağı kaynağı çok kötü planlıyor ve mezun ettiği insanları çoğunlukla mağdur ediyor. Üniversitelerin öğrenci yetiştirme kaygısı ticari güdülere teslim oluyor, öğrenciler sayısız maddi zorlukla öğrenimlerini devam ettirmeye çalışıyor. Sorunu tespit ettiysek, bu gidişata nasıl bir çözüm üreteceğiz?

19 Mart’tan itibaren muhalefetin siyasal gündemi sadece gündelik çatışmalar üzerinden ilerler hale geldi. Bu kısımdan yapacağım eleştiriler yanlış anlaşılmasın; sayısız belediye bürokratının haksızca tutuklandığını, izahı verilemeyecek mağduriyetlerin yaşandığını ve iktidarın kontrolsüzce otoriterleşmesi nedeniyle kurumsal muhalefetin ciddi bir baskıyla karşı karşıya olduğunun elbette bilincindeyim. Ama insanların yaşadıkları mağduriyetleri sadece siyasi mitinglerle örgütlemek, meydanlardan iki üç heyecan verici sloganla kitleleri deşarj etmek ne kadar sürdürülebilir, emin değilim.

Partilerin yeni açılımlar ve dönüşümlerle sonraki seçimlerde izleyeceği stratejilerin zeminini oluşturmaya çalıştığı bugünlerde doğal olarak siyasetin suyu her zamankinden biraz daha bulanık akıyor. Bu bulanıklık hali, rekabetçi otoriter rejimin de getirdikleriyle iyice kirlenirken, yaşadığı mağduriyetlere bağışıklık geliştirme aşamasında olan toplumun talep ve şikayetleri son zamanlarda gözden kaçmaya başladı.

Bu noktada izninizle eleştirimi somutlaştıracağım, muhalefet partilerinin ve özellikle ana muhalefet partisinin, yıllardır kulislerde gizli gizli seslettiği “her yere yetişemeyiz ki!” mırıldanmasını yapabilecek lüksü maalesef yok. Kimse bir kişiden veya liderden her yere yetişmesini ve mucizeler yaratmasını beklemiyor. Ancak bu kadar fazla skandalın ve gündemin kamuoyunu huzursuz ettiği bugünlerde, muhalif partiler daha esnek ve atik davranmayı öğrenebilmeli. Eğer davranamıyorsa da yaklaşan seçimlerin hattına girilmeden örgütlerini, gerekirse radikal kararlar alarak, düzenlemeli ve toparlamalı. Muhalefet artık, birden çok gündemle aynı anda başa çıkabilmeli, iktidarın skandalları halı altına süpürmesine izin vermemeli ve ucu bucağı görünmeyen mağdurlar ordusunun hakkını daha güçlü savunabilmeli.

Mağdur Edilen Gençlik

Muhalefetin mağdurlar ordusunun hakkını daha güçlü savunabilmeli derken; Türkiye’nin iktisadi kalkınmasını sağlayabilecek çok önemli bir potansiyel var biliyorsunuz, genç nüfus. Görünüyor ki ülkenin geleceğiyle beraber heba edilmiş bu genç nüfusun da artık sonuna geliyoruz.

Nüfusun hızlı bir şekilde şehirleşmesinin ardından ülkemizin “genç" kimliğini kaybetmesi öngörülen bir senaryoydu. Bu senaryoya büyük şehirlerdeki yaşam pahalılığı ve genç işsizliğinin de eklemlenmesi, doğum hızımızın kaçınılmaz olarak daha da düşmesiyle sonuçlandı.

Ani şekilde düşen doğum hızıyla beraber benimde içerisinde bulunduğum bugünün gençleri, yanlış kaynak yönetimiyle heba edilmiş bugünlerinin dışında, söz konusu yaşlanmayla beraber yarının da sıkıntılarıyla muhatap bırakılmış durumda. Özellikle enerji kaynakları bakımından yoksul olan ülkemiz, kalkınabilmek ve “muasır medeniyet”e ulaşabilmek için üretmek zorunda.

Ben ve akranlarım bizi bekleyen bu karamsar geleceğe karşı akıntının sürüntüsüne kendimizi bırakarak çoğu zaman güdülerimizle hareket ederken; giderek kimlikler üzerinden inşa olan modern siyasette iki kavram üzerinden varlığımızı tanımlamak eğilimindeyiz; “Atatürkçülük” ve “Türk Milliyetçiliği”.

Kimi çevrelerin histeriyle günde üç öğün saldırdığı ve bugünkü sorunların temeli olarak gördüğü “kemalizm" kavramının keskin hatlara sahip bir ideolojik doktrinmiş gibi tanımlanmasının neden sakıncalı olacağını ele alarak yazıyı çorba etmeyeceğim, merak etmeyin. Ancak yükselen “Atatürkçülük" kimliğinin güveniyle hareket eden Cumhuriyet Halk Partililere yapmam gereken bazı uyarılar var.

Yükselen yeni “Atatürkçülük" kimliğiyle gençlerde görülen yeni “Türk milliyetçiliği" formu, öncüllerinden daha farklı güdülere sahip iki aidiyet kümesi. İnceleme fırsatı yakaladığım kamuoyu araştırma şirketlerinin elde ettiği verilere göre bu iki kimlik arasında ciddi bir geçirgenlik de söz konusu. Bu geçirgenlik, yeni nesilde kendisini “Türk Milliyetçisi" olarak tanımlayan kitledeki Atatürk’e duyulan hassasiyetin arttığını somutlaştırırken, kendisini “Atatürkçü" olarak gören kitlenin daha milliyetçi güdülere sahip olduğunu gösteriyor.

Bu noktada “Atatürkçülük” kimliği üzerine biraz daha düşünmek gerekiyor. Zira söz konusu kimlik, tarih yazımında sıklıkla kullanılan “kemalizm" kavramından farklı bir şeyi mi tarif etmektedir? Bu kimliği benimseyenlerin hayat görüşü ve yaşama pratikleri hakkında ne söylenebilir? Bu kimliğe aidiyet besleyenlerin keskin bir ideolojik konumu var mıdır?

Bana sorarsanız bu eğilim her şeyden önce AKP iktidarı öncesinde bazı akademik çevrelerde başlayan “post kemalist" dönem ve onun Erken Cumhuriyet’in ardılını ve devamını görmeden yaptığı, cumhuriyetin demokratik olmayan bir zeminde inşa edildiği anlatısının ne kadar başarısız olduğunu gösteriyor. Erken Cumhuriyet dönemindeki kurucu kadroların yeni rejimi keskin bir ideolojik doktrinle beslemek yerine gelecek nesillere çeşitli cumhuriyet idealleri miras bırakması ve bu dönemdeki siyasal elitin uluslararası konjonktürdeki değişimleri tahlil ederek iç politikadaki pozisyonunu sürekli güncellemesi; bugünün ve geçmişin Atatürkçülerinin düşünce pratiğinin ideolojik yelpazelerle çeşitlenmesine ve fikirlerinin bulundukları siyasi konjonktürden bağımsız okunamamasına neden oluyor.

Üzülerek ifade ediyorum ki bugünkü Türkiye’nin asıl mağdurlarından olan biz gençler, mevcut olumsuz gidişat içerisinde geçmişten aldığımız ilhamla sarıldığımız Atatürkçülük kimliğine iktidarın propagandasından etkilenerek bugüne özgü yeni değerler eklemledik. Bununla beraber, bu kimliğin tarihsel temsilcisi CHP’nin genç nesildeki “Atatürkçülük" pratiğini anlamlandıramaması ve “post-kemalist" anlatıdan etkilenerek bu kavrama yeni değerler yüklemeyi bırakması; söz konusu kimliğin iktidara karşı, geçmişe dair duyulan romantik özlemden etkilenen refleksif bir tavırdan fazlasını niteleyememesine neden oluyor.

Yine bu karmaşık gündemden etkilenerek, karmaşık bir içerikle ele aldığım bu yazıyı bu güzel ağustos günlerinde bunalmış hislerle yaşama tutunmaya çalışan akranlarıma ve kimliği, etnik kökeni, ana dili ne olursa olsun; bu cumhuriyetin umuduna tutunan bütün herkese ithaf ediyorum.

Su akacak ve elbette yolunu bulacak.

Ve suyun bulacağı yolun; özgürlüğe, eşitliğe, kardeşliğe ve demokrasiye çıkması dileğiyle.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *