İstanbul
Parçalı az bulutlu
25°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
40,7935 %0,51
47,8283 %0,56
4.406,29 % 0,50
120.044,60 %1.23
Ara

Su kaynıyor!

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Su kaynıyor!

Uluslararası sistemde yaşanan çatışmalar güncelliğini korumaya devam ederken, Türkiye’nin iç çatışmaları bir daha hiç sönümlenmeyecekmiş gibi tırmanmaya devam ediyor. Gündelik yaşamlarımız içerisinde akla izaha sığmayacak davalar, tutuklamalar, söylemlerle karşılaşıyor ve bunları oldukça bulantılı hislerle sindirerek devam etmeye çalışıyoruz. Anlayacağınız birileri için su ısınıyor, birileri için de su soğuyor ancak toplum kaynamaya devam ediyor ve bu kaynama halinin ne zaman soğumaya başlayacağını — en azından ben — öngöremiyorum.

Artık Tarih De Konuşamayacağız Galiba

22 Haziran tarihinde Fatih Altaylı’nın kendi Youtube kanalındaki programı esnasında gerçekleştirmiş olduğu söylev, bağlamından koparılarak çarpıtıldı ve bizzat Cumhurbaşkanı Başdanışmanı tarafından hedef gösterilmesinin ardından başlatılan soruşturma sonucunda tutuklandı.

Ben hukukçu değilim ancak tarih öğrencisiyim. Sanıyorum bu tutuklama kararından sonra kendi tarihimizi yeniden elden geçirmek durumunda kalacağız. Zira artık Şeyh Bedrettin’den, Celali İsyanlarından, Kara Davud Paşa’dan, Patrona Halil’den, Kabakçı Mustafa’dan, Birinci Meşrutiyet’ten, Jön Türkler’den ve 1908 İhtilali’nden bahsedemeyeceğiz. Ek olarak iktidardan gelen bir diğer yüce buyruğa göre Millî Mücadele, bizim bugüne kadar sandığımızın aksine, sokakta halkın işgallere karşı örgütlenmesiyle değil; sarayda anayasayı bypass ederek iktidarını işgalci kuvvetlerin boyunduruğunda sürdürmeye razı olan padişahın “gizli devlet aklıyla” başlatılmış. Galiba suyumuzun ısınmaması için, bu fikre göre yeni bir tarihi gerçeklik uydurmak gerekecek.

Ayrıca bana kalmadı ama bu konu hakkında son bir şey söylemek istiyorum. Değilim ama mevcut Cumhurbaşkanının taraftarı olsaydım, kendisine yapılan “sultan” yakıştırmasını hararetle eleştirirdim. Cumhuriyetle yönetildiği söylenen ve “laik bir hukuk” devleti olduğu iddiasına sahip bir organizmanın en üst düzey memuruna “sultan” diyerek hitap etmenin, siyasal iktidar tarafından “hakaret” olarak algılanması gerekirdi. Bu tabirin sahibi olan “devlet adamı” ne kadar farkında bilmiyorum ama mevcut “Cumhuriyet” rejimi içerisinde kullanılan bu sıfat, mevcut cumhurbaşkanının meşruluğunu bizzat tartışmaya açıyor. Ama tabi bugüne kadar Modern Türkiye Tarihi çalışanlar ne bilsin, suları ısınmadan bütün külliyatı ateşe atsınlar; zat-ı şahaneleri gelir onların yerine yazacak yeni bir şeyler bulur (!)

Yeni Bir Elit Grubu

2017 referandumunun ardından geçtiğimiz yeni siyasal sistem yeni bir elit sınıfı yarattı. Birçoğu bürokrasi kökenli, bugüne kadar siyasetle pek alakası olmamış, olduysa da göz önüne çıkamamış, genellikle 35-50 yaş aralığında bulunan bir grup yeni “elit”; devletin hayati pozisyonlarında yeni bir hegemonya kurmuş durumda. Bahsettiğim bu “elit”, iç içe geçmiş devlet-parti ikilemini delerek nüfuzunu liyakatinden ziyade mevcut cumhurbaşkanının meşruluğundan alıyor ve saraya bağımlı olarak hareket ediyor.

Daha önceki yazılarda da sözünü ettiğim bu elit grubunun varlığı mevcut cumhurbaşkanın iktidardaki görev süresiyle sınırlı. Seçilmiş değiller ve halkta hiçbir karşılıkları yok. Birçoğu da geçmişte vermiş oldukları tartışmalı kararlar veya gerçekleştirdikleri spekülatif açıklamalarla kamuoyu tarafından biliniyor ve tanınıyor.  

Buna benzer elit gruplaşmaları yakın tarihimizde ilk kez görülmüyor elbette, muhtemelen de sonuncusu da olmayacak. Hayatta kalma güdüsüyle herhangi bir ilkesel değere tutunmayan bu kümelenme, mevcut sistem içerisinde kısa vadede alabileceği maksimum kâra odaklanarak kararlarını alıyor ve işletiyor.  Bu sebeple partili siyasilere oranla daha agresif açıklamalarda bulunuyor ve herhangi bir devlet adamı şuuruna sahip olmadan, saraydan gelen talimatlarla hareket ediyor.

İç Cephe?

İran-İsrail çatışması içerisinde iktidar cephesinden yeni bir kavram ortaya atıldı, “iç cephe”. Türkiye gibi farklı kimliklerin ve ideolojilerin sürekli çatıştığı bir ülkede, olağanüstü bir uluslararası gelişme sonrasında yekpare bir iç cephe oluşturmak kesinlikle gerekli ve hatta zorunlu. Ancak bu argümanında iktidarın samimiyetsizliğini gösteren konu, iç cepheyi iktidarın kurmakla yükümlü olduğu gerçeğini umursamadan muhalefeti susturmaya çalışması.

Vatandaşların çok büyük bir kısmının geçim sıkıntısı yaşadığı ve adalete olan güvenini tamamen kaybettiği bir ortamda iktidar; halihazırdaki sorunlara odaklanmak ve dış politikada ilkeli politikalar üretmek yerine muhalefeti yeniden şekillendirmeye çalışırken herhangi bir iç cephenin oluşması mümkün değildir. Hatta kurumsal muhalefet, iktidarın taleplerine koşulsuz bir teslimiyet içerisinde rıza göstermesi durumunda da söz konusu “iç cephe” oluşamayacaktır.

Beştepe’nin çevresinde şekillenmiş söz konusu yeni siyasi elitin ülkedeki muhalifleri canavarlaştırarak yok etmeye çalıştığı bir ortamda, yine aynı siyasi elitin dengelenemeyen iktidar gücüyle toplumun hassas çizgilerine fütursuzca bastığı bir ortamda, toplumsal muhalefetin vatan hainliği suçlamalarıyla bölünerek düşmanlaştırıldığı bir ortamda, bütün kurumsal siyasetin toplumsal talebi göremediği ve okuyamadığı bir ortamda, bütün siyasal elitlerin kendi karlarını maksimize etmeyi amaçlayarak hareket ettiği bir ortamda bahsedilen “iç cephe” ne olursa olsun oluşmayacaktır.

Kurumsal Muhalefete Samimi Bir Eleştiri

Kamuoyu araştırma şirketlerinin verileriyle 31 Mart seçimlerinde gösterilen başarı harmanlanarak incelendiğinde; Kasım 2023 tarihli Cumhuriyet Halk Partisi kurultayının sonucunda ortaya çıkan yeni yönetimin göstermiş olduğu performansın partiye yeni bir heyecan ve hareketlenme getirdiğini inkâr edemeyiz. Bu başarının ve hareketlenmenin en önemli sebebi, 14 Mayıs seçimlerinde kurumsal muhalefetin bir araya gelerek yarattığı uzlaşıyı samimi bulmayan toplumsal muhalefetin, iktidar karşısında yeni bir hikayeyle daha farklı bir uzlaşı sağlayabilmesiydi.

Modern dünyada iyi kötü seçim tecrübesini içselleştirebilmiş sistemlerde toplumların yaşadığı sorunları keskin ve ilkeli bir üslupla ele alarak alternatif yol haritası çizebilen figürlerin genellikle iktidara geldiklerini gözlemliyoruz. İlgili siyasi figürlerin her zaman bilinçli bir şekilde toplumsal talepleri okuyabildiklerini düşünmesem de modern dünyada halkın beklentileri üzerinden kendisini tutarlı bir pozisyona yerleştirebilen politikacıların çoğu zaman siyasette önemli güç merkezleri oluşturduğunu düşünüyorum. Bu düşüncem de beni şu geleneksel deyişe getiriyor, siyaset boşluk kaldırmıyor.

Türkiye’deki kurumsal siyaseti oluşturan elitler, siyasi partilerimizin tarihsel süreçteki gelişimi ve mevcut otoriter rekabetçi sistemin etkisiyle, toplumu kendi pozisyonlarına uygun gömlekler giydirerek okumaya çalışıyor. Ayrıca söz konusu sistem içerisindeki elitler genellikle güç odağı oluşturabilmiş figürün etrafında çevrelenerek, kendine yakın şahsın siyasal çıkarı üzerinden bütün ilkelerini şekillendiriyor ve yeniden düzenliyor.

30 Haziran’da görülecek “mutlak butlan” davasını da bu perspektiften konuşmak istiyorum. Kasım 2023 kurultayı sonrasında genel merkezin dışarısında kalmış bir grup siyasal elit, destekledikleri figürün karlı çıkabilme ihtimali için, mevcut sistemin ağır şartlarına ve toplumsal muhalefetin yoğun baskısına rağmen, iktidarla ortak söylemlerde bulunarak bulunduğu cepheyi zayıflatabiliyor.

Kurumsal muhalefete yapacağım eleştiri tam olarak burada başlıyor. Bahsettiğim söz konusu yeni cephenin “yekpare” olabildiğini düşünmüyorum. Açıkçası iktidarın elinde bu kadar propaganda enstrümanı varken olabileceğini de pek inanmıyorum. Bu nedenle, kurumsal muhalefetin içeriden gelebilecek saldırılara karşı toplumsal muhalefetle bütünleşmesi ve ortak ilkeler oluşturması gerekiyor.

Mevcut siyasal sistemin içerisinde kolay şeyler istemediğimin farkındayım. Ancak unutmamak gerekiyor, kurumsal muhalefetin toplumsal muhalefetin taleplerini biraz olsun görerek pozisyonunu güncellemesinin ardından Cumhuriyet Halk Partisi, ittifak yapmadan girdiği 31 Mart seçimlerinde ciddi kazanımlar elde etti.

19 Mart’tan sonra girdiğimiz yeni gerçeklikle beraber toplumsal muhalefetin desteklediği ve önemsediği siyasilerin, gazetecilerin, bürokratların, kanaat önderlerinin düşman hukukuna maruz bırakılarak tutuklandığına şahitlik ettik. Her geçen gün iktidarın üzerindeki baskıyı artırdığı bu noktada kurumsal muhalefetin üzerine yeni sorumluluklar, yeni yükümlükler yüklendi. Peki sizce, bu baskıyı kurumsal muhalefet şu ana kadar bu süreci nasıl yönetti?

Cevabı bana soracak olursanız, büyük bir hayal kırıklığı. Kurumsal muhalefeti bir şahıstan veya elit grubundan ibaret görmemek gerekiyor. Bugünkü kurumsal muhalefeti, “muhalif” olduğu iddiasını taşıyan bütün siyasi partilerin yönetici elitleri ve muhalif partilerce yönetilen belediyelerin üst düzey bürokratlarıyla bütün olarak ele alırsak eğer; toplumsal muhalefetin vermiş olduğu güçlü desteğe rağmen iktidarın yargı baskısıyla başa çıkamıyor, kendi içerisinde bölünmeye meylediyor.

2023 seçimlerinde siyasal iktidar, kurumsal muhalefetin birlik oluşturmasına rağmen toplumsal muhalefeti bölerek sonuca ulaşmıştı. Bugün ise toplumsal muhalefetin oluşturmuş olduğu birliğe karşı kurumsal muhalefeti bölerek sindirmeye çalışıyor.

Bu eleştiriyi bir şahsa veya partiye yapmıyorum. 30 Haziran davasından sonra yaşanacaklara bir gönderme yapmak gibi bir niyetim de yok doğrusu. Ancak şunu söylemek zorunda hissediyorum, kurumsal muhalefeti oluşturan elitlerin, figür pazarlığı yapmayı artık bir kenara bırakıp, ülkeyi otoriter rekabetçi bir sistemden kapalı otoriteryanizme sürükleyen iktidara karşı ilkeli bir cephe oluşturması gerekiyor. Çünkü toplum bugün yaşadığı sıkıntıların sorumlusunu sadece iktidar olarak görmüyor, muhalefeti ve iktidarı beraber eleştiriyor. Yani toplumun suyu bütün kurumsal siyaset için kaynıyor.

Toplumun Suyu Kaynıyor!

Evet, toplumun suyu kaynıyor.

Emekliler 70 yaşında çalışmak zorunda kalmak istemiyor.

Ebeveynler çocuklarına umutsuz bir Türkiye bırakmak istemiyor.

İşçi insani onurunu korumak için sigortasız, sendikasız çalışmak istemiyor.

Gençler geleceklerini korku ve sefaletle inşa etmek istemiyor.

Seçmen artık siyasilerin günahlarını çıkartmak istemiyor.

İnsanımız çözüm arıyor. İnsanımız alternatif arıyor. İnsanımız ilkeli politikalar arıyor. İnsanımız siyasi bulantısına ilaç arıyor.

Eğer politikalar üretilemiyorsa, alternatifler bulunamıyorsa kurumsal muhalefete verebileceğim iki samimi tavsiye var:

Toplum ne talep ediyorsa ona göre pozisyonlanmak ve toplumsal muhalefeti en kısa sürede örgütlü hale getirebilmek.

Toplum değişim talebinde çok uzun zamandır samimi. Kurumsal muhalefetten de samimi bir çözüm bekliyor.

Açıkçası bu kadar baskıcı bir siyasal sistem içerisinde de ortaya konacak “değişim” iradesi de samimi ve ilkeli olmadan başarıya ulaşamaz.

Anlayacağınız kurumsal muhalefet, sabah aldığı ilk nefesten itibaren kendisini geçmişten emanet aldığı siyasal mirasın altında ezilmiş hisseden toplumsal muhalefetin bütün fertleriyle bir olabilmeli.

Aksi takdirde, her geçen gün maliyeti ağırlaşan bu karanlığın faturası hepimize ödetilmeye devam edecek.

Son olarak bu yazıyı John Lennon’ın çok sevdiğim ve gündemi takip ederken sıklıkla mırıldandığım bir şarkısından alacağım alıntıyla bitirmek istiyorum:

“I've had enough of reading things by neurotic, psychotic, pig-headed politicians / Dengesiz, psikozlu, dik kafalı siyasetçilerin saçmalıklarını okumaktan bıktım artık.

All I want is the truth. Just give me some truth / Tek istediğim gerçek. Bana sadece gerçeği söyle artık.

Ah, I'm sick to death of hearing things from uptight, short-sighted, narrow-minded hypocrites / Kasıntı, dar görüşlü, bağnaz iki yüzlüleri dinlemekten ölümüne bıktım artık.

All I want is the truth. Just give me some truth / Tek istediğim gerçek. Bana sadece gerçeği söyle artık.”

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *