İstanbul
Parçalı bulutlu
8°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
36,2388 %0.35
38,0197 %0.32
97.596,04 %0.93
3.360,84 -1,12
Ara

Hakikat yorgunu bir toplum: Beyin çürümesi, haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Hakikat yorgunu bir toplum: Beyin çürümesi, haksızlıklar, hukuksuzluklar, adaletsizlikler

Düşünün; elinizde bir telefon. Sonsuz bir içerik akışı. Haberler, videolar, komik kedi GIF’leri… Bir ekranın önünde saatlerce oturuyorsunuz, ama kalktığınızda aklınızda kalan tek şey bir boşluk. İşte “brain rot,” yani beyin çürümesi, tam da bu durumun ismi. Oxford Sözlüğü’nün bu yılın kelimesi seçtiği bu kavram, yalnızca dijital dünyaya sıkışıp kalan bireylerin değil, artık tüm bir toplumun hastalığı.

Dijital çağın iddiası büyük: Bizi bilgiyle donatacak, her bireyi daha bilinçli ve güçlü kılacak. Oysa ki gelinen noktada gerçeklik tam tersi. Beyinlerimizi uyuşturan, dikkatimizi yok eden bir içerik tsunami’siyle karşı karşıyayız. Kalitesiz içerik bombardımanı, bizleri yalnızca zihinsel olarak değil, ahlaki olarak da çökertiyor. Niteliği olmayan, kolay ve hızlı tüketilebilen içerikler arasında, eleştirel düşünceden azade, kaybolup gidiyoruz. Her yeni içerikle beynimizde kısa süreli bir dopamin patlaması yaşanıyor ve hemen ardından biraz daha, biraz daha istiyoruz. Bilişsel olarak geriliyoruz, dikkat süremiz kısalıyor.

Zihin bulanık, düşünceler sığ, tepkilerse... hiç.

***

Zihinsel çürüme yalnızca bireysel bir sorun değil. Toplumsal reflekslerimizi de köreltiyor. Beyinleri çürüyen bireyler, çevrelerinde yaşanan adaletsizliklere, insan hakları ihlallerine karşı da tepkisizleşiyor. Problem çözme becerileri yok oluyor.

Ekonomik çöküşün, asgari ücretle hayatta kalmaya çalışan milyonların, geçim sıkıntısını alın yazısına dönüştürenlerin ülkesinde…

Aşiyan’da yürürken denize düşüp hayatından olan gencecik kardeşlerin…

(Emirgan’da yaşanan bu olay, ne yazık ki bir ilk değil. Sarıyer’den Arnavutköy’e kadar uzanan o kıyı şeridinde, denizle kıyı arasında insan hayatını koruyacak bir bağlantı, en fazla 100’er metre aralıklarla konulması gereken merdivenler hâlâ yok.

Yıllardır sessiz sedasız yaşanan bu ölümlerin çoğu yerel gazetelere düşüyor, ulusal basında yer bile bulamıyor. Büyükdere’de, yıllar önce tekerlekli sandalyedeki bir vatandaşın denize düşerek can vermesi bardağı taşırmıştı. Sarıyer Gazetesi’nden Bekir Batu’nun da verdiği bilgilere göre konu, Sarıyer Belediye Meclisi'ne taşınmış, dönemin CHP’li Belediye Başkanı Şükrü Genç, sahil boyunca bazı noktalara denize düşenlerin çıkabilmesi için merdivenler koydurmuştu. Ancak sonrasında AK Partili İBB o merdivenleri kaldırdı. Bir insan hayatı meselesi, iki partinin çözümsüzlüğünde sıkışıp kaldı…

Kıyı koruma bantlarının olmaması, korkulukların eksikliği, basit birkaç önlemle engellenebilecek ölümleri her yıl yeniden yaşatıyor. Bu sahiller, hâlâ can alıyor. Göz göre göre gelen bu kayıplar, sorumluluğu bir kez daha görünmez kılmaya çalışanların omuzlarında ağır bir yük değil midir?)

Güvenlik gibi en temel vatandaşlık hakkını, yerel ve merkezi yönetimlerin sorumsuzluğu, işgüzarlığı yüzünden elde edemeyen insanların memleketinde… (Bir ülkenin nasıl yönetildiğini anlamak için o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakmak lazım… Bunun sağı solu AKP’si CHP’si olamaz; partiler üstü ve acı verici bir gerçekliktir bu.)

İfade özgürlüğünün yok sayıldığı, siyasal erke, iktidarın rüzgarına ters yönde “konuşan” insanların öyle ya da böyle susturulduğu… Gazetecilerin öldürüldüğü, birikimli, entellektüel insanların tutuklandığı, işinden olduğu…  Yolsuzluğun, yoksulluğun normalleştiği, ötekileştirmenin kanıksandığı…

Kadınların ve çocukların yaşatılamadığı, yaşam hakkı ihlallerinin gırla gittiği, nitelikli eğitim hakkının, ücretsiz sağlık hizmeti alma hakkının korunamadığı…

Sadece muhalefet belediyelerinin, tepeden talimatla “silkelendiği”… Aslında silkeleninin gene halk olduğu, halkın açlıkla terbiye edildiği; 12 bin 500 lira maaş alan emekli sefalet içinde hayatta kalmaya çalışırken 2024’ü “emekli yılı” ilan eden iktidarın hüküm sürdüğü bir memlekette…

Sonra, Filistin’de, Suriye’de… Gözü dönmüş iktidarların, kılıcı elinde tutabilmek uğruna yakıp yıktığı topraklar, hunharca katlettiği onbinlerce can, kaybolan gelecekler, dünyayı utanca boğan bir şiddet dalgası… Büyük ve zalim güçlerin büyük ve kanlı projelerini hayata geçirmek için yok edici bir şiddet ve kaos maşası olarak kullandığı kukla iktidarlar… Tüm bunlara karşı sessiz, derin bir kayıtsızlık.

Dijital çağın parlak ekranlarında kaybolan gerçeklik, küresel dünyanın insaniyeti nasıl unuttuğunun acı bir özetine dönüşüyor.

Çürüyen beyinler, tepkisizleşen zihinler… Hakiki insan reflekslerini yitiren bir insanlık. Tüm bunların normalleşmesi.

Bir birey, bir aile üyesi, bir yurttaş, bir dünya vatandaşı olarak her gün olumsuzluklara boğuluyoruz. Görüyor, hissediyor, hemen ardından açıyor komik bir video ve unutuyoruz. “Ne yapabilirim ki?” diyoruz. Acının içinde yaşıyoruz ama acının ne yasını tutuyor ne de izini sürüyoruz. Zihinlerimiz hep bulanık. Derin bir "brain rot" hâli; her şeye bakan ama hiçbir şeyi göremeyen gözler.

Hepimiz biliyoruz ve hissediyoruz ama öfkemizi organize edecek zihin berraklığı eksik. Bugün, insan hakları ihlallerinin en temel nedenlerinden biri de işte bu zihinsel tembellik. Haklarımız çiğneniyor ama unutur gibi yapıyoruz.

Zihnimiz hep meşgul ama bir o kadar da boş…

Beyin çürümesi, insan haklarının, özgürlüklerin, adaletsizliklerin, hukuksuzlukların sessiz düşmanıdır. Tepkisiz bireylerden oluşan bir toplum, adaletin peşinden koşamaz. Sessizlik; suistimalleri, ihlalleri ve şiddeti meşrulaştırır.

Bu haliyle dijitalleşme, bireyleri toplumlarından kopartırken, hakikat ile yalan arasındaki farkı da silikleştiriyor. Filistin’de ölen bir çocuğun trajedisi, bir sonraki "trend" ile aynı sıraya düşüyor…

Beynini çürüten bir toplumun şahit olduğu adaletsizlikler için, insan hakları ihlalleri için mücadele vermesi mümkün olabilir mi?

Adalet, berrak zihinlerin işidir.

Dijital dünyanın gölgesinde çürüyen beyinlerimiz, yalnızca kendi varoluşumuzu değil, insanlığımızı da tehdit ediyor.

Yine de umut etmekten vazgeçmeyelim. Her büyük tehdit, bir farkındalık anıyla son bulur. Bugün ekranı bir süreliğine kapatalım ve etrafımızda neler olup bittiğini gerçekten görelim.

İşte bu, çağın en cesur ve en insanî eylemi olur.

 

Sadık ÇELİK

[email protected]

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *