İstanbul
Açık
12°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
42,5290 %-0.02
49,6615 %-0.11
5.739,27 % -0,24
92.631,49 %-1.325
Ara

Ayasofya Neden Yeniden Restorasyonda? Tarih Boyunca Bitmeyen Bir Onarım Hikâyesi

YAYINLAMA:
Ayasofya Neden Yeniden Restorasyonda? Tarih Boyunca Bitmeyen Bir Onarım Hikâyesi

Son birkaç gün içinde gözüm yine Ayasofya‑i Kebir Camii‑i Şerifi’nin kubbesindeki iskelelere takıldı. Bu görünümler bana, “bir kez daha” değil, “kaçıncı kez” diye sorulması gereken bir soru getirdi: Bu yapı neden sürekli olarak restorasyon sürecinde?

Ayasofya, MS 537’de imparator Justinianus I tarafından kilise olarak tamamlandığında mimarisiyle dönemin ötesindeydi.  Ancak o günden bu yana savaşlar, yangınlar, depremler, zamanın yıpratması derken yapı sürekli müdahale gerektirdi. Örneğin 14. yüzyılın ortalarında bir kısmı çöktü.  Osmanlı devrinde de, özellikle Mimar Sinan tarafından yapılan güçlendirmeler sayesinde uzun süre ayakta kaldı.

Bugün yine restorasyondayız. Ama aklım biraz “geçmişte görülen hatalar tekrarlanır mı?” sorusunda duruyor. Çünkü mesela Selimiye Camii restorasyonunu biliyoruz — orada yapılan müdahaleler ağır eleştirilere konu olmuştu. Gerek malzeme seçimi, gerek örnekliğe sadakat konusunda. (Bu bağlamda Ayasofya’daki restorasyonun “aynı kötü senaryoyu” yaşatmamasını umut ediyorum.)

Güçlendirme, depreme hazırlık, dış kaplamaların yenilenmesi… Bugünkü işler teknik olarak daha gelişmiş olabilir. Ama aynı zamanda sorumluluğu daha büyük: çünkü Ayasofya sadece bir cami ya da müze değil, bir miras. Ve bu mirasın her taşında, her mozaik arasında geçmişin izi var.

Sonuç olarak,Ayasofya için “restorasyon” kelimesi sadece bakım işi değil — bir çeşit koruma, bir çeşit hatırlama işi. Bu kez yapılanların, hatırlananların, gelecek için yapılması gerekenlerin üstüne koyulmasını dilerim.

Ayasofya’daki meşhur semboller – “Bu taşlar boş değil”

Ben içeri girince önce başımı kaldırıyorum:

Kubbenin eteklerinde, pandantiflerde o altı kanatlı melek tasvirleri, yani serafimler var. Yüzyıllarca yüzleri sıvayla kapalı kalmış, 19. yüzyılda Fossati’ler sırasında görülmüş, sonra yakın dönemde yine açığa çıkarıldılar; kubbeyi taşıyan o dört köşede hâlâ duruyorlar.

Sonra üst galeriye çıkınca, güney galeride karşına çıkan meşhur Deisis mozaiği var: Ortada İsa, iki yanında Meryem ile Vaftizci Yahya; insanlık adına “araya girip” yakarışta bulunuyorlar. Bizans sanatı için neredeyse logo gibi bir sahne.

Zemin tarafında, tam ortalarda yere bakarsan Omphalion denilen o mermer daireler grubunu görürsün. Ortada büyük bir daire, etrafında renkli küçük daireler… Burası Bizans imparatorlarının taç giydiği yer; “dünyanın merkezi” kabul ediliyor. Yani imparator nereye basacağını, yanındakilerin nerede duracağını bile taşların rengiyle kodlamışlar.

Bir de bizim milletin çok bilmediği ama turistlerin bayıldığı bir detay var: Viking yazıları. Üst galerideki mermer korkuluklarda, Vareng muhafızlarından kalma en az iki runik yazı tespit edildi. Biri meşhur “Halfdan buradaydı” diye yorumlanan yazıt; muhtemelen bored bir Viking nöbetçisinin Ayasofya’ya kazıdığı imza.

Osmanlı katmanına geçince, devasa hat levhaları var tabii. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin yazdığı, “Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin” yazan o yuvarlak levhalar… Hani insan içeri girince önce onlara bakıyor; dünyanın en büyük hat levhalarından sayılıyorlar.

Yani Ayasofya’nın içi, resmen üst üste binmiş semboller müzesi: Bizans’ın imparatorluk sahnesi, Hristiyan ikonaları, Viking grafitisi, Osmanlı hattı… Hepsi aynı mekânda yan yana duruyor.

Tam da buradan, sembol meselesi geliyor akıllara

Papa neden İznik’e geliyor, nereye gidiyor?

Şimdi gelelim senin asıl soruna: “Papa Francis İznik’e niye geliyormuş, nereye geliyormuş?”

Hikâyenin çekirdeği şu: 325 yılında, yani neredeyse 1700 sene önce, bugünkü İznik’te Hristiyanlık tarihinin en kritik toplantılarından biri yapılıyor: Birinci İznik Konsili. Burada İsa’nın “hem Tanrı hem insan” oluşuna dair büyük teolojik kavga toparlanıyor, bugün hâlâ okunan Nikaia İman Bildirisi (Nicene Creed) şekilleniyor.

Vatikan tarafında uzun süredir, bu konsilin 1700. yıl dönümünü İznik’te anma fikri dolaşıyordu. Papa Francis daha hayattayken, “Bu yıldönümü için Türkiye’ye, İznik’e gitmek istiyorum” diye dile getirmişti.

Sonra ne oldu? Francis 2024’te vefat etti. Yerine seçilen Papa 14. Leo, “Selefimin planını ben hayata geçireceğim” diyerek 2025 programına Ankara–İstanbul–İznik hattını koydu.

Yani senin duyduğun “Papa Francis İznik’e geliyor” cümlesi, aslında Francis’in niyeti; fiilen ziyareti büyük ihtimalle yeni Papa gerçekleştirecek ama sembolik eli Francis’ten devralıyor diyebiliriz.

Peki İznik’te nereye gidecekler?

Hazırlıklara bakınca tablo şöyle:

Vatikan’dan gelen heyetler şimdiden İznik Gölü kıyısındaki su altı bazilikasını ve
İlçe merkezindeki Ayasofya Orhan Camii’ni ziyaret edip incelemeler yaptı.

Ayasofya Orhan Camii, Bizans döneminde de önemli bir kilise; 787’de toplanan Yedinci Konsil’le (ikonaların yeniden kabul edildiği konsil) ilişkilendiriliyor.

Göldeki bazilika ise erken Hristiyanlık dönemine ait; göl suları altında kalan bir kilise yapısı. Şimdi çevre düzenlemeleri, karşılama alanları falan yapılıyor; Bursa Büyükşehir’in açıklamalarında “Papa ziyareti öncesi hazırlık” diye açık açık geçiyor.

Yani Papa’nın İznik durağı, sadece “turistik gezi” değil;

Birinci İznik Konsili’nin 1700. yılı,
Yedinci Konsil’in toplandığı mekân,
Göl altındaki bazilika,

üzerinden Hristiyan dünyanın hafızasını tazeleyen bir sembol adımı.

Bir de işin diplomasi tarafı var tabii:

Katolik dünyası, Ortodokslar, Türkiye, Ekümenik Patrikhane… Hepsinin gözü İznik’te olacak. Zaten haberlerde de, bu ziyaretin Hristiyan mezhepleri arası diyalog ve Türkiye–Vatikan ilişkileri açısından önemine özellikle vurgu yapılıyor olabilir mi?

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *