42,7308 %0.05
50,1439 %-0.15
5.957,80 % 0,81
86.994,18 %0.881
Ara

Muzaffer Buyrukçu’nun kaleminden yetmişlerin aydınları

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:
Muzaffer Buyrukçu’nun kaleminden yetmişlerin aydınları

Muzaffer Buyrukçu'nun 17 ayrı gününü 17 uzun bölümde kaleme aldığı Dillerinde Dünya adlı kitabı, yetmişli yılların ilk yarısındaki edebiyat çevrelerinin bir bölümünü, kendisi de dâhil olmak üzere yazarın gözünden anlatıyor.

Kültür Bakanlığı tarafından 1998 yılında yayınlanan kitapta yer alan günlükler 1970-74 yılları arasını kapsıyor. Bu uzun süre içerisinde Buyrukçu'nun günlüklerinde yer alan şairler, yazarlar ve yayıncılar sayıca fazla olmasına rağmen birçoğu genelde kısa geçilmiş. Bununla birlikte, kitaptaki edebiyatçılar içinde henüz yirmili yaşlarında olan Selim İleri de var, yaşı bir hayli ilerlemiş olan Ercüment Behzat Lav da. Aydın Emeç, Hilmi Yavuz, Halil İbrahim Bahar, Günel Altıntaş ve Cemal Süreya ise isimleri en çok geçenler arasında.

Öncesi ve sonrasıyla 12 Mart döneminin yaşandığı zaman aralığında yazılan eserde politik gelişmelere hemen hemen hiç değinilmemiş. Aralarında şairlerin, roman ve öykü yazarlarının, edebiyat eleştirmenlerinin bulunduğu toplulukların bir araya geldiklerinde en fazla edebiyat üzerine sohbet etmeleri son derece olağan ve bu durum zaten kitaba yansımış.

Fakat aynı kişilerin, üstelik siyasi gelişmelerin yoğun ve sert yaşandığı bir dönemde politikadan hiç bahsetmemeleri de aynı derecede ilginç. Öyle ki Muzaffer Buyrukçu, Mehmed Kemal ile yaptığı bir konuşmada gazetelerde yer alan güncel siyasi gelişmeleri ve makaleleri hiç okumadığını açıkça söyleyebiliyor.

“Güncel politika olayları beni ilgilendirmiyor. Dünya politikasının nasıl yürütüldüğünü, planların, programların nasıl yapıldığını, nerede neyin uygulandığını, uygulanacağını izliyorum. Fıkraları, makaleleri okumayı vakit kaybı sayıyorum. İşim var benim.” (Dillerinde Dünya – Muzaffer Buyrukçu – Sayfa 202)

Vedat Türkali, yetmişli yılların sonunda geçen Mavi Karanlık adlı romanında, büyük şehirlerdeki kaos ortamından korkup Bodrum’a sığınan aydınları anlatır. Her gün onlarca ölümün yaşandığı ülkede, bu aydınlarımızın dertleri daha çok kişiseldir ve ülkede yaşanan gelişmeler ikinci planda kalmıştır. Romanın aksine, Buyrukçu’nun anıları genellikle İstanbul ve Ankara’da geçmesine rağmen, yaşanan siyasi olaylara kulaklarını kapatmak konusunda kendisinin ve çevresinin Türkali’nin romanındaki karakterlerden pek de farkı yoktur.

Buyrukçu’nun açıkça ve dürüstçe anlattığı tek şey gazete okumaması değil. Ailesiyle olan ilişkileri hakkında kaleme aldıkları da oldukça dikkat çekici. Okudukça, morali bozuk olduğunda öfkesini eşinden ve oğlundan çıkaran, yazdığı hikâyenin müsveddesi kaybolduğu için oğlunu döven ve bunları günlüğüne yansıtan bir yazar karşımıza çıkıyor.

“…Yeniden yazmak üzere hikâyeyi aradım. Ama bula bula makasla kare biçiminde kesilmiş bir parçasını buldum. Delirecektim. Oğlanın üstüne yürüdüm, bir temiz dövdüm. Meğer dayım yatağının yanına koyduğum kağıtları bitirmiş, benden başka kağıt istemeye cesaret edememiş, Erdem’i yakalamış: ‘Bana biraz kağıt kessene’ demiş, o da bizim hikayenin canına okumuş.” (Sayfa 118)

Kitapta en dikkat çeken bölümlerden biri de, yazarın Mehmed Kemal ile sinema üzerine yaptığı konuşma. Gençlik zamanlarında gittikleri filmleri ve izledikleri yıldızları birbirlerine uzun uzun anlatan ikili, bunlardan nasıl etkilendiklerini ve aktörlerinkine benzer hareketlere ve tarzlara kendilerini nasıl kaptırdıklarını, hatta kaçak şekilde Amerika’ya gitme planları kurduklarını itiraf ediyorlar.

“Her an düşünürdük Amerika’yı’ dedim. Hayaller kurardık. Yük gemilerinden birine kimseye görünmeden binecek, ambara gizlenecek, Hollywood’a gidecektik. Arka arkaya filmler çevirecek, ünlenecektik. İstanbul’da kalan arkadaşlarımız bizi perdede görünce küçük dillerini yutacaklar, arkadaşlığımızla övünecekler, biraz da kıskanacaklardı…” (Sayfa 206)

Günlüklerdeki önemli ve ilgi duyulacak bölümler tabii ki yalnızca Muzaffer Buyrukçu’nun başından geçenler ile sınırlı değil. Buyrukçu’nun kaleminden, arkadaşlarıyla ilgili de birçok bilgi edinmek mümkün. Örneğin edebiyatımıza damgasını vuran romanlardan biri olan Tutunamayanlar’ı yayınladığı dönemde, kitabına gelen yorumlar ile ilgili serzenişlerini Buyrukçu ile paylaşan Oğuz Atay, kısa da olsa kitabın içindeki en vurucu bölümlerden birinde yer alıyor. Tutunamayanlar’ı iki yıl içinde iki defa düzelterek ve çok çalışarak yazdığını vurgulayan Atay, eserinin mizahçılık örneği olarak nitelendirilmesine yönelik duyduğu öfkeyi konuşmasında açıkça yansıtıyor. (Sayfa 248)

Dillerinde Dünya’yı okudukça, birçok farklı isimle ilgili bu tür kısa anekdotlarla karşılaşmak mümkün. Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Yılmaz Güney, Oktay Akbal bu isimlerin sadece bir bölümünü oluşturuyor.

Buyrukçu’nun bu çalışması, kitabını yayınlatmaya, dergi çıkarmaya veya dergisini ayakta tutmaya çalışan, birbirleriyle eserlerine koyacakları isim konusunda anlaşmazlığa düşen, kitaplarının konularını yabancı yazarlardan çaldığı iddia edilen eski yazarların dedikodularının yapıldığı, edebiyatseverlerin sıkılmadan okuyacakları bir eser.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *