İmralı yolunda kazananlar kaybedenler
Ekim 2024’te başlayan ve iktidar bileşenleri tarafından “Terörsüz Türkiye” süreci olarak adlandırılan, uzunca bir süredir de ülke gündeminin ana maddesi olan süreç, bir yılı aşkın zamandır birçok gelişmeye sahne oldu.
İmralı’ya gidip gelen heyetler, partiler arası ziyaretler, sembolik silah bırakma töreni, bir komisyonun kurulması derken, ilk Abdullah Öcalan çıkışının bir benzeri bir çıkış yine Devlet Bahçeli tarafından geldi. “Gerekirse İmralı’ya ben giderim.”
Bir yılı akın süredir yaşadığımız bu süreç o kadar alıştıra alıştıra ilerliyor ki artık şaşırmadan takip eder olduk.
İyi parti dışında parlamentodaki muhalefet partileri farklı gerekçelerle sürecin dışında kalmak istemiyorlar. Kimi sıkı sıkıya, kimi ucundan tutunarak da olsa bu yolda yürüyorlar.
Peki yapılan tüm araştırmalarda toplum geneli tarafından kabul görmediği çok açık olan bu süreç neden ve nasıl yürütülebiliyor?
Çok uzun yıllardır ülkemizde siyaset, özellikle bugünün iktidar bileşenleri tarafından terör, terör örgütü kavramları ile ve rakiplerini bu kavramlarla ilişkilendirme üzerine kurgulandı. Özellikle de CHP karşıtlığı ana strateji oldu. Ne söylediği ve yaptıklarından bağımsız olarak CHP ile karşı konumlarda olmak yeterli idi. CHP her durumda karşı taraf olduğundan, oylar iktidar bileşenlerinde kalır, seçmen benim doğrumu yanlışımı çok fazla sorgulamaz, CHP’ye de gitmez varsayımı üzerinden politikalarını belirlemekte.
Bu varsayımın ne kadar doğru olduğunu elbette zaman gösterecektir.
Gelelim tekrar “Terörsüz Türkiye” sürecine.
Tüm bu olup bitenlerin ana amacının Cumhurbaşkanının bir ya da birden fazla kere daha seçilmesinin önünü açacak bir anayasa değişikliğinin zeminini hazırlamak olduğu büyük ölçüde netleşmiş durumda.
Son günlerde yoğunlaşmakla birlikte başından beri Abdullah Öcalan üzerinden oluşturulan gündemse bize artık açıkça göstermekteki kendisi önümüzdeki dönemde bir şekilde ve konumda siyasi bir aktör olarak karşımıza çıkacak. Bunun DEM’in de ısrar ve yönlendirmesi ile olduğunu, Devlet Bahçeli’nin de güçlü söylemlerinden çok açık görebiliyoruz.
Peki neden bu Abdullah Öcalan ısrarı? Neden kürt siyasal hareketini en azından oy oranı olarak zirveye taşıyan, uzun yıllar emek veren Selahattin Demirtaş ve bugün tutuklu olan yakın arkadaşları değil de Abdullah Öcalan?
Cevap olarak başlıca iki neden ön plana çıkıyor.
Biri bugünün iktidar bileşenlerinin muhalif bir kürt siyasal figür olarak Selahattin Demirtaş’ı daha geniş kitlelerden de oy alabilecek, daha ciddi bir siyasi rakip olarak görmeleri. Abdullah Öcalan’ın ise özellikle geçmişinden ötürü toplum gözünde hiçbir zaman güçlü bir siyasal desteğinin olamayacağını düşünüyor olmalarıdır.
DEM ise Selahattin Demirtaş figürünü siyasetten uzak tutup, kendilerine siyasi olarak da rakip olmayacak Abdullah Öcalan’ın güçlü sembolik etkisi ile süreci ve sonrasını en fazla kazanım ile yürütmek istemekte.
Sonuçta, iktidar bileşenleri çokta etkili olmayan bir siyasi figüre özgürlük ve siyasi alan açarak anayasayı değiştirmiş olacak. DEM’de yine siyaseten pasif ama sembolik olarak güçlü bir siyasi figür ile amaçlarına doğru biraz daha yaklaşmış olacaklar.
Peki bunca olup bitenden kimler kazançlı çıkacak. Ülke demokrasisi mi? Kürt vatandaşlarımız mı? Kürt olmayan vatandaşlarımız mı?
Oyunu oynayanlar dışında kazananı olmayan bir senaryo.