COP30 bitti şimdi sıra bizde
Bu yıl COP30 için, ev sahibi ülkenin “uygulama yılı”nı ilan etmiş olması, Amazon kıyısında yapılması, iklim eyleminin artık kelimelerden çıkıp sahaya ineceği yönündeki güçlü söylemler. Hepsi umut vericiydi. Ancak sonuçlar, beklentilerin gerisinde kaldı. Fosil yakıtların aşamalı olarak terk edilmesine ilişkin net bir taahhüt YİNE yok. Adaptasyon finansmanı artırılıyor, evet Ama hangi yıl başlayacağı, kimlerin katkı sağlayacağı, bağlayıcı olup olmadığı hâlâ muallakta.
Bilim, “1,5°C sınırını aşmamak için fosil yakıtlardan sistematik çıkış” derken; diplomasi HER TOPLANTIDA OLDUĞU GİBİ “bu konuyu bir sonraki zirveye bırakalım” diyor. Uluslararası iklim diplomasisi büyük cümleler kuruyor ama küçük adımlar atıyor. Bu zirvede de öyle oldu.
Ancak Türkiye için önemli bir diplomatik kazanım var:
Gelecek yıl COP31’in ev sahipliği Türkiye’ye verildi. Bu karar sadece bir organizasyon meselesi değil; Türkiye’nin iklim diplomasisinde yeni bir konumlanışı.
Bu noktada, 2 ay önce yine bu köşede yazdığım şu değerlendirmeyi hatırlatmak istiyorum:
“Ülkemizde yoğun bir çalışma söz konusu. COP31 için seçilen il bile belli; Antalya. Son BM toplantısı bu çalışmaların anlatılması için de harika bir platform oldu bizim için. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, The Guardian’a bu konuda verdiği röportajda, Türkiye’nin 2026’da ev sahipliği yapma konusunda çok güçlü bir vizyona sahip olduğunu söyledi. “Amacımız, iklim eylemini güçlendiren ve kimseyi geride bırakmayan bir köprü oluşturmak. Sadece bölgesel değil, küresel bir başkanlığı hedefliyoruz. COP31’in başkanlığını ülkemizde ağırlamanın dünya için de bir fırsat olacağına inanıyoruz.” diyen Kurum, Türkiye’nin Avustralya ile ortak ev sahipliğine de yeşil ışık yaktı.”
“Kurum’un bu röportajından yaklaşık 10 gün önce First Lady Emine Erdoğan, New York’ta düzenlenen çevre temalı bir etkinlikte Avustralya İklim ve Enerji Bakanı Chris Bowen ile bir araya geldi. Sayın Erdoğan’ın Sıfır Atık Projesinin, BM nezdinde kabul görmesini referans alarak bu ikili arasında gerçekleşen konuşmaların COP31 hakkında olduğunu öngörmek sürpriz olmayacaktır. Emine Erdoğan’ın varlığı, Türkiye’nin adaylığını yalnızca teknik bir teklif olmaktan çıkarıp “insani diplomasi” boyutuna taşıyor. Onun küresel çevre platformlarındaki görünürlüğü, Türkiye’nin iklim politikalarına sosyal bir yüz kazandırıyor. Bu buluşmada Bowen’ın “ortak ev sahipliği” önerisi sunmuş olması kulislerde konuşulanlar arasında. Bowen, Erdoğan’ın yumuşak diplomasi niteliğini öne çıkararak Türkiye’deki karar vericilere etkide bulunmayı amaçlamış olabilir.”
Bu analizim, bugün gelinen noktada COP31’in adresinin Türkiye olması ve organizasyonun ülkemiz ve Avustralya arasında işbirliği içinde gerçekleşeceği bilgisi ile daha da anlam kazanıyor.
Peki şimdi ne olacak?
Türkiye, COP31’e ev sahipliği yaparken yalnızca bir organizasyon yüklenmiyor; aynı zamanda COP tarihinde ilk kez iki kıtanın ortak ev sahipliği modelini üstleniyor. Türkiye–Avustralya ortaklığı, küresel iklim diplomasisinde yeni bir eşik. Özellikle Chris Bowen’ın “iklim diplomasisini insan yüzüyle yürütmek gerekir” sözünü hatırlayın. Türkiye bu modeli, Emine Erdoğan’ın yumuşak gücü ve Murat Kurum’un kurumsal yaklaşımıyla birlikte sahaya indiriyor.
Bu da şu anlama geliyor:
COP31, sadece fosil yakıt tartışmalarının yapıldığı bir iklim masası olmayacak. Aynı zamanda toplum, adalet, insan, şehir, tarım, gençlik, eğitim ve sosyal etki boyutu ile yeni bir iklim dili kurulacak.
Evet, COP30 beklentileri tam karşılamadı. Ama COP31’in ev sahibi Türkiye. Diplomaside bazen asıl sonuçlar toplantı odasının içinde değil, fuaye koridorlarında, kulis masalarında gerçekleşir. Bu yıl o kulislerden biri New York’taydı. Gelinen sonuç gösteriyor ki o görüşmede Emine Erdoğan’ın etkisi artık bir ihtimal değil, bir gerçek.
Ve içimden şöyle demek geliyor, “ey COP ahalisi seneye Türkiye’de görüşmek üzere.”