Sağ taraftan bakacak olursak
Neredeyse bütün günümüz siyasetin gölgesinde geçiyor. Perdenin arkasında, önünde dönen dolaplar, parti içi, dışı çekişmeler, zaten hiç eksik olmayan partiler arası gerginlikler sürüp gidiyor. Diğer tarafta iktidarla muhalefet arasında sağdan sola, soldan sağa bir rol, bir konum arayışınadaki siyasetçiler ve vatandaşlar.
Dilimizden düşürmediğimiz şu sağ sol kavramlarını biraz açalım.
Sağ sol tanımlaması; 1789 Fransız ihtilali zamanında benzer görüşü paylaşanların parlementoda oturdukları konuma göre sağcı ya da solcu olarak adlandırılmaları sonucunda doğmuş ve bugüne kadar gelmiştir.
Ülkeler bu kavramları geçmişlerine, sosyolojik yapılarına, eğitim ve kültürel birikimlerine göre farklı algılamış, yorumlamış ve kullanmıştır.
Doğal olarak biz de kendimize has bir iklimde yaşayageldik bu kavramları.
Maalesef oldukça geç sayılabilecek bir donemde ve 60'lı ve 70'li yılların gerek ülkemiz gerekse de dünya için zor günlerinde, çok partili yaşamla tanışmamızla hayatımıza girdi bu kavramlar. Zaten sanayi devrimini yakalayamamış, bilinçli ve örgütlü bir işçi sınıfı oluşturamamış bir devletin mirasını devralan genç Cumhuriyetimizde dönemin koşullarının da dayatmasıyla illegal kavramlar olarak kullanıldı sağ ve sol kavramları.
Ülkemizde sağın ve solun bu tanımlamaları algılayış ve yaşayış süreçleri biraz da doğamız gereği çok farklı gelişti
Soldan bakacak olursak.
60'lı yillardan başlayarak örgütlü işçi hareketi, sınıf bilinci, eşitlik, bağımsızlık gibi evrensel kavramları önceleyen ve mücadelesini verenler gerek siyasi düzlemde, gerekse halk arasında kendilerini "solcu" olarak tanımladılar. Solculuğun anlam ve önemi üzerine kafa yordular. Uluslararası sol literatüre entegre olup, sol teorisyenlere, liderlere ve benzer mücadele içerisindeki halklara da yakın durdular. Belki de her şeyden önemlisi bu idealist anlayışı bireysel veya grup çıkarları için kullanılabilecek uygun bir alan olarak görmediler. Bilakis ülkemizde sol kavramı bırakın çıkar sağlamayı vermekle, bedel ödemekle özdeşleşmiştir.
Sağ taraftan bakacak olursak.
Sağ tarafta ise süreç aslında yine doğası gereği batı tipi sağcılıktan farklı yürüdü. Serbest piyasa, güçlü sermaye, liberal ekonomi üzerine inşa edilmiş merkez sağı bir tarafta koyarsak, daha radikal sayılabilecek sağ siyaset, gerek siyasi kadroları, gerek yazar çizer camiası, gerekse de halk arasında kendilerini güçlü bir söylemle "sağcı" olarak tanımlamadılar. Temelde kendilerini müslüman, dindar, milliyetçi olarak tanımladılar, ifade ettiler. Sorun esas itibariyle özellikle geçmişe ait değerleri ve mevcut düzeni sahiplenip korumak üzerine oturtulmuş bu anlayışın bir siyasal zemine yerleştirilmesi eklemlenmesi çabasında. Kendileri çok fazla farkında olmasada sistem, milliyetçi ve muhafazakar kanadı otomatik olarak siyasi yelpazenin sağ tarafına oturttu.
Peki emek sömürüsü üzerine inşa edilmiş olan mevcut ekonomik ve siyasi düzeni bu denli savunmak emeği sömürülen sağcılar için nasıl kabul edilebilir hatta cansiperane savunulabilir bir durum olabiliyor?
Sağ tarafın mevcut sistemin devamı adına bu kadar hassasiyet göstemesinin ana nedenlerinden biri çoğunlukla bu düzenden ya bir şekilde çıkar sağlıyor olmaları ya da bir gün bu şansın kendine de geleceği umudu olmuştur. Dolayısı ile ülkemizde milliyetçi, dindar vb. kesimleri "sağ" olarak tanımlamak doğru olmaz. Dini ya da milli içeriği olmayan hiç bir toplumsal eylemin içinde yer almayan, hiç bir sağ siyasal, sosyolojik literatürü, bir ekonomik bakış açısı olmayan, üretken olmaktan uzak bu yaşam biçimini sağ sol ekseninden ayırıp siyasal bir zemine oturtmaksızın milli ve manevî değerler olarak kabul edip, sınırlandırmak en doğrusu olacaktır..