Tuvalden öte: Kadir Akyol’un kozmik ve mistik sanat dili
Ressam Kadir Akyol kimdir?
Kadir Akyol, sanatını yaşamın hem görünen hem de görünmeyen katmanlarında inşa eden bir ressamdır. Akademik olarak Güzel Sanatlar eğitimi alan ve bu çerçevede teknik donanımını geliştiren Akyol, sanatı yalnızca estetik bir ifade değil, aynı zamanda felsefi ve varoluşsal bir araştırma alanı olarak görür.

Eserlerinde kozmoloji, tasavvuf, mitoloji ve çağdaş yaşamın gerilimleri iç içe geçer. Onun resimlerinde hem kadim semboller hem de modern dünyanın kırılgan izleri bulunur; bu bağlamda Akyol’un üretimi, geçmişin bilgeliğini bugünün sorularıyla buluşturur.
Mistik bir yönü de vardır: O, dünyaya bir “misafir” gibi bakar ve sanatını, bu misafirliğin sırlarını görünür kılmak için kullanır. Bu yüzden resimleri yalnızca göze değil, aynı zamanda ruha hitap eder. İzleyicisini, gündelik gerçekliğin ötesinde, varoluşun derinliklerine davet eder.
Kendi sözleriyle: “Sanat benim için bir yolculuk; tuval, o yolculuğun hem haritası hem de aynasıdır.”
Elif Erdem: Sanata nasıl başladınız? Eğitim yolculuğunuzda öne çıkan dönüm noktaları neler oldu?
Kadir Akyol: Sanat benim için çocuklukta başlayan bir iç çağrıydı. Güzel Sanatlar eğitimi bu çağrının dilini çözmemde en önemli dönüm noktası oldu. Bir lisans, iki yüksek lisans ve bir doktora programıyla akademik yolculuğumu sürdürdüm; bunlardan birinin yurtdışında olması ufkumu genişleten ve üretimime farklı bir bakış kazandıran kritik bir eşikti. Akademik bilgi, sezgilerimle birleşince kendi sanat dilimi buldum. Tasavvuf ve mistik düşünceyle tanışmam ise sanatı yalnızca estetik değil, aynı zamanda varoluşun derinliklerini araştıran bir yolculuğa dönüştürdü.
Sanat Süreci ve Yaratım
E.E.: Renklerinizin çok enerjik ve güçlü olduğunu görüyoruz. Çalışmalarınızda renk seçimlerini bilinçli bir enerji aktarımı olarak mı yapıyorsunuz, yoksa sezgisel bir süreç mi bu?
K.A.: Renkler benim için yalnızca estetik bir tercih değil, aynı zamanda enerjinin dili. Bazen bilinçli bir aktarım amacıyla seçiyorum, bazen de tamamen sezgisel bir şekilde kendiliğinden ortaya çıkıyorlar. Aslında bu ikisi iç içe geçiyor; akademik birikimim renklerin psikolojik ve sanatsal etkilerini bilmemi sağlıyor, ama mistik yönüm onların görünmeyen titreşimlerini sezgisel olarak tuvale taşımama izin veriyor.

E.E.: Çalışmaya başlamadan önce bir ritüeliniz ya da sizi odaklayan meditatif pratikleriniz var mı?
K.A.: Evet, her çalışmada olmasa da genel olarak önce kısa bir sessizlik anına ve nefes ritmine giriyorum. İlgimi çeken bir program açıyorum resmimin yanında, Bu, hem zihnimi hem de ruhumu odaklıyor. Resmin başında Bazen tasavvufi bir dua, bazen de meditasyonla kendimi boşluğa bırakıyorum. Böylece tuval, sadece teknik bir yüzey değil, içsel bir yolculuğun kapısına dönüşüyor.
E.E.: Çalışma hızınız nasıl oluyor? Uzun soluklu, aylar süren tablolar mı üretirsiniz, yoksa anlık enerjilerle daha kısa sürede ortaya çıkan işler de oluyor mu?

İlham Kaynakları ve Temalar
K.A.: Çalışma hızım eserin ruhuna bağlıdır. Bazı tablolar aylar süren bir derinleşme isterken, bazıları anlık bir enerjiyle kısa sürede ortaya çıkabiliyor. İlham kaynaklarım ise çok katmanlı; mitoloji, tasavvuf, kozmoloji, doğa ve modern yaşamın sembolleri benim için sürekli besleyici alanlar. Temalarımda ise insanın varoluş yolculuğu, görünmeyenle görünenin kesiştiği eşikler ve kozmik-mistik imgeler ön plana çıkıyor.
E.E.: Kadın figürleri eserlerinizde çok sık karşımıza çıkıyor. Kadın figürlerini merkezde kullanmanızın özel bir sebebi var mı?
K.A.: Kadın figürü benim için yaşamın kaynağını, doğurganlığı ve yaratıcı enerjiyi simgeliyor. Mitolojik ve tasavvufi anlamda da kadın, hem gizemin hem de hakikatin kapısıdır. Bu yüzden eserlerimde kadın, yalnızca bir figür değil, varoluşun özünü temsil eden kozmik bir sembol olarak merkezde yer alıyor.

E.E.: Portrelerdeki kırmızı dudak sembolü neredeyse imzanız haline geldi. Bunun ardındaki anlamı bizimle paylaşır mısınız?
K.A.: Kırmızı dudak benim için yaşam enerjisini, tutkuyu ve varoluşun canlılığını simgeliyor. Aynı zamanda sessizliğin içindeki güçlü ifadeyi temsil ediyor. Tuvaldeki figür bir metafizik yolculuğun parçası olsa da, kırmızı dudak onun dünyaya aitliğini ve insani sıcaklığını hatırlatan imzam gibi.
E.E.: Mitolojik öğelerden Anadolu motiflerine, popüler kültürden çağdaş ikonlara uzanan geniş bir ilham dünyanız var. Günlük hayatınızda sizi en çok besleyen şeyler neler?

Eleştiriler ve Dış Bakış
K.A.: Günlük hayatımda ilham, görünmeyenle görünenin kesiştiği anlarda gelir: doğanın sessiz titreşimleri, insanın içsel hareketleri ve şehir yaşamının ritimleri bana yeni imgeler sunar. Eleştiriler ve dış bakış ise bir yansıma aynası gibidir; kendi iç yolculuğumu derinleştirmeme, enerjimi yönlendirmeme ve tuvalde görünmeyeni görünür kılmama yardımcı olur.
E.E.: Bugüne kadar eserleriniz hakkında eleştirel yorumlar aldınız mı? Size yöneltilen eleştiriler karşısında nasıl bir tavır alıyorsunuz?
K.A.: Evet, eleştiriler aldım ve her biri bir rehber gibi yolumu aydınlatıyor. Onları savunma ya da reddetme amacıyla değil, kendi iç yolculuğumu derinleştirmek, enerjimi ve ifadelerimi daha berrak kılmak için bir fırsat olarak görüyorum. Eleştiriler, görünmeyeni görünür kılma çabamda bir aynadır; ruhumun ve sanatımın titreşimine hizmet eder.
E.E.: “Bu portre değil” şeklinde yaklaşımlar da olmuş. Sizce sanatçının portre tanımı izleyiciyle nasıl çatışıyor ya da buluşuyor?

Uluslararası Yolculuk
K.A.: Benim portre anlayışım, yalnızca fiziksel benzerliği değil, ruhun ve enerjinin görünür hâle gelmesini içeriyor. Portreyi bir araç olarak kullanıyorum; eserler portre gibi görünse de, onlar aslında bir tarz, bir üslup ve anlatmak istediklerime aracılık eden simgesel imgeler. Bu yaklaşım bazen izleyiciyle çatışıyor gibi görünse de, çoğu zaman onları yüzeyin ötesine bakmaya davet ederek buluşuyor. Uluslararası yolculuğum ise farklı kültürlerin ve bakış açıların titreşimlerini tuvalime taşıyarak, portrelerimin evrensel bir enerjiyle konuşmasını sağladı.
E.E.: Bildiğimiz kadarıyla Miart Gallery (Londra), Gama Gallery (Miami), Galeries Bartoux (Paris, New York) gibi uluslararası galerilerde eserleriniz sergilendi. Bu deneyimler size nasıl bir sorumluluk ve perspektif kazandırdı?

K.A.: Uluslararası galerilerde eserlerimi sergilemek, sanatımı yalnızca bir ifade değil, aynı zamanda evrensel bir dil olarak sunma sorumluluğu verdi. Farklı kültürlerin bakış açıları ve enerjileri, üretimime yeni katmanlar ekledi ve kendi içsel yolculuğumu daha geniş bir perspektiften görmemi sağladı. Bu deneyimler, sanatın sınır tanımayan bir iletişim aracı olduğunu, her fırça darbesinin hem bireysel hem kolektif titreşimlerle yankılandığını hatırlattı.
E.E.: Artık uluslararası bir sanatçı kimliğiyle anılıyorsunuz. Bu durumun Türkiye’deki üretiminize etkisi nedir? Kendinizi daha evrensel bir dil kurarken mi buluyorsunuz?

Kişisel ve Gelecek Perspektifi
K.A.: Uluslararası kimlik, üretimime hem köklerimden beslenen hem de evrensel bir dille konuşan çift yönlü bir derinlik kattı. Anadolu’nun kadim sembollerini evrensel bilinçle buluşturmak, benim için hem bir sorumluluk hem de bir yolculuk. Gelecek perspektifimde sanatımı daha çok insana ulaştırmak, farklı kültürlerde yeni buluşmalar yaşamak ve eserlerim aracılığıyla görünmeyenle görünen arasında bir köprü kurmaya devam etmek var.
E.E.: Mersin’de yaşıyor olmanız üretiminizi nasıl etkiliyor? İstanbul gibi sanat merkezlerinden uzak olmak size avantaj mı sağlıyor, yoksa zorluklar mı çıkarıyor?
K.A.: Mersin’de yaşamak bana doğanın dinginliğini, Akdeniz’in ışığını ve denizin sonsuzluğunu hediye ediyor; bu da üretimime derin bir içsel huzur katıyor. İstanbul gibi merkezlerden uzak olmak bazı pratik zorluklar getirse de, aynı zamanda beni kalabalıktan arındırıp daha özgün, daha sezgisel bir üretim alanı sağlıyor. Bu yalnızlık, eserlerimdeki mistik dili besleyen bir avantaja dönüşüyor.
E.E.: Tablolarınızın izleyiciyle kurduğu ilk teması siz nasıl gözlemliyorsunuz? İnsanların yüzlerinde hangi duyguyu görmek sizi mutlu ediyor?
K.A.: Eserlerimle izleyici arasındaki ilk temas genellikle bir duraksama anıyla başlıyor; zamanın kısa bir anlığına askıya alındığı o sessizlikte bakışlar derinleşiyor. İnsanların yüzlerinde şaşkınlıkla birleşen bir merak, huzurla kesişen bir sorgulama gördüğümde mutlu oluyorum. Çünkü o an, sanatın en temel işlevi gerçekleşiyor: görünmeyen bir hakikatin, izleyicinin kendi iç dünyasında yankı bulması.

E.E.: Eğer ressam olmasaydınız, hangi sanatsal ya da yaratıcı alanda kendinizi ifade etmek isterdiniz?
K.A.: Ressam olmasaydım, yine ruhun derinliklerine dokunan bir alan seçerdim; belki müzikle sesin görünmez titreşimlerini, ya da edebiyatla kelimelerin gizli evrenini keşfederdim. Belki Gaudí gibi mekânlara ruh üfleyen bir mimar olurdum; ya da iyi bir savaşçı gibi, kendi içimdeki karanlıkla cesurca yüzleşen bir yolcu. Çünkü benim için sanatın özü, hangi kılığa bürünürse bürünsün, görünmeyeni görünür kılmaktır.
E.E.: Önümüzdeki yıllarda sizi heyecanlandıran, hayalini kurduğunuz büyük proje ya da sergi fikri nedir?
K.A.: Hayalim, sanatımı bir sergi mekânından öte, adeta kutsal bir tapınağa dönüştürmek; izleyicinin sadece tabloları değil, bütün bir atmosferi deneyimlediği bir “sanat mabedi” yaratmak. Işık, müzik, mimari ve resmin birleştiği bu proje, evrensel bir ruh yolculuğunun kapısını aralayacak.

Aynı zamanda sanatın yalnızca bir eser üretmek olmadığını, doğanın ve insan bedeninin muhteşem mühendisliğinde zaten var olan ilahi sanatın farkına varmak olduğunu insanlara hatırlatmak istiyorum. Sanatı, Yaradan’ın görkemli sanatçılığında görüyorum; ben de beşerî sınırlardan taşarak, algının ötesine geçen eserler üretmeyi arzuluyorum.