Kulağımıza Küpe Olan Kirazlar
Dünya tarihi boyunca beş büyük kitlesel yok oluş yaşandı. Dinozorların silindiği, okyanusların boşaldığı, ormanların kül olduğu dönemler… Hepsinde ortak bir sebep vardı: doğanın dengesinin bozulması. Volkanlar, göktaşları, iklim felaketleri… Kısacası, gezegenin taşıyamayacağı hızda değişimler.
Bugün altıncı büyük yok oluşun eşiğinde olduğumuzu söylüyor bilim insanları. Bu kez neden, doğanın kendi ritmi değil; insan eliyle yakılan kömür, petrol ve gaz. Normalde dünyanın karbon döngüsü dengeyi sağlar. Ama kısa sürede çok fazla karbondioksit çıkarsa, bu denge bozulur ve sistem kontrolden çıkar. Bu durum olduğunda hava çok ısınır, denizler oksijensiz ve asidik hale gelir, canlılar için yaşam koşulları dayanılmaz olur. Sonuç; kitlesel yok oluş. 252 milyon yıl önce Permiyen yok oluşu bunun en büyük örneğidir.
Permiyen dönem sürüngenlerin çeşitlenmeye başladığı (ileride dinozorların ataları olacak therapsidler ortaya çıktı) dönemdir. Bu dönemde denizlerde mercanlar, köpekbalıkları ve amonitler yaygındı. Kara bitkilerinde iğne yapraklılar (kozalaklılar) gelişti. İşte bu dönem dünya tarihinin en büyük kitlesel yok oluşu ile sona erdi. Türlerin yaklaşık %90’ı denizlerde, %70’i karada yok oldu.
Bugün atmosfere yüklenen karbondioksit o kadar hızlı artıyor ki, her geçen gün Dünya limit aşım günü öne çekiliyor.
Bu şu demek; dünya aslında kendi kaynaklarını yenileyen bir sistem içinde. Havası, suyu, toprağı her sene kendini yeniliyor. 1970 li yıllarda dünyanın kendini yenilemesi o yılın son ayı olan Aralık ayında gerçekleşirdi. Bu yıl kaynakların kendini yenilemesi Haziran ayında yaşandı. Yani 1970 li yıllara göre 6 ay önce tükeniyor artık dünyanın kaynakları. İşte buna Dünya limit aşımı deniliyor. Maaşlı bir kişinin maaşını ay sonuna kadar yetiremeyip ayın ortasında parasız kalması ve işyerinden avans çekmesine benzetiyorum ben bunu. Sonunda ne olur dersiniz? Ya patron iflas eder ya da işsiz kalırsın.
Dünyanın meselesi uzak gelecekteki dinozor ölçekli bir felaket değil. Yok oluş, soframızda, manav tezgâhında da karşımıza çıkıyor artık. Bu yıl kiraz yiyemedik biz. İki tanesini ağzımıza atarken bir çiftini de kulağımıza küpe yaptığımız kirazdan söz ediyorum. Çocukluğumuzun oyununu oynayamadık bu sene. Evet, sadece bir meyve… Ama aslında çok daha fazlası.
Kirazın yokluğu bize şunu söylüyor:
• İklim değiştiğinde çiçek açma zamanları kayıyor.
• Kuraklık ve don bir arada yaşanıyor.
• Arılar yönünü şaşırıyor.
• Bir zincirin halkası kopuyor.
Kiraz olmayınca, sadece çocuklarımızın, çocukluğumuzun kulakları boş kalmıyor. Kuşların besini azalıyor, üreticinin geliri düşüyor, doğanın ritmi bir kez daha sekteye uğruyor. Küçük gibi görünen bu kayıp, aslında büyük bir alarm zili.
Dünya tuzla buz olur mu bilmiyoruz. Ama şunu biliyoruz: Kirazın yokluğu bile bir yok oluştur. Çünkü yok oluş, illa ki devasa felaketlerle gelmez. Bazen sofradaki eksilen bir tabakla başlar.
O yüzden bu kayıp kulağımıza küpe olsun. Eğer bugün kirazı kayıtsızca unutursak, yarın kayısıyı, öbür gün kuşları, ardından da kendi yaşam alanımızı kaybedebiliriz. Kiraz, bize sadece mevsimin değil, geleceğin de habercisi. Onu kaybetmemek için doğayı kaybetmemek zorundayız. Mesele sadece dünyanın ısınması değil, bütün yaşamı tehdit eden bir sistem arızasıdır.