Bu Yaz Kültür-Sanata Doyduk mu?
Yazın sıcağı hafiflerken geriye dönüp soralım: Bu yaz kültür ve sanata gerçekten doyduk mu? Cevap aslında pek de iç açıcı değil. Beni tatmin etmedi
Kültür Yolu Festivali: Emeğe Saygı, Ama Daha Fazlasına İhtiyaç Var
Türkiye Kültür Yolu Festivali bu yıl 20 kentte gerçekleştirildi. İstanbul ayağı 27 Eylül–5 Ekim tarihlerine denk gelse de, Adana’dan Manisa’ya, Şanlıurfa’dan Samsun’a, Bursa’dan Trabzon’a, Van’dan Nevşehir ve Erzurum’a, Çanakkale’ye kadar şehirler adeta birer kültür rotasına dönüştü. Büyük bir emek, güçlü bir organizasyon ve ciddi bir ekip çalışması olduğu ortada.
Ancak her işin aynı derecede etkileyici olduğunu söylemek zor. İçlerinden yalnızca birkaç tanesi — belki iki, bilemediniz üç etkinlik — gerçekten yaratıcıydı ve sanatın dönüştürücü gücünü hissettirdi. Bu etkinliklerde yer, mekân, zaman ve sanatçının buluşması o kadar uyumluydu ki, insan “evet, işte sanat bu” diyebildi.
Onun dışında, elbette herkesin emeğine sağlık. Ama açık konuşmak gerekirse daha güçlü, daha yenilikçi işler beklerdim. Özellikle artık klişeleşmiş “Osmanlı temalı ” sergiler bir noktada kabak tadı vermeye başladı. Sultanlar, şehzadeler, saray temsilleri…hatta oyuncakları ….Kültürel miras elbette değerli ama bu tekrarların gölgesinde sanatın yaratıcı tarafı geride kalıyor.
Belki de tam zamanı: daha cesur, daha yaratıcı, daha çağdaş sanatsal işler üretmenin. Çünkü izleyici artık seyirci olmaktan fazlasını istiyor. Sadece tarihin yeniden canlandırılmasını değil, bugünün sanatının, hayal gücünün ve eleştirisinin sahneye taşınmasını bekliyor.
Picasso Tek Başına Yetmez: Yerli Sanatçılara Alan Açmanın Zamanı
Türkiye Kültür Yolu Festivali, bu yıl belki de en çok Picasso sergisiyle gündeme geldi. Lale Vakfı’nın öncülüğünde, “Yaratılış Her Şeydir” başlığı altında pek çok şehri dolaşan sergi, on binlerce insana dünyanın en büyük sanatçılarından birini yakından görme fırsatı sundu. Gravürler, litografiler, çizimler ve fotoğraflar sanatseverlerle buluştu; evet, bu gerçekten değerliydi.
Ama şu soruyu sormak zorundayız: Neden her şeyin merkezinde yine bir yabancı isim var?
Türkiye’nin kendi sanatçıları, kendi çağdaş üretimleri bu kadar geri planda kalmayı mı hak ediyor?
Kadir Akyol: Yerli Bir Sanatçının Evrensel Duruşu
Neyse ki bu yıl festivalde bir istisna parladı: Kadir Akyol. Nevşehir’de, Meryem Ana Kilisesi’nde düzenlenen “Medeniyetlerin Mirası” adlı sergi, sanatçının “Inception” çağdaş sanat serisinden ilham alıyordu. İstanbul Kültürlerarası Sanat Diyalogları Derneği (İKASD) tarafından projelendirilen bu sergi, ziyaretçileri yalnızca geçmişe değil, aynı zamanda geleceğe uzanan bir görsel yolculuğa davet etti.
Akyol’un işleri, kültürel hafızayı günümüzün çağdaş estetik anlayışıyla buluşturan güçlü bir ifade dili taşıyor. Sadece sanat üretmekle kalmıyor; mekânı dönüştürüyor, zamanı büküyor ve izleyiciyi kendi düşünsel katmanlarıyla baş başa bırakıyor. Picasso’nun gölgesinde değil, kendi ışığında durmayı başarabilen nadir yerli sanatçılardan biri olduğunu söylemek abartı olmaz.
Picasso Elbette Önemli, Ama Tek Başına Olmamalı
Elbette Picasso’nun işleri paha biçilmez ve onun sanatsal mirası tüm dünyada izlenmeye değer. Fakat Türkiye’nin kendi sanatçıları da bu sahnede yer almayı hak ediyor. Bir festival, yalnızca “yabancı büyük isimleri” ithal ederek büyümez; kendi sanatçılarını ön plana çıkararak güçlenir.
Kadir Akyol’un Nevşehir’deki sergisi, işte bu nedenle önemliydi: Çünkü Türkiye’nin çağdaş sanat üretimi de evrensel bir dil kurabiliyor, dünyaya söz söyleyebiliyor. Ve bu ses, Picasso’nun yankısından ibaret olmamalı.
Sabahçı Kahvesi: Zoraki Bir Enstalasyon Denemesi
Türkiye Kültür Yolu Festivali’nin Adana ayağında açılan “Sabahçı Kahvesi” enstalasyon sergisi, kuşkusuz festivalin en çok konuşulan işlerinden biriydi. Ancak “çok konuşulmak” her zaman “çok beğenilmek” anlamına gelmiyor.
Sergide merhum Ferdi Tayfur’un kıyafetleri, afişleri, plakları, heykeli ve ses kayıtları yer aldı. Üstelik ziyaretçilere, onun gibi sahneye çıkmış gibi poz verip fotoğraf çektirme imkânı da sunuldu. Yani sergi, daha çok nostaljik bir hatıra köşesi ile Instagram’a uygun bir fon arasında sıkışmış gibiydi.
Benim için bu işin en komik yanı ise şuydu: Gerçekten oturup düşündüler mi? Sanatın derinlikli, sorgulayıcı, dönüştürücü tarafı bir kenara bırakılmış; bunun yerine popüler kültürün üzerine alelacele kurulmuş bir konsept izlenimi vermişti. Bir noktada insanın dilinden şu cümle dökülüyor:
“Üzerine gerçekten çok mu düşündünüz?”
Neden Zorlama Geldi?
Çünkü enstalasyon, bir sanat deneyimi olmaktan çok bir hatıra köşesi gibiydi.
Çünkü Adana gibi köklü bir şehrin kültürel mirasını temsil edecek çok daha güçlü işler yapılabilirdi.
Çünkü sanat, sadece nostaljiyle değil, yenilik ve yaratıcılıkla da var olmalıydı.
Sonuç: Eğlenceli Ama Yetersiz
Evet, “Sabahçı Kahvesi” ziyaretçilerin yüzünde bir tebessüm bıraktı, fotoğraflar çekildi, anılar tazelendi. Ama işin sanat tarafına baktığımızda, derinlikli bir enstalasyon olmaktan çok, popüler kültüre dayalı kolaycı bir tercih gibi kaldı.
Bazen en komik bulduğumuz şeyler, aslında en yüzeysel olanlardır. “Sabahçı Kahvesi” de benim için tam olarak öyleydi: eğlenceli bir dekor, ama sanatsal bir deneyim olarak tatmin edici değil.
Ve diğer Sergi ve Sanat Dolu Etkinliklerden dikkatimi Çekerlerse
Taksim Sanat’ta düzenlenen “Ay Tozunda Yürür Gibi” sergisi 15–24 Ağustos arasında 29 sanatçıya ait 74 eserle sanatseverlere kapılarını açtı .
Topkapı Amfi Açık Havada Yaz Şenlikleri (15–24 Ağustos) ücretsiz konser, film ve çocuk atölyeleriyle dolu bir yaz akşamı fırsatı sundu.
Yerebatan Sarnıcı & Panorama gibi mekanlar, hem kültürel mirasa sadakat hem de interaktif deneyimlerle sanat-sanatçı ilişkisinin ötesine geçti.
Gerçekten hakkını veren işler olmuş..
Erzurum Kültür Yolu’ndan İki Sergi: Kadın Kahramanlar & Tabiattan Esintiler
Kadın Kahramanlar Sergisi
Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi’nde açılan Kadın Kahramanlar Sergisi, Anadolu’nun güçlü kadın figürlerine sahne açmayı amaçladı. Sergi, tarihsel ve kültürel bağlamda kadınların rolünü görünür kılmak açısından değerli bir çabaydı. Ancak küratöryel anlamda, işlerin niteliği ve sunum dili bakımından çok güçlü bir derinlik sunmadığını söylemek gerek. Daha çok didaktik ve belgesel bir sunum havasında kalmış; izleyiciye sanatsal açıdan sarsıcı ya da yenilikçi bir deneyim yaşatmıyor.
Yine de kadınların toplumsal hafızadaki yerini gündeme getirmesi açısından önemli; fakat bir sanat sergisi olarak ele alındığında, beklenen vuruculuğu yaratamıyor.
Tabiattan Esintiler Resim Sergisi
Erzurum’da açık havada gerçekleşen Tabiattan Esintiler sergisi ise amatör ressamların eserlerinden oluşuyordu. Çiçekler, manzaralar, doğa temaları… Emek verilmiş, gönülden yapılmış işler. Ancak açık konuşmak gerekirse bu sergi, festivalin “profesyonel sanat” seviyesinden çok hobi ve amatör ruhla ortaya çıkmış çalışmalar niteliğinde kaldı.
Gerçekten emek var, özveri var; fakat sanatsal dil açısından yeni bir şey söylemiyor. Bu yüzden bu sergiye dair söylenebilecek en doğru cümle belki de şu:
“Emeklerine sağlık, deyip geçiyorum.”
Sonuç: Tatmin Etmeyen Bir Yaz
Bu yaz kültür-sanat takvimi gerçekten doluydu. Sergiler, konserler, festivaller birbiri ardına sıralandı. Ama işin özüne baktığımızda, çok etkinlik oldu ama az şey kaldı akılda.
Picasso sergisi elbette değerliydi; ama tek başına yeterli olamazdı. Kolektif üretimlerin, yerel sanatçılara alan açan projelerin, izleyiciyi sadece izleyici olmaktan çıkaran deneyimlerin eksikliği hissedildi. Sergiler bir süre konuşuldu, sosyal medyada birkaç kare dolaştı ama ruhumuza işleyen bir iz bırakmadı.
Belki de asıl soruyu burada sormalıyız: Biz sanata gerçekten doyurulmak mı istiyoruz, yoksa kalabalık festival fotoğraflarıyla avutulmak mı?
Nitekim bu yaz en çok konuşulan şey Picasso değil, Jennifer Lopez konseri oldu. Yabancı bir sanatçı, bir konser, bir sahne şovu… Bu kadar gürültü kopardıysa, demek ki biz bu ülkede hâlâ yabancılara daha çok değer veriyoruz. Kendi sanatçılarımız, kendi üretimlerimiz, kendi özgün işlerimiz geri planda kalıyor.
Dahası, kendini geliştirmiş yerli sanatçılar da çoğu zaman az reklamla görünmez hale getiriliyor. Büyük markalar ve sponsorlar, uluslararası isimleri parlatmayı tercih ederken, bu topraklardan çıkan yeteneklerimiz kalabalığın arasında kayboluyor.
Sanat, sadece ithal edilen gösterilerle değil; kendi üreticisine alan açıldığında, yerelden evrensele ses verildiğinde güçlenir. Bizim asıl ihtiyacımız bu.