İlber Ortaylı’ya Göre ‘Türkiyeli’ Olmak Neden Zor?
“Türkiyeli” ifadesi etrafındaki tartışmalar, Türkiye toplumunun kimliğini tanımlama biçimleri etrafında bitmeyen bir konudur. Bu tartışmalar sadece bir kelimenin anlamına değil, etnik kimlik ile yurttaşlık kimliği arasında nasıl bir ilişki kurulduğuna dair farklı bakış açılarını da içeriyor.
İlber Ortaylı’nın bu tartışmaya dair Instagram üzerinden yaptığı açıklamalar, söylenenleri tam olarak anlamasam da, konuya tarihsel ve dilbilimsel bir perspektif getiriyor.
İlber Ortaylı’nın kendi hesabından yayınladığı mesajını değerli buluyorum. İlber hoca, kendisine ait olmadığı halde, adına en çok paylaşım yapılan kişilerden biridir. Nazım Hikmet ve Can Yücel’in ardından üçüncü sırada olabilir.
Haliyle kendisine ait olup olmadığı belli olmayan paylaşımlarda ileri sürülen iddialar, söylemler üzerinde düşünmek, konuşmak çok anlamlı değil.
Mesela, uzun yıllar boyunca Ortaylı’ya atfedilen ‘millet’ kavramıyla ilgili ifadeleri, Hasan Pulur’un Milliyetteki yazısından başka bir yerden teyit edememiştim.
Hasan Pulur “Kendisini aradık, bulduk, sorduk… İlber Hoca “millet” için söylediklerini kabul etti.” diyordu. Ortaylı “Çeşitli konuşmalarımdan, yazılarımdan derlemişler, doğrudur.” demiş.
Ortaylı’nın kendi hesabından paylaşımını değerli bulmamın sebebi budur. Hiç değilse kendi sözleri olduğundan emin oluyoruz.
***
Ortaylı, paylaşımında: “Bizim dedelerimiz Anadolu’ya “iklim-i Rûm” derlerdi.” diyor.
Sonra …
“Sonra İtalyanlar bu topraklara “Turchia” veya “turchomania” demeye başladılar. Bütün orta zaman Alman seyyahları “Turkei, Turkland” veya Fransızlar “Turquie” derlerdi. 16 asırda İngilizce seyahatname kaleme alan Nicolas de Nicolay ise “Turkie” diyor, dikkat ederseniz bizim bu günkü söyleyişimize oldukça yakın…”
Bunlar anladığım şeyler. Somut bilgiler. Anlamadığım kısımları bunlar değil.
“Türkiye, hâkim etnik gruba göre, ülkemize başkalarının verdiği bir isimdir” diyor.
Burayı da anladım.
“Şimdi bir de ‘Türkiyeli’ tabiri yaratmanın mantıkla bağdaşır bir yanı olamaz.” diye devam ediyor.
İşte burayı anlayamadım.
Ne “Dedelerimiz Anadolu’ya iklim-i Rum derlerdi” diye başlayan açıklamaları, ne de devamı, meseleyi anlamama yardımcı olamadı.
Başkalarının ülkemize “Türkiye” demesine kadar kabul edilen mantık, “Türkiyeli” denildiğinde mi sınıra dayanıyor... Veya Başkaları “Türkiyeli” derse mantıklı olacakken, Türkiye’dekilerin demesi mi mantıksız oluyor? Belli değil.
***
Ortaylı, mantık çıkmazlarını önlemenin yolunu da gösteriyor.
“Kaldı ki bu gibi mantık çıkmazlarını önlemenin mühim bir yolu tercüme etmekten geçer. Bir çevirin bakalım ‘Türkiyeli’yi hangi gümrükten çevirip geçireceğiz.” diyor.
İlber Ortaylı’nın “Hangi gümrükten çevirip geçireceğiz?” ifadesini ilk duyduğumda, aklıma “Rubicon’u geçmek” geldi. Malum, Roma döneminde bir generalin ordusuyla Rubicon nehrini geçmesi yasaktı. Jül Sezar geçtiğinde, geri dönüşü olmayan bir süreci başlatmıştı. Belki de bu ifade, “aşılması yasak olan bir sınır” anlamında mecaz kullanılmıştır diye düşündüm. Meğer mesele sadece çeviriymiş!
Kırk yıl düşünseydim, “Türkiyeli” ifadesine itiraz etmek için “çevrilemiyor” gerekçesi, aklıma gelmezdi.
Ayrıca niye çevrilemesin; I am from Turkey denir; I am Türkiyeli denir…
Hangi gümrük memuru veya pasaport polisi bu ifadelere… itiraz eder ki:
– Are you Turkish?
– I’m from Turkey, but I’m Kurdish. So, I usually say Türkiyeli.
Veya
– You’re Turkish, right?
– Not exactly. I’m a Zaza from Turkey — so I say Türkiyeli instead.
Veya
– What do you identify as?
– I’m a Türkiyeli musician with Laz heritage.
İlber Ortaylı’nın “Türkiyeli çevrilemez” argümanı, kulağa teknik bir itiraz gibi gelse de, gerçekte ne dilbilimsel ne de pratik bir temele dayanıyor. Çünkü mesele bire bir sözcük çevirisi değil, kavramın iletişimde anlam bulup bulmadığıdır. “I’m from Turkey, but I’m Kurdish — so I usually say Türkiyeli.” gibi ifadeler, uluslararası bağlamda muhatap tarafından kolayca anlaşılır ve konuşmaya açıklık kazandırır.
“Palestinian-Israeli”, “British Asian”, “African-American” gibi terimlerin ilk başta çeviri değil, ihtiyaç sonucu ortaya çıkması gibi, “Türkiyeli” de yaşanmışlığın dildeki karşılığıdır. Dolayısıyla “Türkiyeli” çevrilemediği için değil, tam tersine durumu daha iyi ifade ettiği için tercih edilebilir.
Bu durum; konuyu dilbilimsel gerekçelerle maskeleyip, kapsayıcı yurttaşlık kavramını, siyasi olarak reddetmek anlamına gelmez mi?
Peki bu bir dil tartışması mı, yoksa kimlik tartışması mı? Önce bunu netleştirmek gerekmez mi?
***
Ortaylı'nın Amerigo Vespucci ve Anglo-Sakson göçü gibi tarihsel bilgilere dayanarak “Amerikalı olabilir ama Türkiyeli olmaz” demesi, bilgiyle desteklenmiş bir hüküm gibi görünse de, aslında nedensel bir bağ kurmayan bir anlatımdır.
“Amerikalı” kimliği, adın kökeninden değil, birlikte yaşanan siyasi/toplumsal deneyimden doğmuştur. “Türkiyeli” de aynı şekilde düşünülebilir – bu, etnik bir red değil, yurttaşlık temelli bir üst kimlik teklifidir.
***
Hasan Pulur’un yazısında yer alan ifadelerinde Ortaylı şöyle diyor: “Alman’a Almanyalı, Fransız’a Fransalı, İtalyan’a İtalyalı, İngiliz’e İngiltereli, Rus’a Rusyalı, Japon’a Japonyalı diyemezsiniz. Türk’e Türkiyeli diyemediğiniz gibi...”
Doğru. Türk’e, Türkiyeli denilmiyor zaten. Türkiyeliye, Türkiyeli deniyor.
Türk’e de Türkiyeli olduğu için, Türkiyeli Türk denilebilir. Hiçbir Türk’ün kendisine Türkiyeli denilmesinden rahatsız olacağını tahmin etmiyorum. Hem böylece Batı Trakya’daki Türk değil, Azerbaycan’daki Türk değil, Kırgızistan’daki Türk değil… Türkiye’deki Türk olduğu da anlaşılır.
Ya da kısaca Türk denir.
Tıpkı diğerlerine kısaca Kürt, Zaza, Laz, Çerkes… denilebileceği gibi.
Sonuç olarak, ‘Türkiyeli’ ifadesi etrafındaki bu tartışma, sadece bir sözcüğün doğru olup olmamasından ibaret değil. Türkiye’de bir arada yaşayan insanların kendilerini nasıl tanımlamak istedikleriyle ilgili. Ve bu da, bir dil tartışmasından çok daha fazlası.